Filistin Otoritesi başkanı Mahmud Abbas’ın Türkiye
ziyareti, ne zamandır değinmek istediğim bir konuya odaklanmama neden oldu.
Konuya özellikle Filistin’in BM genel kurulunda »gözlemci devlet« statüsünü
kazanmasından sonra değinecektim, ama fırsat bugüneymiş.
Önce BM kararına bakalım: Filistinliler bundan itibaren
BM Güvenlik Konseyi’ni belirli ihtilaflar çerçevesinde göreve çağırabilecek ve
Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurabilecekler. Aslında Filistinliler
1974’den bu yana »BM üyesi« ve »gözlemci« statüsü arasında bir konuma
sahiptiler ve 1998’den bu yana BM genel kuruluna Ortadoğu konusunda karar
tasarısı sunma, BM oturumlarında, başka konular da dahil olmak üzere, konuşma
yapma hakları var.
Peki, durum böyleyken Filistin Otoritesi’nin elde ettiği
bu tanınma neyi değiştiriyor? Bu, anlaşılır bir »moral kazanmanın« ötesinde bir
başarı olarak değerlendirilebilir mi? Sonucunda, Filistin halkının güncel
yaşamında bir iyileşme olacak mı?
Elbette Uluslararası Ceza Mahkemesi bu karardan sonra
Filistin’i Roma Sözleşmeleri çerçevesinde bir »devlet« olarak değerlendirebilir
ve Filistinlilerin İsrail hakkında şimdiye talep ettikleri hukuksal koğuşturma adımlarına
resen başlayabilir. Ancak mahkemenin kararları her zaman kişilerle ilgili
olduğundan ve devletleri ilgilendirmediğinden, ne gibi sonuçlara yol açacağı,
veto gücü ABD’nin mahkeme üzerindeki etkisi de düşünülünce, şimdiden belli.
Bu işin bir yanı. Filistinlileri rahatsız eden, BM
kararının alınması çerçevesinde Abbas’ın »Filistinlilerin geri dönüş hakkından«
feragat etmesidir. Gerçi İnsan Hakları Beyannamesi’nin 13. Maddesi tarafından
korunan bu hakla ilgili Abbas’ın veya bir devletin tasarrufta bulunma şansı
yok, ama »Filistin« diye bir devlet kurulduğunda ve bu devlet dünyadaki bütün
Filistinlileri »vatandaş« ilân ettiğinde, durum değişebilir. »Filistin«
devletinin bir kez sınırları belli olunca, İsrail’in işgali altındaki topraklara
geri dönüşün yolu tamamiyle kesilebilir. Kaldı ki olası bir Filistin devletinin
1947 mi, 1967 mi yoksa şimdiki sınırlar içerisinde mi kabul göreceği bile henüz
belli değildir.
Karara bu açıdan bakıldığında, »gözlemci devlet«
statüsünün tarihsel Filistin sorununda küçümsenemeyecek bir geri adım olduğu
tespitine varılabilir. Görüldüğü kadarıyla aktörler, yani bir tarafta Filistin
mücadelesini bir kaç diplomatik kırıntıya kurban ederek, iktidarını güvence
altına almaya çalışan El Fetih yönetimi, diğer tarafta da ABD’nin yeni gözdesi
Mursi yönetimindeki Mısır’ın çıkarlarını kollayarak, Katar despotunun
himayesine geçen Hamas yönetimi, »devlet« derdine Filistinlilerin aslî sorunlarını
bir yana bırakmaktalar.
Halkın güncel yaşamına gelince: Karar, işgal rejiminde
hiç bir değişikliğe yol açmıyor. Aksine, aşırı sağcı Netanyahu hükümeti yeni
yerleşim bölgelerine izin vererek işgali genişleteceği sinyalini verdi. Bütçesi
İsrail tarafından ödenen Filistin Otoritesi’nin bu adıma vereceği yanıt, cılız
bir sesten öteye gidemeyecek.
Diğer yandan Gazze’de başarı (!) elde eden Hamas da, ABD
ile ters düşmek istemeyen Mısır’ı desteklediğinden, pek ses çıkartamayacak.
Zaten Hamas, Müslüman Kardeşlerin yanında yer alarak fiîli olarak hem İsrail’in
varlığını kabullenmiş, ki böylece »tarihsel Filistin hedefinden« vazgeçmiş, hem
de 1967 sınırlarına onay vermiş oluyor.
Ama asıl sorun, gerek Yahudilerin, gerek Filistinlilerin,
gerekse de diğer etnik ve dinsel unsurların içerisinde eşit bir şekilde
yaşayabilecekleri ortak ve demokratik bir cumhuriyet, yani »tek devlet« çözümünden
vazgeçilmiş olmasıdır.
Görüldüğü kadarıyla 20. Yüzyıl’da soğumuş olan »erime
potası ulus devlet« 21. Yüzyıl’da da baldırı çıplakların cehennemi olmaya devam
edecek. Filistin’in gözlemci veya (pek ihtimal olmasa da) günün birinde bağımsız
devlet olması, bu gerçeği değiştirmiyor. Ve bu gerçek de, Kürt emekçi ve
ezilenlerinin »Demokratik Cumhuriyet« mi, »Büyük Kürdistan« mı sorusuna nasıl
yanıt verebileceklerinin yolunu gösteriyor.