1992’de Rio’da gerçekleştirilen ve 170 ülkeden
temsilcinin katıldığı »Büyük Zirve«de insanlık tarihinde yepyeni bir sayfanın
açıldığı ifade ediliyordu. Doğanın korunacağı, barışçıl ve açlığın insanlık hafızasından
silineceği bir gelecek tahayyülü heyecan yaratmıştı.
O günlerde, doğanın talan edilmesinin, savaşların, açlık
ve sefaletin kapitalizmin sonucu olduğunu ve kapitalizm aşılmadan bu sorunların
hiç birisinin çözülemeyeceğini söyleyenleri ise kimse dinlemiyordu. Ne de olsa
»sosyalizm« denemesi hüsranla sonuçlanmış, ideolojiler ve tarihin »sonu
gelmişti«.
Rio’da gene büyük bir zirvenin toplandığı bugünlerde
dünyamıza baktığımızda, 20 yıl öncesine nazaran bazı (!) değişimlerin olduğunu
teslim etmek zorundayız. Ama bu değişimler olumlu mu, olumsuz mu tartışmalı.
Bazı sayıları vererek, kararı okura bırakalım:
Batılı siyasetçiler, bu bağlamda genellikle
küreselleşmenin daha fazla insanı refaha ulaştırdığını kanıtlamak için, açlık
sınırında yaşayanların sayısının düştüğü örnek olarak gösteriyorlar. Doğru. BM
verilerine göre 1990-2008 yılları arasında günde 1,25 Dolar’dan az bir parayla
geçinmek zorunda olanların sayısı 1,9 milyardan, 1,3 milyara düşmüş. Ancak,
günde 1,25 Dolar’dan fazla, örneğin 2 Dolar ile geçiniyor olmak, »refah«
göstergesi mi, o ayrı bir konu.
Buna karşın dünyada yaşayan yaklaşık 7,1 milyar insanın
dünya çapında ürettiği zenginliğin aslan payı çok küçük bir azınlığın elinde. Capgemini danışmanlık şirketi ve Royal
Bank of Canada’nın raporlarına göre, yarısı ABD, Almanya ve Japonya’da olmak
üzere çoğunluğu yerkürenin batısında yaşayan 11 milyon kişinin toplam malî
varlığı 33,4 trilyon Avro. Yani 33.400.000.000.000,00 Avro! Sadece kıyaslamak
için başka bir sayı: Federal İstatistik Dairesi, dünyanın en zengin
ülkelerinden olan Almanya’nın 2011 yılındaki toplam ekonomik gücünün 2,57
trilyon Avro olduğunu açıkladı. Yani dünya nüfusunun yüzde 1,5’i, Almanya gibi
bir ülkenin GSMH’nın 13 katı malî varlığı elinde tutuyor.
Zenginler klübünün durumu buyken, dünya çapında yaklaşık
1,5 milyar insan elektriksiz yaşamak zorunda. Sağlıklı içme suyuna ulaşmada
zorluk çeken 2,7 milyar insan ise yemeklerini ilk çağlarda olduğu gibi, açık
ateşte pişirmek zorunda. Sağlık hizmetlerine, yeterli düzeyde konuta, eğitime,
bilim, bilgi ve kültüre ulaşmakta zorluk çeken, kısmen ulaşamayan milyarları
saymıyoruz bile. Ama sadece siz bu yazıyı okuduğunuzda, okuma hızınıza göre, 19
– 25 küçük çocuk açlık, hastalık ve savaş sonuçları nedeniyle yaşamını yitirmiş
olacak.
Son yirmi yıla bakmaya devam edelim: BM verilerine göre
1992’den bu yana 3 milyon kilometrekare yağmur ormanı yok olmuş, her sekiz
hayvan türünden birinin nesli tükenmiş, tahıl ve pirinç fiyatları sekiz katına
çıkmış, karbondioksit emisyonu 22’den 31,6 milyar tona yükselmiş, arktik buz
alanı yüzde 35 azalarak 4,5 milyon kilometrekareye düşmüş ve yaklaşık 2 milyar
hektar tarım alanı uluslararası tekellerin eline geçmiş durumda. Savaşların ve
doğanın yağmalanmasının yol açtığı küresel ekolojik felaketler de işin cabası.
Kapitalist sermaye birikimi için kârlar
özelleştirilirken, uluslararası malî piyasa aktörlerinin ve neoliberal
elitlerin neden olduğu krizlerin faturası toplumsallaştırılmakta. Yoksul ve
gelişmekte olan ülkeler küresel sermayenin kârlarını güvence altına almak için
daha fazla yük altına sokulmakta, neoliberalizmin diktası altında parlamenter
meşruiyetler rafa kaldırılmakta.
Dünya Bankası, zenginler klübünün kriz nedeniyle zarar
ettiğini vurgulamaktan geri kalmamış. Zenginlerin krizdeki kayıpları 700 milyar
Dolar’mış. Neredeyse Avro Bölgesi’ni kurtarmak için ayrılan fona yakın olan bu
kayıp, malî varlıklarının sadece yüzde 1,7’sine eşit. Zenginliklerini 2009’da
yüzde 24 ve 2010’da yaklaşık yüzde 11 artıranlar için pek büyük bir kayıp
olmasa gerek.
Sayılar ve veriler daha çok sıralanılabilir, ama bu
kadarı bile son 20 yıldaki değişimlerin kimin yararına, kimin zararına olduğunu
göstermeye yetiyor. Son 20 yılın öğrettiği şeyi özetleyeceksek eğer, tek
cümleyle: »kapitalizm insan sağlığına, doğaya, hayvan türlerine, kısaca
dünyadaki yaşama zararlıdır« dememiz gerekir. Bunu görmek için marksist veya
ekonomist olmaya gerek yok, insan olmak yeterlidir!