Yarın Almanya’nın en büyük eyaleti olan
Kuzeyren-Vesfalya’da Eyalet Parlamentosu seçimleri yapılacak. Gözlemciler, bu
seçimlerde de »Korsanlar«ın parlamentoya girmesine kesin gözüyle bakıyorlar.
Araştırmalar Korsanlar’ın yüzde 9 oy potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor.
»Özgür internet«, »telif haklarının
kaldırılması« ve »herkese önkoşulsuz
temel gelir« talepleri dışında hiçbir siyasî konuda »parti görüşü« olmayan
Korsanlar’ın başarısı incelemeye değer. Ama asıl ilginç olan, burjuva
demokrasisinin içini boşaltan neoliberal politikaların destekçisi yaygın
medyanın neden Korsanlar’ın yelkenlerine »rüzgâr« olduğudur.
Öncelikle şunu vurgulamakta yarar var: bugüne kadar
siyasetten, seçimlerden uzak duran kesimlerin siyasî angajman göstermesi ve
örgütlenme arayışlarına girmeleri olumlu bir gelişme. »Taban demokrasisini«
uygulayan Korsanlar’ın halk kitleleri arasında sempati bulması da, demokratik
işleyişlere yönelik özlemi ve etabile partilere duyulan güvensizliği kanıtlayan
ayrı bir göstergedir.
Bu açıdan Korsanlar’ın parlamentolara girmesini, burjuva
demokrasisini »demokratiksizleştirilmeye« karşı küçümsenemeyecek bir mevziî
kazanımı olarak değerlendirmek olası. Kocaman bir »ama« olmasaydı...
Korsanlar’ın sağlıklı bir analizini köşe yazısı
kapsamında yapmak olanaklı değil elbette. Onu uzunca bir makaleye bırakarak,
Korsanlar faktörünün Almanya’daki iktidar ilişkilerine nasıl bir etki yaptığına
bakalım.
Bunun için önce 2013 genel seçimlerine kadar önümüzdeki
süreçte nasıl bir ekonomik gelişme beklendiğine bakmakta yarar var. Şu anki
yaygın varsayımlar küresel ekonomik gelişmenin krizlerden kurtulamayacağını,
orta ve uzun vadede bir rahatlamanın beklenemeyeceğini ve küresel etkinlik
üzerine olan çok kutuplu mücadelenin artarak genişleyeceğini öngörmekte.
Aynı şekilde Almaya egemenlerinin güncel krizin Almanya
halkını etkilemesini başarılı bir şekilde engellediği tespit edilmekte.
Almanya’nın, krizin »kazananı« olduğu yaygın bir kanı. Ama, ihracata dayalı bu
başarı, bilhassa AB üyesi ülkelerin borç krizine daha ne kadar
dayanabileceklerine bağlı.
Basına sızan haberler, Federal Hükümet’in Almanya
ekonomisinin kriz girdabına kapılması durumunda sertleştirilmek zorunda
kalınacak kriz yönetiminin toplumsal protesto potansiyelini artırmasına karşı
önlem paketleri hakkında tartıştığını gösteriyor. Bu »önlemler« içerisinde
bence en dikkat çeken, Alman polis teşkilatının »toplumsal ayaklanmalara karşı
mücadele yöntemleri« antrenmanlarını yaygınlaştırması.
Kriz yönetimlerine karşı oluşması beklenen toplumsal
direnç mekanizmalarının nasıl yönetilebileceği egemenler açısından önemli bir
sorun. Seçimler bunun için bir araç, ama en son Yunanistan seçimlerinde
görüldüğü gibi, seçim sonuçları her zaman egemenlerin lehine sonuçlanmıyor. Almanya’daki
son seçim sonuçlarını ve kamuoyu araştırmalarını temel aldığımızda da,
Almanya’daki neoliberal politikaların devamının, iki büyük »halk partisinin«
oluşturacağı »Büyük Koalisyonu« zorunlu kıldığı sonucuna varabiliriz.
Tam bu noktada Korsanlar faktörü önem kazanmakta. Almanya
solunun – kendisinin neden olduğu – zayıflığını göz önünde tuttuğumuzda, Alman
seçmeni arasındaki protesto potansiyelinin Korsanlar’a kanalize edilmesi,
böylesi bir »Büyük Koalisyon«un lehine olacaktır. Kamuoyu araştırmaları, ne
CDU/CSU ve FDP’nin, ne de SPD ve Yeşiller’in tek başlarına hükümeti
oluşturabileceklerini göstermekte. Belki yarınki seçimlerde SPD ve Yeşiller
başarılı olabilecektir, ama bu federal düzey için pek öyle gözükmüyor.
Derinleşen sınıf çelişkilerinin görece törpülenebildiği
Almanya’da, solun olmadığı parlamentolara giren ve somut bir parti programı
olmamasına rağmen, şimdiden hükümetlere katılma konusunu tartışan Korsanlar bu
yüzden muhafazakârından liberaline yaygın medya tarafından
desteklenmektedirler. Neoliberal blok partilerinin Korsanlar’a ciddî bir
eleştiri getirmemeleri, Korsanlar’ı bir »tehdit« olarak görmediklerini
göstermektedir.
Geçici bir fenomen olarak gördüğüm ve önümüzdeki bir kaç
yılda marjinalleşmesi muhtemel olan Korsanlar’ın sistem içi ve neoliberal
egemenliğin devamını sağlayan bir faktör olarak değerlendirilmesi kanımca doğru
olacaktır.