Yunanistan Krizi, Fransa Başkanlık Seçimleri, G 8 ve NATO
Zirveleri gibi konuların bir süreliğine arka plana ittiği »Suriye haberleri«, Hula Katliamı’yla yeniden Batı
basınının manşetlerine yerleşti. Sivillere yönelik katliam, savaşın iğrenç
yüzünü göstermekle birlikte, Batı’nın ikilemini de tekrar gün yüzüne çıkardı.
BM Güvenlik Konseyi katliam nedeniyle Suriye Rejimi’ni
sert bir dille kınadı. Koordineli bir aksiyonla Batılı ülkeler ile Japonya ve
Türkiye, Suriye büyükelçilerinin akreditasyonlarını iptal ettiler. Fransa
başkanı sosyalist (!) François Hollande »Suriye’ye
askerî müdahale olabilir« mealinde bir açıklama yaptı. Akla ilk gelen:
bundan sonrası savaş – mı?
Her ne kadar savaş tamtamlarının uğultusu artsa ve sözde
»Hür Suriye Ordusu« Batılı destekçilerine »artık
müdahale edin« çağrıları yapsa da, şu an için Batı’nın Suriye’ye askerî
müdahalede bulunması pek olanaklı gözükmüyor. Güvenlik Konseyi’nden böylesi bir
müdahaleyi »meşrulaştıracak« ve »her türlü
şiddet aracının kullanılmasına izin verecek« olan bir karar, Çin ve
Rusya’nın muhalefeti nedeniyle henüz çıkartılamadı. Gerçi ABD ve NATO işlerine
geldiğinde Güvenlik Konseyi kararlarını beklemeden ve BM Şartı’nı ayaklar
altına alarak her türlü saldırıyı ve işgali gerçekleştiriyorlar, ama Suriye’de
durum farklı.
Batılı güçler uzun bir süre Suriye Rejimi’nin »içten«
yıkılması için angaje oldu. Bu angajmanları, hâlâ ve artarak devam ediyor,
ancak Suriye muhalefetinin »hadi
saldırın« taleplerine hiç bir başkent olumlu yanıt veremiyor.
Bu muğlaklığın ardında tabiî ki askerî ve siyasî nedenler
yatıyor. Avrupa yaygın medyasında yayımlanan »uzman görüşlerine« bakılırsa,
Batı’daki karar vericiler Suriye’de Libya usulü bir çözümün, yani salt hava
saldırılarıyla rejimi çökertmenin olanaksız olduğuna ikna olmuşlar. Kanımca
asıl sorun bu değil. Asıl korku, olası bir askerî müdahalenin yol açacağı
sonuçlar.
Hava saldırılarının »yeterli« olmayacağı ve kara ve deniz
kuvvetlerinin operasyona katılmalarının zorunlu olduğu düşünülürse, Batı
ordularının, siyasî, dinî ve etnik ihtilaf çizgileri içerisinde sürekli
karmaşıklaşan iç savaşın hakim olduğu bir ülkede, içinden kolay çıkılamayacak
bir bataklığa saplanacakları hesapları yapılmakta. Bunun yanısıra Batı
kendisini, kendi kamuoyuna açıklayamayacak bir biçimde istemediği
»müttefiklerle« (örneğin El-Kaide) işbirliği içerisinde bulacak. Kaldı ki,
böylesi bir müdahalenin Suriye Rejimi’ni alaşağı edebileceği de son derece
şüpheli. Bunlar işin askerî yanı.
Durumu karmaşıklaştıran temel neden Suriye’deki iç
ihtilaflar değil, bölgedeki jeopolitik dengelerdir. Bölgeye kuş bakışı
bakıldığında, bir tarafta İran öncülüğünde Irak’tan Lübnan’a ve Suriye’den
Gazze’ye kadar güçlü bir Şiî ittifakının, diğer tarafta da Suudî Arabistan ve
Körfez İşbirliği Ülkeleri’nin oluşturduğu ve Türkiye’nin desteklediği bir Sünnî
ittifakının uzlaşmaz bir biçimde karşı karşıya durdukları görülür. İran, Irak,
Suriye ve Türkiye’deki Kürt nüfusun içinde bulunduğu durum da işin cabasıdır. Rusya’nın,
Suriye’de donanmasına Akdeniz’i açan limanından vazgeçmeyeceği gerçeği ile
olası bir bölgesel Şiî-Sünnî çatışmasının Filistin Sorunu’nu nasıl
etkileyebileceği de göz önünde tutulursa, Batı’nın Suriye’de nasıl bir ikilem
içerisinde olduğu görülebilir.
BM Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın hazırladığı ve
Suriye’nin kabul ettiği plan, barışçıl bir çözümün olanaklı olduğu göstermişti.
Annan Planı’nı sabote edenler, başta Batılı ülkeler oldular. Şimdi ise, başta
BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon olmak üzere, Batı’nın önde gelen siyasetçileri
Suriye’ye »Annan Planı’na uyun«
çağrıları yapıyor. Ancak bu çağrıların inandırıcılığı kalmadı. Çünkü gerek
Körfez ülkeleri, gerekse de NATO ülkeleri Suriye’deki şiddetin artması için
ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar. Türkiye’nin bu çerçevede oynadığı
rol ise, son derece tehlikeli.
»Suriye Ulusal Konseyi« sözcüsü Burhan Galiun muhalefete »Güvenlik Konseyi askerî müdahale kararı
alana kadar saldırılara devam« emrini verirken, Rusya’nın Suriye büyükelçi
yardımcısı Alexander Pankin, Hula Katliamı’nın arkasında »yabancı gizli servislerin« olabileceği tahmininde bulundu.
Katliamın her türlü barışçıl sorunu dinamitlediği düşünülürse, pek yabana
atılacak bir tahmin değil.
Öyle ya da böyle, olan Suriye halklarına oluyor. O açıdan
Suriye’deki Kürtlerin en önemli partisi olan Demokratik Birlik Partisi PYD’nin,
»yabancı müdahale istemiyoruz. Demokratik
ve özgür bir Suriye, ancak Suriye halklarının eseri olabilir« duruşu,
barışın nasıl tesis edileceğine yönelik en anlamlı pozisyon olarak tarihe
yazılıyor.