13 Ara 2012

Filistin: devlet mi, çözüm mü?



Filistin Otoritesi başkanı Mahmud Abbas’ın Türkiye ziyareti, ne zamandır değinmek istediğim bir konuya odaklanmama neden oldu. Konuya özellikle Filistin’in BM genel kurulunda »gözlemci devlet« statüsünü kazanmasından sonra değinecektim, ama fırsat bugüneymiş.

Önce BM kararına bakalım: Filistinliler bundan itibaren BM Güvenlik Konseyi’ni belirli ihtilaflar çerçevesinde göreve çağırabilecek ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurabilecekler. Aslında Filistinliler 1974’den bu yana »BM üyesi« ve »gözlemci« statüsü arasında bir konuma sahiptiler ve 1998’den bu yana BM genel kuruluna Ortadoğu konusunda karar tasarısı sunma, BM oturumlarında, başka konular da dahil olmak üzere, konuşma yapma hakları var.
Peki, durum böyleyken Filistin Otoritesi’nin elde ettiği bu tanınma neyi değiştiriyor? Bu, anlaşılır bir »moral kazanmanın« ötesinde bir başarı olarak değerlendirilebilir mi? Sonucunda, Filistin halkının güncel yaşamında bir iyileşme olacak mı?
Elbette Uluslararası Ceza Mahkemesi bu karardan sonra Filistin’i Roma Sözleşmeleri çerçevesinde bir »devlet« olarak değerlendirebilir ve Filistinlilerin İsrail hakkında şimdiye talep ettikleri hukuksal koğuşturma adımlarına resen başlayabilir. Ancak mahkemenin kararları her zaman kişilerle ilgili olduğundan ve devletleri ilgilendirmediğinden, ne gibi sonuçlara yol açacağı, veto gücü ABD’nin mahkeme üzerindeki etkisi de düşünülünce, şimdiden belli.
Bu işin bir yanı. Filistinlileri rahatsız eden, BM kararının alınması çerçevesinde Abbas’ın »Filistinlilerin geri dönüş hakkından« feragat etmesidir. Gerçi İnsan Hakları Beyannamesi’nin 13. Maddesi tarafından korunan bu hakla ilgili Abbas’ın veya bir devletin tasarrufta bulunma şansı yok, ama »Filistin« diye bir devlet kurulduğunda ve bu devlet dünyadaki bütün Filistinlileri »vatandaş« ilân ettiğinde, durum değişebilir. »Filistin« devletinin bir kez sınırları belli olunca, İsrail’in işgali altındaki topraklara geri dönüşün yolu tamamiyle kesilebilir. Kaldı ki olası bir Filistin devletinin 1947 mi, 1967 mi yoksa şimdiki sınırlar içerisinde mi kabul göreceği bile henüz belli değildir.
Karara bu açıdan bakıldığında, »gözlemci devlet« statüsünün tarihsel Filistin sorununda küçümsenemeyecek bir geri adım olduğu tespitine varılabilir. Görüldüğü kadarıyla aktörler, yani bir tarafta Filistin mücadelesini bir kaç diplomatik kırıntıya kurban ederek, iktidarını güvence altına almaya çalışan El Fetih yönetimi, diğer tarafta da ABD’nin yeni gözdesi Mursi yönetimindeki Mısır’ın çıkarlarını kollayarak, Katar despotunun himayesine geçen Hamas yönetimi, »devlet« derdine Filistinlilerin aslî sorunlarını bir yana bırakmaktalar.
Halkın güncel yaşamına gelince: Karar, işgal rejiminde hiç bir değişikliğe yol açmıyor. Aksine, aşırı sağcı Netanyahu hükümeti yeni yerleşim bölgelerine izin vererek işgali genişleteceği sinyalini verdi. Bütçesi İsrail tarafından ödenen Filistin Otoritesi’nin bu adıma vereceği yanıt, cılız bir sesten öteye gidemeyecek.
Diğer yandan Gazze’de başarı (!) elde eden Hamas da, ABD ile ters düşmek istemeyen Mısır’ı desteklediğinden, pek ses çıkartamayacak. Zaten Hamas, Müslüman Kardeşlerin yanında yer alarak fiîli olarak hem İsrail’in varlığını kabullenmiş, ki böylece »tarihsel Filistin hedefinden« vazgeçmiş, hem de 1967 sınırlarına onay vermiş oluyor.
Ama asıl sorun, gerek Yahudilerin, gerek Filistinlilerin, gerekse de diğer etnik ve dinsel unsurların içerisinde eşit bir şekilde yaşayabilecekleri ortak ve demokratik bir cumhuriyet, yani »tek devlet« çözümünden vazgeçilmiş olmasıdır.
Görüldüğü kadarıyla 20. Yüzyıl’da soğumuş olan »erime potası ulus devlet« 21. Yüzyıl’da da baldırı çıplakların cehennemi olmaya devam edecek. Filistin’in gözlemci veya (pek ihtimal olmasa da) günün birinde bağımsız devlet olması, bu gerçeği değiştirmiyor. Ve bu gerçek de, Kürt emekçi ve ezilenlerinin »Demokratik Cumhuriyet« mi, »Büyük Kürdistan« mı sorusuna nasıl yanıt verebileceklerinin yolunu gösteriyor.