Beklediğim gibi de oldu, bazı yoldaşlarımla görüşebildim.
Solun hükümetlere ortak olması tartışmalı ve hayli komplike bir konu. Ama beni
asıl şaşırtan, konuşmacı olduğum toplantıya katılanların ne denli hazırlıklı
geldikleri oldu. Genelde böylesi toplantılarda hayli önyargılı ve çoğunlukla yüzeysel
bilgiye sahip olan dinleyicilerle karşılaştığım için, şaşırmıştım. Şunu da
belirtmeliyim; toplantıya sadece 12 kişi katıldı ve yaş ortalaması – tahminen –
yetmişin üzerindeydi. Katılımcılar Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde parti ve
hükümet üyeliği yapmış eski komünistler ve emekli öğretim üyeleri olunca, kendimi
bir imtihan komisyonu önündeymiş gibi hissetmedim değil...
Neyse konuyu dallandırmayayım; bir dinleyicinin sorduğu
sorulardan bir tanesi beni hayli düşündürdü ve bugünkü köşe yazımı bu konuya
yoğunlaştırmama neden oldu. Willy hoca, ki Ortadoğu’yu yakından tanıyan bir uluslararası
stratejiler uzmanı, şöyle dedi: »Görebildiğim
kadarıyla farklı ulus devletlerinin sınırları içerisinde yaşayan Kürtler
arasında kendilerine ait ulus devlet kurma arzusu daha da yaygınlaşıyor. Bu
anlaşılabilir bir gelişme. Türkiye’deki Kürt hareketi ise, farklı bir konseptle
dikkat çekiyordu. Ancak son dönemlerde, Kuzey Irak yönetiminin etkisiyle midir
bilemem, ama, örneğin BDP giderek Kürdistanî olmaktan ziyade bir Kürt partisi
görünümü veriyor. Ne dersin, yoksa yanılıyor muyum?«
Zaman kısıtlı ve sorular çeşitli olunca, bazı sorulara
verebildiğiniz yanıtlar da kısa ve eksik kalıyor. Willy hocaya tatmin edici bir
yanıt veremedim maalesef, ama sorduğu soru hâlâ kafamı kurcalamaya devam ediyor
ve yeni sorularla bezenerek, kafamı kurcalamaya devam edecek gibi.
Kürt değilim, olsaydım, soru beni böyle meşgul eder miydi
bilemiyorum. »Kürt partisi mi, Kürdistanî
parti mi?« - derin bir soru. Okurlardan, »Kürt ve Kürdistanî arasında bir fark yok ki« itirazlarının
yükseldiğini duyar gibiyim. Sahiden fark yok mu? Gelin, biraz sesli düşünelim.
Yüzeysel bir bakışla, »velev
ki BDP Kürt Partisi« denilebilir. Ama bu son derece naif bir yanıt olmaz
mı? Ve hemen peşinden başka bir soruyu, yani »Kürtler, sınıfsız ve imtiyazsız,
bütünleşmiş bir toplum mu« sorusunu provoke etmez mi? Gerçi Kürtlerin »sınıf ve katmanlarıyla tek yürek«
olduğunu iddia edenler yok değil, ama bu Kürt coğrafyasının gerçeklerine ne
denli uygun? Bilhassa Kürt proleterleşmesinin bu denli arttığı bir dönemde...
Sadece anımsatmak için bir kaç sayı verelim: 2011 yılında
sayıları toplam 9,5 milyona varan »Yeşil Kart« sahiplerinin yüzde 46’sının
anadili Kürtçe. Türkiye genelinde yaşayan ve anadili Kürtçe olanların yüzde
23’ü açlık sınırının, yüzde 53’ü ise yoksulluk sınırının altında yaşamak
zorunda. Buradan şu soru çıkartılabilir: sadece »Kürt partisi« olan bir siyasî
formasyon, örneğin Diyarbakır’lı bir Kürt işadamı ile Hakkarî’de yaşayan bir
Kürt köylü kadınının siyasî karar mekanizmalarına eşit katılımını ve farklı
olan çıkarlarını savunmayı nasıl sağlayabilir? Yani »ezilenlerin ezilenleri«
olan baldırı çıplaklar ve kadınların sınıfsal çıkarları ulus potasında »ortak
çıkara« eritebilinir mi?
Düşünmeye devam edelim; sadece »Kürt partisi« olan bir
siyasî formasyon, doğal olarak »büyülü
amacı« ulus devlet olunca, aynı coğrafyada yaşayan »Kürt olmayanları« programının
neresine koyacaktır?
Ulus potasının 20. Yüzyıl’ın bir kalıntısı olması bir
yana, asıl can alıcı soru şu: Suriye örneğinde görüldüğü gibi, bölgeyi yangın
yerine çevirebilecek bir Şiî-Sünnî çatışmasının arifesinde, kurtuluşçu bir
konsept olarak ifade edilen »Demokratik Konfederalizm«in gereğini bir »Kürt«
partisi mi, yoksa »Kürdistanî« bir parti mi yerine getirebilecektir?
Velhasılı, Willy hocanın sorusu zor bir soru ve kanımca
en doğru yanıt »ezilenlerin ezilenleri« tarafından verilebilir, »ezilenlerin
ezenlerince« değil!