Şahadet ederim ki,
yeryüzünden başka vatan, insanlıktan başka millet yoktur. İnsanlığın selamı
üzerinizde olsun – Küresel kapitalizmin,
muhtemelen daha da derinleşecek olan krizi, egemenleri gelişmiş kapitalist
ülkelerin pek alışık olmadıkları adımlar atmaya zorluyor. Konkardotalar artık
eskisi gibi sadece şirketler için değil, devletler için de söz konusu
olduğundan, atanmış teknokratlardan »icra hükümetleri« oluşturuluyor.
Devletleri iflasa getiren küresel iktisadî ve malî kriz,
burjuva demokrasilerinin krizi hâline geldi. Çünkü krizin asıl yaratıcıları ve
kazançlıları olan uluslararası malî piyasalar, kârlarını garanti etmeyi »ülke reytingleri« ile sağlarken, sadece
hükümet politikalarını değil, hükümetlerin kimlerden oluşacağını dikte
ediyorlar. Batı Avrupa burjuva demokrasileri ilk kez böylesi bir dönüşüm
baskısı altında. Sermaye birikim rejimleri, hükümet olarak ancak »iflas masası
memurlarını« kabul ediyorlar.
Bu duruma gelinmiş olması bir kader değil, hele tanrı
vergisi hiç. Küresel kapitalizmin içinde bulunduğu bugünkü durum, onyıllardır
uygulanan neoliberal politikaların bir sonucudur – kaynağı ise kapitalizmin
bizzat kendisidir. Düzensizleştirme, esnekleştirme, özelleştirme ve malî
piyasaları dizginsizleştirme emirlerinin altında, kamuoyunun karşısına çıkıp,
krizden kurtulmak için tasarruf tedbirlerinin(!) »maalesef alternatifsiz« olduğunu söyleyen hükümet başkanlarının
imzası bulunmaktadır.
Başta Almanya sermayesi olmak üzere, krizden kâr sağlayan
sermaye çevreleri, örneğin Çekirdek Avrupa’nın ihracat ve kredi politikalarıyla
iflasa sürüklediği ülkeleri, meşru hükümetlerle değil, atanmış teknokratlarla
yönetilmeye zorluyorlar. Geçen gün Federal Parlamento CDU/CSU meclis grubu
başkanı Kauder’in grup toplantısında
»Avrupa’da artık Almanca konuşuluyor«
demesi, Almanya’nın I. Ve II. Dünya Savaşlarında askerî yöntemlerle
beceremediğini, AB çatısı altında gerçekleştiriyor yorumlarına yol açtı. Bu
açıdan »yeniden güçlü bir Almanya, ancak
Avrupa çatısı altında olabilir« tespitini yapan Almanya’nın bu
stratejisinin başarılı olduğunu söylemek olanaklı. Almanya, örneğin
Yunanistan’a yüzde 18 faizle kredi veren Alman bankalarına yüzde 1,5 faizle
para sağlayan Avrupa Merkez Bankası ve AB içerisindeki belirleyici rolü
sayesinde imparatorluğunu ilân etmiş durumda.
İmparator olacak da, imparatorluk valileri olmayacak mı? İşte,
İtalya’da kurulan Monti Hükümeti ve
Yunanistan’da oluşturulan Papademos
Hükümeti tam bu tanıma uyuyor. Çünkü her iki başbakan birer teknokrat.
Monti bir zamanlar AB Komiseri’yken, Papademos merkez bankacıydı. İki ülkenin
de iflas etmesini sağlayan kurumların memurları başbakanlığa getirildi – e,
buna »Keçiye bahçevanlık yaptırmak« denmez mi?
İki hükümet de parlamento çoğunluklarının aldıkları
kararla iktidara getirildiklerinden, formel bir meşruiyet söz konusu, ama
onların asıl sorumlu oldukları yerler parlamentolar değil. İkisi de, önceleri »biz, ancak bize izin verileni uyguluyoruz«
itirafında bulunan Yunanistan Malîye Bakanı Venizelos gibi, uluslararası malî piyasalardan gelen emirleri
uygulayacaklar. Yani seçimle işbaşına gelen hükümetlerin oy kaygısıyla
yapamadıkları yıkımı gerçekleştirecek ve faturayı halka çıkaracaklar. Hem de
halkı ve devleti »iflastan kurtarıyoruz«
gerekçesiyle.
Siyaset bilimci Nicos
Poulantzas, kapitalist devleti analiz ederken, burjuvazinin, çıkar
çelişkileri olan fraksiyonlarının egemenliklerini güvence altına almak için »uzlaşmak zorunda olduklarını« ve bu nedenle
kapitalist devletin »yukarıda uzlaşıyı
örgütlerken, aşağıyı örgütsüzleştirir« der. Ayrıca egemen bloktaki
uzlaşılar veya mücadeleler sonucu gücü eline geçiren sermaye fraksiyonlarının »tekil çıkarlarını, toplumun genel
çıkarlarıymış gibi etabile ettiklerini« ve böylelikle seçimle meşruiyet
sağlayabildiklerini vurgular.
Görüldüğü kadarıyla, egemen bloktaki sermaye çevreleri,
belirli bir süre için de olsa, meşruiyete artık sadece formel olarak gereksinim
duyuyorlar. Atanmış teknokratlar ve iflas masası memurlarıyla zaten fazlasına
da gerek yok.
Ancak nereye kadar? Krizden çıkış için yeni bir savaşa
kadar mı? Bu pek uzak bir olasılık değil – eğer halklar direnç göstermezse...