Yaygın medyaya bakılırsa, Sol Parti’nin mezarı kazıldı bile – bir tek tabutunun çivileri eksik. Özellikle Oskar Lafontaine’in parti başkanlığına aday olmayacağını açıklamasıyla birlikte bu yorumlar arttı. SPD genel merkezinde ise büyük bir memnuniyet hakim.
Sahiden sol bitti mi? Sol Parti parçalanmak ve yok olmak
üzere mi? Yoksa, eski bir Alman halk deyişinde denildiği gibi, »öldüğü iddia edilenler, uzun yaşar« mı?
Sol Parti’nin ciddî bir kriz içerisinde olduğu kuşku
götürmez. Ancak bu krizi salt »partinin« krizi olarak görmek, son derece yanlış
olacak. Çünkü asıl sorun sadece Sol Parti’nin değil, örgütsel ve parlamenter
ifadesi olduğu Almanya sol hareketinin zayıflığıdır.
Elbette bu tespit, Almanya solunun en önemli siyasî
formasyonu olarak Sol Parti’nin günâhsız olduğu anlamına gelmiyor. Aksine,
parti 2005’de birleşme sürecini tetikleyen parlamenter başarıyı parlamento
dışında, işletmelerde, mahallelerde ve farklı toplumsal kesimler arasında
kökleşmek için kullanamadı. Parlamento dışında etkin bir toplumsal muhalefeti
örme becerisini gösteremedi ve parti içindeki akımlar, birlikte – eleştirel bir
ortaklıkla – hareket etmek yerine, yan yana var olup, birbirlerinin kuyusunu
kazmayı yeğlediler. Dahası, partinin asıl siyaset merkezi ve aracı olarak,
hiyerarşileri yataylaştırıp, solun demokratikleşmesine ve geniş kesimlerin
siyasete katılmasına katkı sunulması yerine, parlamento grupları »karar merciî«
hâline geldi ve yerel parti örgütleri »seçim bürolarına« indirgendiler.
Partinin günâhları işin bir yanı. Ama kanımca asıl
belirleyici olan Almanya toplumsal ve politik solunun bütünsel zayıflığıdır.
»Parti başkanı kim olacak« yönündeki tartışmaların kişiselleştirilmesi de bu
zayıflığın bir ifadesinden başka bir şey değil.
Solun bütünsel zayıflığının bence iki temel nedeni var:
Birincisi, Almanya’nın çeper değil, merkez ülke olmasıdır. Avrupa’nın çeperinde
borç krizi ile boğuşan ülkelerde neoliberal soygun politikalarına karşı
toplumsal protestolar had safhaya ulaşırken, merkezde yaprak kımıldamıyor.
Almanya egemenleri, işçi sınıfının çekirdek kesimlerini primler ve mücadele
etmeden verdiği toplu iş sözleşmeleriyle susturmasını başardı. Daha bir-iki yıl
öncesinde yüzde 2-2,5 ücret artışını ancak grev tehditleri sonrasında veren
Alman sermayesinin, örneğin en son metal iş kolunda bir günlük görüşme ile 13
aylığına yüzde 4,3 ile son yılların en yüksek ücret artışını kabul etmesi ve
otomotiv sektöründe işletmelerdeki çekirdek kadrolara »kendiliğinden« 6-8 bin
Avro’luk primler verilmesi, boşuna değil.
İkincisi, muhalefetteki sosyaldemokrasinin siyasî
söylemini »sol« retorik ile besleyerek, toplumsal muhalefet güçlerinden
bazılarını, özellikle SPDli yöneticilerin elinde olan sendikaları yanına
çekmesidir. Bu »sol« retorik, SPD ve Yeşiller’in neoliberal cephe içerisinde
yer almalarına ve Schröder Dönemi’nin yoksullaştırma politikalarına sahip
çıkmalarına rağmen, yaygın medyanın desteği ve sermayenin verdiği »kırıntılar«
sayesinde geniş kesimler üzerinde etkili oldu ve olmaya devam ediyor.
Sol Parti’nin bu retoriğe gereken yanıtı vermemesi, hatta
partideki reform sosyalistlerinin Erfurt Programı’nı sorgulayarak, SPD ve
Yeşiller ile ortaklık araması, Sol Parti’nin asıl seçmen grubu olan emekçi ve
yoksul kitlelerin önemli bir kesiminin artan bir sayıda seçim sandıklarından
uzak kalmasıyla birleşince, solun ve partinin krizi derinleşti.
Geniş kitleler üzerinde etkin bir hatip olan Oskar
Lafontaine’in geri çekilmesi elbette bir kayıp, ama sonun habercisi değil. Aynı
zamanda, soldaki krizi aşmak için bir fırsat.
2-3 Haziran 2012’de yapılacak olan Göttingen Kurultayı,
partinin içinde bulunduğu krizi bir fırsata dönüştürebilir. Başarısızlıktan
çıkışı, programatik içeriklerinden vazgeçip, sosyaldemokratlaşmada arayan bir
partiye ihtiyaç yok. Ama neoliberal cepheye karşı toplumsal direnişi örecek,
kararlı bir şekilde barışı ve demokratikleşmeyi savunacak, emperyalist talandan
kırıntı kopartmak yerine, Almanya sermayesinin kanını emdiği halkların yanında
duracak ve içinde yeşerdiği sınıfın çıkarlarını siyasetine temel alacak bir Sol
Parti’ye her zamankinden fazla ihtiyaç var.
Bu ihtiyacı karşılamak, kurultay delegelerinin
elinde...