10 Ağu 2012

Pars hamlesi


İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi’nin Türkiye ziyareti ve bu çerçevede yapılan açıklamalar, İran-Türkiye ilişkilerinin ne denli çetrefil bir süreçten geçtiğini bir kez daha göz önüne serdi. Ama ziyareti bölgedeki gelişmeler bağlamında ele alırsak eğer, resmin sadece İran-Türkiye ilişkilerinden ibaret olmadığını görebiliriz.

Öncelikle Salihi ziyaretinin iki temel amacı olduğunu söylenebilir: Birincisi, İran geçen haftasonu Suriye’de ayaklanmacılar tarafından kaçırılan 48 İran vatandaşının selameti için Türkiye’nin devreye girmesini istiyor. Sadece bu bile, Türkiye’nin Suriye’deki silahlı gruplar üzerinde söz sahibi olduğunu gösteriyor, ki bunun uluslararası hukuktaki adı da »içişlerine müdahale«dir. Yani, BM Şartı’nın çiğnenmesidir.

İkincisi, İran Türkiye’nin yumuşak karnına, yani Kürt Sorunundaki hassasiyetine dokunuyor ve »kaderdaş« olarak Türkiye’yi yanına çekmeye çalışıyor. Her ne kadar iki ülke arasındaki diplomasi limonîleşmiş gibi görünse de, Davutoğlu-Salihi görüşmesinden yansıyanlar, diplomasinin tatlı-sert bir rotada yürüdüğüne işaret ediyor. Başbakan Erdoğan’ın tamamen iç politikaya yönelik sert söylemine rağmen, ipler henüz kopmuş değil.

İran-Türkiye sahnesinde bunlar olurken, İran kendi etki alanını güvence altına almaya uğraşıyor. İran’ın ulusal güvenlik konseyi sekreteri ve dinî lider Ali Hameyni’nin kişisel temsilcisi olan Said Calili önce Beyrut’ta Hizbullah’a yakın siyasetçilerle görüştükten sonra, Salı günü Esad ile buluştu ve İran’ın tüm gücüyle Suriye’nin yanında olduğunu söyledi.

Ancak İran’dan sızan bilgiler, İran kararvericilerinin Suriye konusunda uzun zamandır ciddî tartışmalar yaşadıklarına işaret ediyor. Ulusal güvenlik konseyinde iki farklı strateji tartışılıyor: Bir tarafta, gizli servis ve Devrim Muhafızları yönetimi »Kudüs Tugaylarının« Suriye ordusuna destek çıkmaları gerektiğini savunurlarken – ki İran’ın dört yıldızlı generallerinden birisi Mayıs sonunda yarı resmî İsna Haber Ajansı’na verdiği bir demeçte, »Kudüs Tugaylarının« Suriye’de destek operasyonlarında bulunduklarını teyid etmişti –, diğer tarafta Calili’nin başını çektiği bir ekip İran’ın »şimdiden Esad sonrasına hazırlık yapılması« ve »İran’a düşman olmayan unsurlarla ilişkiler geliştirmesi« gerektiğini savunuyor. Alman FAZ gazetesinde yer alan ve İran Dışişlerinin Paris’te Suriye muhalefetinden bir kesim ile görüştüğünü bildiren bir haber, İran’ın her iki yönde de adım attığını gösteriyor.

Suriye, İran için vazgeçilemez bir mevzii.Oluşturulan İran-Suriye-Hizbullah akisi ve Irak’ta Maliki yönetiminin desteği, hem stratejik bir ittifak, hem de ABD ile müttefikleri Körfez İşbirliği ülkelerine karşı bölgedeki en güçlü cephe. İran, »Tahran’a giden yolun Şam’dan geçtiğini« biliyor ve bu nedenle, Esad ile veya Esad sonrasında Suriye’deki etkinliğini kaybetmek istemiyor.

Aslına bakılırsa Suriye başka savaşların yan muharebe alanı. Suriye’de olası bir rejim değişikliği, nükleer programı ile bölgesel güç kalmayı hedefleyen İran’ın bütün planlarını altüst edebilir. »Şiî Yayının« taşıyıcı sütunlarından olan Suriye’yi kaybetmesi durumunda, sürdürülen ambargolar ve yaptırımların da etkisiyle nükleer programından vazgeçmeye zorlanabilir. Bu durumda Rusya da yardımına koşamaz. O yüzden İran durumun ciddiyetinin farkında.

Diğer savaş ise ticarî. İran’a yönelik olan ambargo ve yaptırımlar, aynı zamanda Batı’nın kısmen Rusya’ya, ama özellikle Çin ve Hindistan’a yönelik bir ticaret savaşı anlamına gelmekte. Bilhassa Çin ve Hindistan’ın İran ile enerji, bankalar ve tüketim sektörlerinde olan işbirlikleri, ambargolardan olumsuz bir şekilde etkilenmekte. Zaten bu nedenle Çin geçenlerde ABD’nin »İran’a yönelik yaptırımları artıracağı« açıklamasına sert bir şekilde yanıt vermiş ve ABD yönetimini bu politikadan vazgeçmeye çağırmıştı.

Tahran, Suriye’deki ihtilafın bu arka planını çok iyi okuyor ve »Ortadoğu Santraçında« yaptığı Pars hamlesi ile sıkıştırıldığı köşeden kurtulmaya çalışıyor.

Peki, bölgede hamleler hamleleri takip ederken, AKP hükümeti ne yapıyor? Kaymaya başladıkları zirveye tutunmak için kükrüyor, hata üzerine hata yapıyor ve her taşeronun karşı karşıya kaldığı müteahhit baskısı altına yalpalıyor. Ve kendi sınırları içerisindeki savaşı bitirmekten aciz bir hükümet olarak, büyük oyunun figüranı olmaya devam ediyor...