21 Ara 2011

Susan namerttir!


10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Madde 9: »Hiç kimse keyfî olarak tutuklanamaz, alıkonulanamaz veya sürülemez«, Madde 10: »Herkes, haklarının, vecibelerinin veya kendisine karşı cezaî mahiyette herhangi bir isnadın tespitinde, tam bir eşitlikle, davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil bir şekilde ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir«.
18 Aralık 2011, T.C. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay: »Tek yönlü uyguladığımız entegre bir stratejimiz var devlet olarak. Sınır ötesi operasyonlardan, KCK operasyonlarına hepsi koordinasyon içinde, tartışılmış, kararlaştırılmış, planlanmış ve yürütülmektedir«.
Gün olur, insanın işi başından aşkındır, yazdıklarına ara verir. Ama gün olur, iki elin kanda da olsa, sesini çıkartmazsan aynaya bakamazsın. 20 Aralık 2011 günü tek merkezden planlanmış, kararlaştırılmış ve emredilmiş polis baskınları ve tutuklamaların haberini aldığımda, bugün o gündür dedim kendi kendime.
Emperyalist hırslarını saklamayan, iktidarını perçinlemek için hukuku eğen, yürürlükte olan kendi anayasası ve ceza yasası hükümlerini (bırakın uluslararası hukuku) ayaklar altına alan, keyfiyeti ve siyasî motivasyonu geçerli hukuk yapan ve »Düşman Ceza Hukuku«nu uygulamaya sokan bir devlet, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve BM Şartı’na göre bir »Haksızlık Devleti«, bir »Despot Devlet«tir. Haksızlığa ve despotluğa karşı direniş göstermek ise, yurttaşlık görevidir.
Almanya’nın uzun zamandır Türkiye’deki karar vericileri »hukukî yollarla« ilgili olarak eğittiği biliniyor. Ama görüldüğü kadarıyla Türkiye karar vericileri asıl hocalarını Alman hukukçu Günther Jakobs’da bulmuşlar. Jakobs 1985 yılında »Düşman Ceza Hukuku« tanımlamasını yapmıştı. Bu tanıma göre, »devlet düşmanı« olarak görülen kişi yurttaşlık haklarından mahrum bırakılır ve devlet bu kişiye karşı her türlü »aracı« kullanmaya yetkilidir. »Düşman Ceza Hukuku« devleti, demokratik hukuk devleti esaslarından muaf tutar. Yani Guantanamo’lar veya Özel Yetkili Ceza Mahkemeleri olanaklı olur, yargı hükümetin kontrolü altında ve direktiflerine göre hareket eder.
Devlet ve rejimi despotik olunca, başbakanın yardımcısı »herşeyin« yani bombardımanların, kirli savaşın, keyfî tutuklamaların, medyadaki yargısız infazların, zorunlu hâllerde istisnaî bir öntedbir olan tutuklamaların başlı başına ve yürürlükteki yasalara aykırı olarak bir cezalandırma biçimine getirilmesinin, güdük de olsa »demokrasinin« rafa kaldırılmasının ve »Kuvvetler Ayrılığı İlkesinin« geçersiz kılınmasının »tek merkezden planlı bir biçimde gerçekleştirildiğini« itiraf eder, devletin başı »devletin gücünün, herkesin gücünden daha güçlü olduğunu içeride ve dışarıda herkesin bilmesi gerekir, dolayısıyla son operasyonlarımız hep bu yöndedir. Ümit ederiz ki; içeride ve dışarıda herkes, kendine bundan bir hisse çıkartır« diyerek despotizmi en yukarıdan teyid eder.
Evet, sayın Cumhurbaşkanı haklı; herkes kendine bundan bir hisse çıkartması lazım. Solliberaller ve Tarafgir »entelektüeller« hiç timsah gözyaşı dökmesin. Savundukları, »demokratikleşiyoruz« dedikleri devlet böylesine bir devlet. Yarın iktidara ters düşüp, hukuka ihtiyaçları olduklarında, demokratik hukuk devletinin herkese, er ya da geç, gerekli olduğunu göreceklerdir. Merak etmesinler, zor duruma düştüklerinde gene biz baldırı çıplaklar yardımlarına koşacağız. Ama tarihe nasıl not düşüleceklerine kendileri karar verecektir.
Evet, sayın Cumhurbaşkanı, haklısınız. Biz sosyalistler, devrimciler, radikal demokratlar bu yaptıklarımızdan kendimize hisse çıkartıyoruz. Demokratik, eşit ve özgür bir geleceği kurana dek, despotluğunuza direneceğiz. Doğruyu söylemeye, hukukun üstünlüğünü savunmaya, barış için mücadele etmeye devam edeceğiz. Şairin dediği gibi, »ipin, kurşunun rağmına« susmayacağız. Kime haksızlık yapılırsa, kendimize haksızlık yapılmış sayacağız. Tankınıza, topunuza, polis devleti uygulamalarınıza, özel yetkili savcı ve mahkemelerinize rağmen, tiranların ilelebet iktidarda kalamayacaklarının bilinciyle, direneceğiz ve konuşacağız.
Sözümüz söz: Susan namerttir!