1985’de kurulan İsrail lobi örgütü »Washington Ortadoğu
Politikaları Enstitüsü« WINEP’in 24 Eylül 2012 günü düzenlediği bir toplantıda
konuşan WINEP başkan yardımcısı Patrick Clawson, savaş gerekçesi sayılacak bir krizin
yaratılmasının »çok zor bir görev«
olduğunu vurguladıktan sonra, şunu söylemişti: »... Şunu da eklemek gerekiyor: bay Lincoln, Sumter Kalesi’ne
saldırılmadığı müddetce federal orduyu göreve çağıramayacağını söylerken, tam
olarak Sumter Kalesi komutanına, Güney Carolina’lıların kaleye saldırmasına yol
açacak tavırları gösterme emrini veriyordu«.
Kriz yaratma uzmanı Clawson, »Amerika’nın savaşa girmesinin geleneksel yolunun Pearl Harbor,
Lusitania, Tomkin Körfezi Olayı...« gibi komplolar üzerinden açıldığını,
sadece ABD’nin değil, İsrail’in de bolca böylesi komplolara başvurduğunu çok iyi
bilenlerden.
Aslında 20. Yüzyıl tarihini biraz okumuş olanlar,
savaşlara neden gösterilen gerekçelerin genellikle komplolardan oluştuğunu,
örneğin Adolf Hitler’in, ilk kurşunu Wehrmacht’a attırıp, Polonyalılar saldırdı
diyerek »saat 5:45’den beri ateşle
karşılık verilmektedir« anonsuyla II. Dünya Savaşı’nın başladığını,
İsrail’in 1948 »Bağımsızlık Savaşı«nın, 1967 Altı-Gün-Savaşı’nın, Kosova, Irak
ve Afganistan savaşlarının veya 2006 ve 2008’de Lübnan ve Gazze saldırılarının,
en son Libya saldırısının hangi komplolarla gerekçelendirildiklerini bilirler.
Savaş çıkarma metodlarını az çok okumuşsanız, egemenlerin
propagandalarına kuşku ile bakıyorsanız ve dün yaptıklarının bugün ve yarın
yapacaklarının teminatı olduğuna inanıyorsanız, Akçakale’de olanları sorgulayarak
irdelemek zorundasınız. Aksi takdirde, Türkiye’deki ana akım medyanın savaş
kışkırtıcılığının yarattığı dezenformasyon dumanının arkasında duran gerçekleri
görmekte zorlanırsınız.
Akçakale’ye düşen bombanın kimin tarafından atıldığı
tartışmasına takılı kalmak, esas olanı arka plana itecektir. Bu nedenle ilk
yapılması gereken Akçakale’ye düşen bombanın öncesine bakmaktır: Türkiye
hükümeti Ramazan başlangıcıyla Türkiye topraklarından koordine edilen »Şam’da volkan, Suriye’de deprem«
taarruzunu desteklemişti. Suriyeli olmayan islamist lejyonerlerin saldırısı
başarısızlıkla sonuçlandı. Ardından, Halep’in ele geçirilmesi planı bozguna
uğradı. Eylül’de ise Akçakale yakınlarında konuşlanan silahlı gruplar, Tel
Abyad’daki sınır karakoluna saldırdılar ve Suriyeli sınır görevlilerini
öldürdüler. Türk televizyonlarında yayınlanan görüntüler, Tel Abyad’daki Suriye
sınır karakolunun duvarlarındaki top ve kurşun izlerinin Türkiye tarafından
atıldığını ve islamist lejyonerlerin Türk güvenlik güçlerince selamlandığını
açıkça gösteriyordu.
Diğer yandan AKPli Şamil Tayyar’ın »Gaziantep bombası, Şam’da patlayan bombaya verilen yanıttır«
diyerek, Türkiye’nin Şam’daki bombalı saldırıda parmağı olduğunu teyid etmesi
ve en son 30 Eylül 2012’de Kamışlı’da 5 kişinin ölümüne ve 81 kişinin
yaralanmasına yol açan bombalı saldırıya Türkiye gizli servislerinin destek
verdiği dedikodusu, Türkiye’nin BM Şartı’nı çiğneyerek bağımsız bir devlete
karşı saldırgan bir tavır izlediği suçlamasına ciddî bir temel oluşturmaktadır.
Son günlerde Suriye’den gelen haberler silahlı islamist
grupların ve »Özgür Suriye Ordusu«nun geri püskürtüldüğünü ve Suriye ordusunun
bu grupları Tel Abyad yakınlarına kadar gerilettiğini gösteriyor. Böylesi bir
durumda, Suriye ordusu ile silahlı gruplar arasındaki çatışmaların, silahlı
grupların konuşlandığı Suriye sınırındaki Akçakale’yi de etkilemesi beklenen
bir gelişmeydi, ki AKP hükümeti günlerden beri Akçakale’lilerin evlerinden
çıkmaması için çağrı yapıyor ve Akçakale’lilerin protestolarına kulaklarını
tıkıyordu.
Tüm bu nedenlerle Akçakale’ye düşen bombanın ve 5 sivilin
yaşamını kaybetmesinin asıl sorumlusunun AKP hükümeti olduğunu tespit etmek
gerekmektedir. Zira AKP, Akçakale halkını komplosuna »yem« olarak kullanmıştır.
Peki, Suriye’nin itidal çağrısına rağmen TBMM neden
böylesi bir savaş tezkeresine onay verdi? Despotik Esad Rejimi’nin, bilinen
nedenlerden dolayı Türkiye’ye karşı bir savaşa girmesi beklenemez. Türkiye’nin
isteğiyle üçüncü kez Washington Sözleşmesi’nin 4. Maddesi çerçevesinde toplanan
NATO da, tüm destek açıklamalarına rağmen, Suriye’yle savaşa girmeyi göze
alamadığına göre, neden böylesi bir tezkere, hem de Türkiye’de yaşayanların
çoğunlukla savaşa karşı çıkmalarına rağmen onaylandı?
Kanımca asıl yanıtlanması gereken bu sorudur.