Şahadet ederim ki,
yeryüzünden başka vatan, insanlıktan başka millet yoktur. İnsanlığın selamı
üzerinizde olsun – Aydınlanmanın özgürlükçü,
insancıl, rasyonel ve seküler sürecinde hukukun üstünlüğünün burjuva demokrasilerinin
temel direği olduğunu, hukukun üstünlüğünün sağlanmaması durumunda
»demokrasiden« bahsedilemeyeceğinin değiştirilemez bir kural hâline geldiğini
arada sırada anımsamak gerekiyor.
Zanlının suçu kanıtlanana kadar »suçsuz« olduğunu
bilmeyen yoktur herhalde. Bu nedenle Avrupalı hukukçular (avukatı, savcısı,
hakimi) »in dubio pro reo«, yani şüphe durumunda zanlıdan yana karar vermek
kuralına sadıktırlar. Ancak bu kural sadece hukukçular için değil, toplum için
de geçerlidir.
Çağdaş hukukun temeli adalettir. Bunu sağlayacak en
önemli kurum da »kuvvetler ayrılığıdır«. Adaletin ve kuvvetler ayrılığının
olmadığı yerde keyfiyet vardır, hukuk yoktur. Her ne kadar formel muhakeme
süreçleri olsa da, hukuktan bahsedilemez.
Tarih egemenlerin »itisaf« yolu ile hukuku egemenliklerin
devamı için »eğdiklerini« gösteren sayısız örneklerle doludur. Ama bunu
yaparlarken bile, hukukun var olduğunu göstermeye özen gösterirler. Alman
nasyonalsosyalizmi bile Holocaust’u
»Nürnberg Irk Yasaları« adlı bir yasa ucubesi oluşturarak gerçekleştirmişti.
Ama buna rağmen, gene tarihe bakarak, keyfiyet ve itisaf ile hukuku hukuk
olmaktan çıkaran en kanlı, en zalim diktatörlüklerin bile ebedî
olamayacaklarını söyleyebiliriz.
Diktatörlüklerin, baskıcı rejimlerin ebedîliklerini
engelleyen güç ise, günün birinde toplumsal vicdanın baskın çıkması, halk
kitlelerinin örgütlü muhalefetidir. Hakkaniyet duygusunun ve vicdanın olmadığı
yerlerde ise, diktatörlük, hukuksuzluk ve zulüm sadece yer değiştirir. Bir
örnek vermek gerekirse, Muammer el Kaddafi’nin
yakalanış ve öldürülüş biçimi, zulmü uygulayan elin nasıl değiştiğini gösteren
iyi bir örnektir. Kaddafi ne denli diktatör, ne denli suçlu olursa olsun, sözde
ayaklanmacıların Kaddafi’yi makadına bıçak sapını sokarak iğfal etmeleri ve
ardından öldürmeleri, Libya’da günün birinde demokrasi ve hukukun üstünlüğü
kurulsa bile, bu olayla yüzleşmeden son derece sakat ve zayıf olacağına
işarettir. Böylesi davranış ne burjuva hukuku ile, ne de İslamın, Şeriatın
kuralları ile bağdaştırılabilir.
Demek istediğim, egemenler keyfiyet, itisaf ve
hukuksuzluktan ne kadar sorumlu iseler, aynı şekilde davranan, hatta düşmanına
yapılan haksızlığa sessiz kalan toplumlar, o denli bu suçun ortakları olurlar.
Toplumun önde gelen kesimleri, örneğin aydınlar bunu yaparlarsa, o zaman sonu
kan dökmeye varacak olan süreçlerin önü açılmış demektir.
Son dönemlerde, özellikle Türkiye’de »KCK Tutuklamaları«
adı altında yürütülen hukuksuzlukla ilgili tartışmaları izlediğimde, müthiş bir
umutsuzluğa kapıldığımı fark ettim. »Solun«
veya »Kürtlerin, şiddetle aralarına
mesafe koymaları gerekir«, »ama onlar
da insan öldürmüşler« v.b. gibi başlayan ve tutuklanmaların meşruiyetini
sorgulamak yerine, isteyerek veya istemeyerek bu meşruiyetsizliği
meşrulaştırmaya yarayan yaklaşımları, »çok kötü günlerin« habercisi olarak
algılamaya başladım.
Diyelim ki Büşra Hoca veya Ragıp Zarakolu olsun,
tutuklananların hepsi »şiddetten« yana ve şiddetin uygulanmasını savunuyorlar.
Yani egemen söylemde hepsi birer »terörist«. Peki »teröristin« de hakkı yok mu?
»Yok, bunları sallandırmalı«
diyorsanız, söyleyecek bir söz kalmaz. Ama hukukun üstünlüğü, demokrasi v.b.
gibi lafları ağzınıza alıyorsanız, o zaman bir »teröristin« dahi adil
yargılanma, savunma hakkını sonuna kadar kullanma ve suçu muhakeme sürecinde
kanıtlanana kadar suçsuz olduğunu, yani »in dubio pro reo« kuralını kabul etmek
durumundasınız.
Bu kuralı kabul ettiğinizde ise, »teröriste« dahi yapılan
her haksızlığa, en ufak hukuksuzluğa karşı çıkmak vazifenizdir. Tabii, »Türkiye bir hukuk devleti« diyorsanız, Nuray Mert’in dediği gibi size acil
şifalar dilerim. Ancak içinizde en ufak bir şüphe varsa hukuksuzluğa dair, o
zaman »amaları«, »fakatları« bir yana bırakmalı, vazifenizi yerine
getirmelisiniz.
Peki, vazifenizi yerine getirmezseniz? Şöyle
yanıtlayayım: sadece yaşamanın bir değeri yok, aslolan doğru yaşamaktır. Doğru yaşamak, her daim dik durmaktır - »ipin, kurşunun rağmına!«. Doğru
yaşayabilmenizi temenni ederim.