26 Mar 2013

Jeopolitik pragmatizm


İsrail’in Türkiye’den fiîlen özür dilemesi, uluslararası ilişkilerde siyaseti söylemlerin değil, çıplak iktisadî ve jeopolitik çıkarların belirlediğini bir kez daha kanıtladı. Eğer söylem belirleyici olsaydı, Erdoğan’ın 2012 Kasım’ında İsrail’i »terörist devlet« diye nitelemesi ve en son Siyonizm’i »insanlık suçu« olarak ilân etmesi, ilişkileri daha da germesi gerekiyordu.

Ama tersi oldu ve İsrail özür diledi. Aslına bakılırsa, iki ülke arasındaki yumuşama şaşırtıcı değil. Daha bir kaç hafta önce Türkiye İsrail’den Gazze’de bir hastane inşa etme iznini istemiş ve almıştı. Erdoğan’ın sert retoriğinin arka planında diplomasi ilişkilerin »normalleşmesinin« yollarını arıyordu.
Bunun çeşitli nedenleri var. Arap dünyasındaki gelişmeler, Lübnan’daki belirsizlik, Scud-Roketlerine ve SA-17 hava savunma sistemine sahip Suriye’de rejimin hâlâ düşmemiş olması ve Filistin sorunu, Liebermann’ın aşırılıklarından kurtulan Netanyahu hükümetini eski stratejik müttefikine yeniden yakınlaşmaya zorladı. Bu adım AKP hükümeti için de gerek iç politikada puan kazandırması, gerekse de dış politikada Türkiye’nin stratejik önemini öne çıkartması nedeniyle son derece olumlu bir gelişme, yani bir»kazan-kazan« siyaseti.
Bu jeopolitik pragmatizmin temel nedeni enerji politikalarıdır. Elektriğinin yüzde 40’ını doğal gazdan elde eden ve doğal gaz ihtiyacının yüzde 40’ını Mısır’dan karşılamak zorunda olan İsrail için bağımsız enerji politikası yaşamsal önem taşıyor. Bu açıdan Doğu Akdeniz’in »Levante Havzası«nda, yani İsrail kıyılarının 80-130 km uzaklığında bulunan yaklaşık 730 milyar metreküp doğal gaz İsrail’in enerji ihtiyacını 150 yıl boyunca karşılayabilecek kapasitede. Kıbrıs’ın güneyindeki doğal gaz ve petrol rezervleri ise işin cabası. Bu rezervler İsrail’i hem Arap dünyasından bağımsızlaştıracak, hem de yaklaşık 260 milyar Dolarlık doğal gazı dünya piyasalarına pazarlama olanağını verecek.
Ancak asıl sorun burada başlıyor: nakliyat. Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Ekonomik İlişkiler Genel Müdürü Mithat Rende’nin söylediği gibi, Türkiye »İsrail gazı için en ekonomik seçeneğin Türkiye’ye boru hattı çekmek« olduğunu iyi biliyor. Zaten bu nedenle İsrail’e yatırım yapan ABD’li Noble Energy ve İsrail’li Delek konsorsiyumunun yanı sıra, aralarında Zorlu, Genel Enerji, Turcas, Çalık ve Ege Gaz gibi Türkiyeli enerji tekeli de İsrail gazını Türkiye’ye getirmeye talip. Türkiye sermayesinin bu piyasa çıkarları AKP hükümetinin İsrail’le olan ilişkileri yeniden »normalleştirme« yönünde adım atmasını belirleyen en önemli neden.
Kısacası sermaye çıkarları söz konusu olduğunda ne »Mavi Marmara« saldırısının, ne Siyonizm’in, ne de »İslam kardeşliği«nin bir önemi kalıyor. Bu işin bir yanı. Diğer yanı ise, bu pragmatizmin bölge, özellikle Rojava Kürtleri açısından hangi sonuçlara yol açacağıdır. Doğu Akdeniz hukuksal açıdan son derece sorunlu bir bölge. Lübnan ve İsrail arasında diplomatik ilişkiler olmadığı gibi, deniz sınırı da yok. BM henüz Deniz Hukuku Konvansiyonu çerçevesinde bir karar almadı. Ayrıca İsrail doğal gaz çıkarma tesisleri Lübnan Hizbullah’ının roketlerinin menzili içinde.
Bu açıdan İsrail’den Türkiye’ye boru hattının en gerçekçi yolu Suriye üzerinden görünüyor. Böylesi bir çözüm hem Türkiye’nin, hem de kendi petrolünü pazarlama derdinde olan Güney Kürdistan yönetiminin çıkarına. İsrail’den başlayan, Homs ve Hama üzerinden Ceyhan’a gidecek bir boru hattı, aynı zamanda Kerkük’ten gelecek boru hattıyla birleşebilir.
Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan Rojava Kürtleri bu çözümün önünde bir engel. Türkiye’nin »insanî koridor oluşturmalıyız« demesi, Güney Kürdistan yönetiminin PYD’ye köstek çıkması bu yüzden. Lübnan ve Rojava, ABD-AB himayesindeki bir Türkiye-İsrail-Güney Kürdistan ittifakının iktisadî çıkarları için »halledilmesi« gereken sorunlar. Patriot sistemlerinin Türkiye’ye yerleştirilmesi, İsrail’in bu yıl bir kaç kez yaptığı gibi Suriye’ye yönelik bombardımanları ve Lübnan sınırlarına hava savunma sistemleri kurması, bu koşullar altında hiç de hayra alamet değil.
Bu gelişmeler, Rojava Kürtleri ile dayanışmanın, bölgenin barışçıl geleceği açısından, bölgedeki bütün halkların çıkarına olduğunu göstermektedir.