İsrail’in Türkiye’den fiîlen özür dilemesi,
uluslararası ilişkilerde siyaseti
söylemlerin değil, çıplak iktisadî
ve jeopolitik çıkarların belirlediğini
bir kez daha kanıtladı. Eğer
söylem belirleyici olsaydı, Erdoğan’ın
2012 Kasım’ında İsrail’i »terörist
devlet« diye nitelemesi ve en son Siyonizm’i »insanlık suçu« olarak ilân
etmesi, ilişkileri daha da
germesi gerekiyordu.
Ama tersi oldu ve İsrail özür diledi. Aslına bakılırsa, iki
ülke arasındaki yumuşama
şaşırtıcı değil. Daha bir kaç
hafta önce Türkiye İsrail’den Gazze’de
bir hastane inşa etme iznini
istemiş ve almıştı. Erdoğan’ın sert retoriğinin arka planında diplomasi ilişkilerin »normalleşmesinin« yollarını arıyordu.
Bunun çeşitli nedenleri var. Arap dünyasındaki gelişmeler, Lübnan’daki belirsizlik,
Scud-Roketlerine ve SA-17 hava savunma sistemine sahip Suriye’de rejimin hâlâ
düşmemiş olması ve Filistin sorunu, Liebermann’ın aşırılıklarından kurtulan Netanyahu
hükümetini eski stratejik müttefikine yeniden yakınlaşmaya zorladı. Bu adım AKP hükümeti için de
gerek iç politikada puan kazandırması, gerekse de dış politikada Türkiye’nin stratejik önemini
öne çıkartması nedeniyle son derece olumlu bir gelişme, yani bir»kazan-kazan« siyaseti.
Bu jeopolitik pragmatizmin temel nedeni
enerji politikalarıdır. Elektriğinin
yüzde 40’ını doğal gazdan elde eden
ve doğal gaz ihtiyacının
yüzde 40’ını Mısır’dan karşılamak
zorunda olan İsrail için bağımsız enerji politikası yaşamsal önem taşıyor. Bu açıdan Doğu Akdeniz’in »Levante Havzası«nda, yani İsrail kıyılarının 80-130 km uzaklığında bulunan yaklaşık 730 milyar metreküp doğal gaz İsrail’in enerji ihtiyacını 150 yıl boyunca
karşılayabilecek kapasitede. Kıbrıs’ın
güneyindeki doğal gaz ve petrol
rezervleri ise işin cabası. Bu
rezervler İsrail’i hem Arap
dünyasından bağımsızlaştıracak, hem de yaklaşık 260 milyar Dolarlık doğal gazı dünya piyasalarına pazarlama olanağını verecek.
Ancak asıl sorun burada başlıyor: nakliyat. Dışişleri Bakanlığı
Çok Taraflı Ekonomik İlişkiler Genel Müdürü Mithat Rende’nin söylediği gibi, Türkiye »İsrail gazı için en ekonomik seçeneğin Türkiye’ye boru hattı çekmek« olduğunu iyi biliyor. Zaten bu nedenle İsrail’e yatırım yapan ABD’li Noble Energy
ve İsrail’li Delek konsorsiyumunun yanı sıra,
aralarında Zorlu, Genel Enerji, Turcas, Çalık ve Ege Gaz gibi Türkiyeli enerji
tekeli de İsrail gazını
Türkiye’ye getirmeye talip. Türkiye sermayesinin bu piyasa çıkarları AKP
hükümetinin İsrail’le olan ilişkileri yeniden »normalleştirme« yönünde adım atmasını belirleyen en
önemli neden.
Kısacası sermaye çıkarları söz konusu olduğunda ne »Mavi Marmara« saldırısının, ne
Siyonizm’in, ne de »İslam
kardeşliği«nin bir önemi kalıyor. Bu işin bir yanı. Diğer yanı ise, bu pragmatizmin bölge,
özellikle Rojava Kürtleri açısından hangi sonuçlara yol açacağıdır. Doğu Akdeniz hukuksal açıdan son derece sorunlu
bir bölge. Lübnan ve İsrail
arasında diplomatik ilişkiler
olmadığı gibi, deniz
sınırı da yok. BM henüz Deniz Hukuku Konvansiyonu çerçevesinde bir karar
almadı. Ayrıca İsrail doğal gaz çıkarma tesisleri Lübnan
Hizbullah’ının roketlerinin menzili içinde.
Bu açıdan İsrail’den Türkiye’ye boru hattının en
gerçekçi yolu Suriye üzerinden görünüyor. Böylesi bir çözüm hem Türkiye’nin,
hem de kendi petrolünü pazarlama derdinde olan Güney Kürdistan yönetiminin
çıkarına. İsrail’den başlayan, Homs ve Hama üzerinden Ceyhan’a
gidecek bir boru hattı, aynı zamanda Kerkük’ten gelecek boru hattıyla birleşebilir.
Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan Rojava Kürtleri bu çözümün
önünde bir engel. Türkiye’nin »insanî koridor oluşturmalıyız« demesi, Güney Kürdistan
yönetiminin PYD’ye köstek çıkması bu yüzden. Lübnan ve Rojava, ABD-AB
himayesindeki bir Türkiye-İsrail-Güney
Kürdistan ittifakının iktisadî çıkarları için »halledilmesi« gereken sorunlar.
Patriot sistemlerinin Türkiye’ye yerleştirilmesi, İsrail’in
bu yıl bir kaç kez yaptığı
gibi Suriye’ye yönelik bombardımanları ve Lübnan sınırlarına hava savunma
sistemleri kurması, bu koşullar
altında hiç de hayra alamet değil.
Bu gelişmeler, Rojava Kürtleri ile dayanışmanın, bölgenin barışçıl geleceği açısından, bölgedeki bütün halkların
çıkarına olduğunu göstermektedir.