Şahadet ederim ki, yeryüzünden başka vatan, insanlıktan başka millet
yoktur. İnsanlığın selamı üzerinizde olsun - »Özür dilemek bir erdemdir« derler. Doğru, ama
ya »özür« kabahatten büyük olursa? Ya »özür« gerçekten özür dilemek için değil,
stratejik hesapları kılıflamak için kullanılıyor ve tarihsel kabahatlerin
yeniden üretimine temel oluşturuyorsa?
Tarihe geçen önemli özür momentleri vardır.
Hafızama kazınanlarından birisi, dönemin Alman şansölyesi Willy Brandt’ın 7 Aralık 1970’de Varşova Gettosu Kahramanları Anıtı önünde diz çöktüğü fotoğraftır.
Hermann Schreiber
adlı bir Spiegel yazarı o zamanlar fotoğrafı
şöyle yorumlamıştı: »Eğer, vahşetin
sorumlusu olmayan ve o dönem buna katılmayan bu adam kendi isteği ile Varşova
Gettosu’na gidiyor ve orada diz çöküyorsa, bunu kendisi için yapmıyor demektir.
Buna ihtiyacı olmayan adam, diz çökmeleri gerekli olan, ama buna cesaret
edemeyen herkes adına diz çöküyor. Kendisinin işlemediği bir suçu üstleniyor,
affa ihtiyacı olmamasına rağmen, af diliyor. İşte o zaman o adam orada Almanya
adına diz çöküyor«.
Tarihin onurlu sayfaları, onurlu davranan
insanlara açıktır. Willy Brandt, siyasî yaşamını doğru bulalım ya da
bulmayalım, tarihin onurlu sayfalarında yer almayı tek bir hareket ile hak
etmiş bir siyasetçidir. Keşke günümüz siyasetçileri onu örnek alabilseler...
Söz özürden açılmışken, bir özür de ben
dilemeliyim.
Köşe yazısı yazmak sahiden zor zenaatmiş.
Hem gündelik siyasetin, hem de köşenin yer sınırları arasında yapılan değerlendirmelerin
fazlasıyla yüzeysel olma tehlikesi var. Yoğun dezenformasyon bombardımanı ve
insanın üzerine sinen kan ve barut kokuları da düşünülürse, konuyu
aydınlatayım, bilgi vereyim derken, esası göz ardı edebilirsiniz. Bu
tehlikelerden ise kendinizi ancak ilkesellikle koruyabilirsiniz. İlkelerin
çizdiği ufuk, sınırları kaldırabilir.
Bir kitap çalışması esnasında yazdıklarımı
gözden geçirdiğimde, bazı dönemler ilkelerimi unutmuş olduğumu, unutarak suç
ortağı olduğumu gördüm.Şöyle açıklayayım; »Ergenekon« sürecinde ilk
tutuklamalar başladığında, generalleri, işkencecileri, devlet adına cinayet
işleyenleri ve onlara destek olanları bir nevî manevî tazminat hissi ile
izlemiştim. Ceberrut devlet politikaları, kirli savaş, faîli belli cinayetler,
darbeler, işkenceler ve dahası üzerine solun onyıllardır söyledikleri, bizzat
devlet tarafından teyid ediliyordu.
Ama tutuklananların tutuklanma
biçimlerinin, basına sızdırılan »belgelerle« yargısız mahkum edilmelerinin,
savunma haklarının kısıtlanmasının hukuka aykırı olduğunu görmek istemedim.
Sustum. Ve diğer susanlar gibi, bugünkü sürecin önünün açılmasına suç ortağı
oldum, kendi ilkelerimi çiğnedim.
Elbette darbecilerin, katillerin ve işkencecilerin
yakalanmaları, mahkeme önüne çıkartılmaları ve cezalandırılmaları tartışma
götürmez. Suçlular, çektirdikleri bütün acıların, dökülen kanların hesabını
vermelidirler. Ama tek bir şartla: demokratik hukuk devleti esaslarının, yani
hukukun üstünlüğünün ve kuvvet ayrılığı ilkesinin çerçevesinde. Demokratik
hukuk devleti, demokrasi ve özgürlükleri ortadan kaldıranlara, hatta bunun için
darbe yapmaktan, cinayet işlemekten, terör estirmekten çekinmeyenlere de
demokratik hukuk devleti esasları uygulandığında ancak var olabilir. Hukuk,
herkes için vardır. Keyfîyetin başladığı yerde, hukuk biter.
Başkasına yapılan haksızlığı, kendime
yapılmış gibi hisseden ben, katillerimize ve işkencecilerimize yapılan
haksızlığa ses çıkarmayarak, intikam duygularına teslim oldum. İntikam
duygusunun iyi bir yol gösterici olmadığını unuttum, ilkelerime ters düştüm. Bunun
için okurlarımdan ve dostlarımdan özür dilerim.
Suça ortak olduğunu hissetmek, insanın
içini acıtıyor, ama düşünmeye, kendi kendine muhasebe yapmaya da sevk ediyor. Kendimce
çıkarttığım sonuç ise, daha fazla okumak, daha fazla derinlemesine düşünmek,
öğrenmek ve ilkelerimden taviz vermeden daha fazla yazmaya çalışmaktır. Kendi
kendini her gün yeniden sorgulamak, »insana dair herşeyden şüphe etmek« ve hep
yeniden üretmek.
* * *
Mesleğimdeki yoğun çalışma temposu,
nihayet sonlandırmak istediğim üç kitap çalışması ve hazırlamak istediğim
dosyalar nedeniyle, yıl başından itibaren, sayfalarında düşüncelerimi paylaşma
onuruna eriştiğim Özgür Gündem ve Yeni Özgür Politika gazetelerindeki köşe
yazılarıma maalesef ara vermek zorunda kalacağım.