DIE LINKE Göttingen Kurultayı’nın sonuçları üzerine
Almanya gibi bir ülkede yaygın medyanın solda duran bir
partinin kurultayına bu denli ilgi göstermesi ilk bakışta şaşırtıcı. Pazartesi
günkü basına bakan yabancı birisi, tüm manşetlerde Sol Parti’yi okuyunca,
ülkenin en güçlü partilerinden birisinden bahsedildiği zannına kapılabilir.
Aslında 2 ve 3 Haziran 2012 tarihlerinde Göttingen’de yapılan DIE LINKE Parti
Kurultayı hakkındaki haberler, aylarca süren »antisol kampanyanın« bir devamı.
Ancak satır araları okunduğunda, yaygın medyadaki hayal kırıklığı göze batıyor.
Aylardan beri »solun sonu geldi«, »sol parçalanıyor« haberlerini yayan yaygın medyanın hevesi kursağında kaldı demek doğru olacak. Göttingen’de toplanan kurultay delegeleri, parti içindeki tüm ihtilaflara ve DIE LINKE’nin kuruluşundan bu yana devam etmekte olan en derin krizine rağmen, medyanın beklentilerine yanıt vermedi ve partinin siyaset arenasında yeniden nefes almasını sağlayacak bir rotada karar kıldı.
Aylardan beri »solun sonu geldi«, »sol parçalanıyor« haberlerini yayan yaygın medyanın hevesi kursağında kaldı demek doğru olacak. Göttingen’de toplanan kurultay delegeleri, parti içindeki tüm ihtilaflara ve DIE LINKE’nin kuruluşundan bu yana devam etmekte olan en derin krizine rağmen, medyanın beklentilerine yanıt vermedi ve partinin siyaset arenasında yeniden nefes almasını sağlayacak bir rotada karar kıldı.
Gene de »birleşik sol parti projesinin« bölünme
tehlikesini tamamiyle atlattığını söylemek için çok erken. Kurultayda seçilen
yeni parti yönetimi, kırılgan bir uzlaşının ifadesidir. Ayrıca ihtilafların
devam edip etmeyeceği, aktörlerin bundan sonra alacakları tutuma bağlı olacak.
Buna rağmen kesin söylenebilecek bir sonuç varsa, o da partide »esas oğlanlar
döneminin«, yani Gregor Gysi ve Oskar Lafontaine gibi »tek adamlar döneminin«
bitmiş olduğudur. Diğer bir sonuç da, partinin »sosyaldemokratlaştırma«
eğilimine verilen net »hayır« yanıtıdır.
Kanat kavgaları
Kurultay öncesinde ve kurultayın başladığı saatlerde
baskın olan resim, partinin »reformcu« ve »sol« kanatları arasındaki uzlaşmaz konumlanıştı.
Özellikle Doğu eyaletlerinde ve Berlin’de çoğunluğu ellerinde tutan reformcu
kanat kurultay öncesinde sert Lafontaine karşıtlığı ve SPD’ye yakınlaşma
eğiliminin temsilcisi Dietmar Bartsch’ın parti başkanı seçilmesi için
gösterdiği çaba ile dikkat çekiyordu. Oskar Lafontaine’in adaylıktan çekilmesi
ile başını »Sosyalist Sol« ve »Antikapitalist Sol« akımlarının çektiği kanat,
Bartsch’ın adaylığını engellemek için yoğun bir kampanyaya girişmişti. Bu
uzlaşmaz konumlanış nedeniyle, Bartsch’ı destekleyen yaygın medyada »sol
bölünecek« kehanetleri yükseldi.
Kurultayın ilk saatlerinde akımların temsilcilerinin
yaptıkları konuşmalarda ağırlık, eski parti yönetiminin kurultaya sunduğu karar
tasarısı ve reformcu kanatın alternatif karar tasarısı üzerine yoğunlaştı.
Reformcu kanat temsilcileri, »partimizin, diğer partiler, özellikle SPD ve
Yeşiller ile arasına kesin çizgi koyması yanlıştır, aslolan halkın yararına
çoğunlukları örgütleyebilecek ittifaklar gereklidir« diyerek, Lafontaine’in
temsil ettiği çizginin »dogmatik« oluşunu eleştiriyordu.
Bu tartışmalar esnasında Gregor Gysi ile Oskar Lafontaine
arasındaki ayrım da ortaya çıktı. Gysi, »meclis grubunda nefret hakim, parti
birleşme süreci başarısız oldu, kavga etmek yerine ayrılmak daha doğru olur« diyerek
üstü kapalı bölünme tehditinde bulunurken, Lafontaine, »bölünme lafı telaffuz bile
edilmemeli, sol yeniden güçlü hâle getirilmeli« çağrısında bulundu. Karar
tasarıları üzerine yapılan görüşmelerde öne çıkan, delegelerin çoğunluğunun,
»ülkenin birleşik bir sol partiye ihtiyacı var, partiye, bütünleştirici ve
kooperatif bir yönetim seçmeliyiz« biçiminde özetlenebilecek yaklaşımıydı.
Nitekim bu yaklaşım ve muhtemelen yapılan bazı
görüşmelerin de etkisiyle, reformcu kanat alternatif karar tasarısını geri
çekti. Kurultay delegelerinin partinin sol profilinin güçlenmesine yönelik
tavırları fazlasıyla öne çıkmıştı. Yapılan konuşmalarda parti içindeki
ihtilaflara ve hatalara vurgu yapılmasına rağmen, en sert eleştirileri yapanlar
bile her defasında parti içi dayanışma ve ortak çalışma iradesinin
gösterilmesine yönelik çağrılarda bulundular.
Yeni parti yönetimi
Kurultaya katılan 570 delege, Almanya solunun tarihinde
ilk kez eski yönetim kurulunun başkanlık için önerisinin olmadığı bir seçimle
karşı karşıyaydılar. Sadece parti yönetiminin üzerlerine anlaştığı adayların
olmaması yanında, 8 aday arasında seçim yapmak durumunda kaldılar. Dietmar
Bartsch’ın adaylığı nedeniyle parti örgütlerinde başlayan çekişmeler kurultay
gününe kadar devam etmiş ve alternatif eşbaşkanlık önerileri gündeme gelmişti.
Bu eşbaşkanlık önerilerinden en ilginci ise, Doğu kökenli
Katja Kipping ile Kuzeyren Vesfalya örgütü eşbaşkanı Katharina
Schwabbedissen’den oluşan »üçüncü yol – kadın eşbaşkanlar« önerisiydi. Ancak
gerek Kipping’in, gerekse de Schwabbedissen’in sendikal kökenden olmamaları ve
parti tabanına danışmadan önplana çıkmaları tepki topladı. Sol kanadın
eleştirileri sonucunda Schwabbedissen aday olmaktan vazgeçti ve Stuttgart’lı
sendikacı Bernd Riexinger doğrudan Bartsch’ın karşıt adayı oldu.
Eşbaşkanların kadın-erkek eşitliğini sağlanmasının
sembolü olması nedeniyle ilk seçim Kipping ile Bartsch’ın desteklediği
Hamburg’lu Dora Heyenn arasında oldu. 553 geçerli oyun 371’i (yüzde 67,1)
Kipping’e, 162’si de (yüzde 29,3) Heyenn’e verilince, Kipping açık ara farkla
eşbaşkan seçildi. Karışık listede ise 555 geçerli oyun 297’si (yüzde 53,5)
Riexinger’e, 251’i de (yüzde 45,2) Bartsch’a çıktı. Böylelikle hem kadın-erkek
temsilini, hem de partinin geniş bir kesiminin temsili sağlanmış oldu.
Başkan vekilliği seçimlerinde sol kanatın temsilcisi Sarah
Wagenknecht, reformculara yakın olan Caren Lay, barış hareketinden gelen Jan
van Aken ve ekonomist Axel Troost yönetime seçildiler. Kipping ve Riexinger’in
önerisiyle reformcu kanatın önde gelen temsilcilerinden olan Matthias Höhn
partinin genel sekreterliğine getirildi. Toplam 44 kişilik parti yönetiminin
yarısı kadınlardan oluşuyor. Dikkat çeken bir diğer husus, parti yönetiminde
Ali Dailami ile sadece bir göçmenin temsil ediliyor olması. Her ne kadar genel
sekreter ve genel sayman gibi kilit makamlar reformcu kanadın eline geçmiş olsa
da, sol kanat parti yönetiminde çoğunluğu sağladı.
Bu açıdan bakıldığında Kipping ve Riexinger ile yeni bir
dönemin başladığı söylenebilir. Herkese önkoşulsuz temel gelir talebinin en
ateşli savunucularından olan Kipping, kavgacılıktan uzak tutumuyla parti içi
ihtilafların daha soğukkanlı bir biçimde aşılması için katkı sunabilir.
Riexinger ise, hem sendikacı kimliği hem de Lafontaine’e olan yakınlığı ile
partinin sosyal hareketler ve sendikalar arasında kökleşmesi için gerekli olan
radikal söylemi inandırıcı bir biçimde kullanabilir. Ancak bunun için her
ikisinin de kısa zamanda parti içi akımlardan »bağımsızlaşması« gerekmekte.
Partinin iç ihtilaflarını aşabilmesi ve yeniden siyaset yapabilmesinin
sağlanması için eşbaşkanlara büyük görev düşüyor ve bunun için pek fazla zamanları
yok.
Kurultay siyasî kültür farklılıklarını öne çıkardı
Kurultay, 16 Haziran 2012’de beşinci yılını kutlayacak
olan Sol Parti’nin, birbirinden farklı iki siyasî kültürün yanyana varolduğu
bir parti olduğunu kanıtladı. Brandenburg’da eyalet hükümetine SPD ile ortak
olan, aralarında büyükşehir belediye başkanlarının da olduğu sayısız kent
yönetimini elinde tutan ve neredeyse Doğu eyaletlerinin hepsinde ikinci parti
durumunda olan DIE LINKE, Batı’da Hamburg, Niedersachsen, Hessen ve Saarland’ın
haricinde eyalet parlamentolarında yer almıyor. Doğu’da yüzde 20’lere ulaşan
parti, Batı’da yüzde 5’i yakalamakta zorluk çekiyor.
Doğu’da, bir zamanların devlet partisi olan Sosyalist
Birlik Partisi kökenli üyelerin partiye bakışı ile Batı’da çoğunlukla muhalif
sol akımlardan, sendikalardan ve eski SPD üyelerinden oluşan üyelerin parti
anlayışları arasında büyük farklar bulunuyor. Doğu’da seçmenden aldıkları büyük
destek ile eyalet ve yerel yönetimlere ortak olan parti örgütleri, kendilerini
geniş kesimleri ve katmanları içeren bir nevî »halk partisi« olarak görürlerken
ve diğer partiler ile ortaklık ararlarken, Batı’daki parti örgütleri çoğunlukla
sol muhalefet olarak diğer partilerle aralarına kesin sınır konulması
kanaatindeler.
Doğal olarak bu farklılıklar, partinin ülke genelinde
izlemesi gereken rota konusunda da ihtilaflara neden oluyor. Reformcu kanat,
ülkedeki asıl sorunların »sınıf çelişkileri üzerine kurulu olmadığını« ve bu
nedenle »reformlarla dönüşümün sağlanıp, sosyal ve demokratik bir politikanın
çoğunluk elde etmesinin olanaklı olduğunu« savunurken, sol kanat »diğer
partilerin neoliberal cephe içerisinde birleştiğini ve partinin antikapitalist
bir politika ile toplumsal muhalefeti örmesi gerektiğini« savunuyor.
Partinin yaklaşık 70 bin üyesi var ve parti içi akımlar
parti üyelerinin sadece küçük bir kesimini temsil ediyorlar. Buna rağmen parti
içi akımların üye sayısı, partinin tüm üye sayısı ile kıyaslandığında,
milletvekilleri ve parti yönetimleri çoğunlukla parti içi akımların
temsilcilerinden oluşuyor. Böyle olunca da gerek yönetimlerde, gerek
milletvekilleri arasında, gerekse de parti aparatında akımlar arası egemenlik
kavgaları öne çıkıyor ve stratejik bir merkezin oluşması zorlaşıyor. Egemenlik
kavgasının yol açtığı rekabet ise partinin zaten zorluk çektiği yerel
örgütlenme ağını zayıflatıyor.
Kurultayda da görüldüğü gibi, parti üyelerinin çoğunluğu
akımlar arasındaki bu uzlaşmaz egemenlik kavgalarından rahatsız oluyorlar.
Zaten kurultay sonuçları da, akımlara yönelik bir sinyal olarak algılanabilir.
Kurultayın bunun ötesinde çoğulcu, demokratik, geniş, ama aynı zamanda
kapitalizm karşıtı mücadeleci bir partiye duyulan özlemin hâlâ çekiciliğini
kaybetmediğini de gösterdiği söylenebilir.
Uçurumun kenarından dönüldü, ama...
Göttingen Kurultayı, parti üyelerinin çoğunluğunun
arzuladığı bir projenin gerçekleştirilebilmesi için yeni bir fırsat verdi.
Ancak bu fırsatın kullanılmasına yarayacak olan zaman penceresi çok uzun bir
süre açık kalmayacak. Çünkü kurultayda, önceden açılan güvensizlik yaraları
yeterince kapatılamadı.
Parti, deyim yerindeyse uçurumun kenarından döndü, ama
henüz marjinalleşme tehlikesi atlatılmış değil. Oluşturulan yeni parti
yönetiminin, Erfurt Programı temelinde bir köprü olabilmesi şansı yok değil
elbette. Ancak bunun için partinin yenilenmesi ve yeniden »icat« edilmesi
gerekiyor. Eğer yeni yönetim solun dayanışmacı ve mücadeleci siyasî kültürünü
kurabilir, büyük bir çoğunlukla kabul edilen parti programının siyasî söyleme
temel oluşturmasını sağlayabilir, partiyi bütünüyle aslî görevlerine
yönlendirebilir ve kapitalizmin krizine inandırıcı yanıtlar verilmesini
sağlayabilirse, partinin içinde bulunduğu derin krizi aşmak için gerekli olan
soluğu kazandırabilecektir.
Partinin yeni yönetimi son derece güç görevlerle karşı
karşıya. Bir tarafta partili aktörlerin yeniden ortak mücadele yolunu seçmeleri
için gerekli olan kararlılığı ve tutarlılığı sergilemek zorundalar. Diğer
tarafta ise, partinin kapitalizmin merkez ülkelerinden olan Almanya’daki
neoliberal cephe karşısında başta emekçi halk kitleleri olmak üzere, toplumun
geniş kesimlerinin ihtiyaçlarına yanıt verebilen bir siyasî formasyon olduğunu
kanıtlamak zorundalar. Bunun içinse partinin yerelde kökleşmesi, farklı
toplumsal dinamiklerle birlikte egemen politikalara karşı ittifaklar
oluşturması ve seçmen tarafından siyaset değişikliğine yol açma yetisine sahip
alternatif olarak görülebilmesi için örgütlenme atağını gerçekleştirmek
zorundalar.
Tüm bu zorundalıklar, kamuoyu görüşünü başarıyla manipüle
eden ve güçlü medya tekellerinden oluşan yaygın medyanın saldırılarının
artacağı bir dönemde üstesinden gelinmesi zor, ama olanaksız olmayan bir meydan
okumadır. Ancak yeni parti yönetiminin bu meydan okumanın üstesinden
gelebilmesi büyük oranda reformcu kanadın bundan sonra alacağı tavra bağlı.
Eğer Bartsch’ın seçilmemesi nedeniyle »intikam« almaya çalışırlar ve daha
önceki parti eşbaşkanları olan Gesine Lötzsch ile Klaus Ernst’e karşı
yaptıkları gibi ayrıştırıcı bir politika izlerlerse, partinin bölünmesine
gidecek olan yolu açmış olurlar.
Kurultay sonrasında yaygın medyada yer alan yorumlar,
reformcu kanadı böylesi bir tavır için cesaretlendirici nitelikte. Başta
Bartsch olmak üzere, reformcu kanadın temsilcilerinin kurultay sonrası verdikleri
demeçler, yeni yönetimle yapıcı bir ilişki içerisine girecekleri yönünde.
Görüldüğü kadarıyla reformcu kanat ta solun bölünmesinin hiç kimseye
yaramayacağı kanaatinde. Şimdilik...
Yeni parti yönetiminin partiyi yeniden vitalize edip
edemeyeceğini zaman gösterecek. Kipping ve Riexinger’in birleştirici söylemleri
umut veriyor, ama sadece söylemin yeterli olamayacağını onlar da çok iyi
biliyorlar. Göttingen Kurultayı parti içi sorunları kökünden çözemedi, ama
çözümü için gerekli olan aracı oluşturdu. Bundan sonrası partili aktörlerin
elinde. Ya neoliberal cepheye karşı toplumsal direnişi örecek, kararlı bir
barış ve demokratikleşme savunucusu, emperyalist talana karşı emekçi halkların
dayanışmasını öncelleyen, mücadeleci bir sol olma yolunda yürüyecekler, ya da
derinleşen sınıf çelişkilerinin yaratacağı toplumsal hareketlerin ihtiyaç
duydukları siyasî formasyonu kendilerinin oluşturmasını seyredecekler.
Öyle ya da böyle; su, yolunu bulacaktır...