Bugün günlerden
barış. Newroz günü kaleme alınan bir yazıya başka türlü başlanabilir mi? Bunca
akan kandan, bunca acıdan, bunca söndürülen yaşamdan sonra, Amed’in Newroz
meydanından buram buram yayılan barış umutlarını yüreğinin derinliklerinde
hissediyorsa insan...
Ezilenler ve sömürülenlerden yana olanların şimdi yapması gereken, güncel gelişmeleri güya yorumlayan yüzeysel söylemlere değil, esasa yönelik tartışmalara yoğunlaşmak, »yeni başlangıcın« kalıcı barışa, gerçek demokratikleşmeye, sosyal adalete olanaklı olan en geniş biçiminde nasıl ulaşabileceğine, Ortadoğu ölçülerinde düşünerek kafa yormak ve tüm ezilen ve sömürülen sınıfların, bölge halklarının kurtuluşu için mücadeleyi örmektir. Tarihsel gelişmeyi, maddî koşulları ve güç ilişkilerini temel alan analizler bunun için yol gösterici olacaktır.
Kitlesel Kürt hareketinin dışında konumlanan, var oluşlarını »Öcalan ve PKK nefreti« üzerine kuran ve 19. Yüzyıl’ın köhnemiş gerici »ulus« anlayışı içerisinde hapsolmuş olan »Kürt milliyetçileri« tam da bu nedenle ilkel tasavvurlarının soyut çöllerinde gezinen avareler olmaktan kurtulamayacak, aynı tarihsel öncelleri gibi, her türlü demokratik reformun ve eşitlik uğraşının gönüllü karşıtları rolünü oynamaya devam edeceklerdir. Çeşitli internet sitelerinde, sosyal medyada gün boyu kin kusan »Kürt milliyetçileri« bunun kanıtıdırlar.
Amed Newroz’u, Kürt halkının barış isteğinin altını kalın çizgilerle çizmesinin yanı sıra, bir yandan kitlesel Kürt hareketinin direnişinin meşruiyetini tarih sayfalarına kazıdı, diğer yandan da, Öcalan’ın açıklaması üzerinden, gerici »ulus devlet« tasavvurlarını hak ettiği yere, tarihin çöplüğüne gömdü.
Elbette hemen
barış gelmeyecek. Elbette hemen demokratikleşme, eşit haklar, özgür bir yaşam,
kurtuluş gerçekleşmeyecek. Ve elbette asıl mücadele şimdi başlayacak – hem de
bugüne kadar olduğundan çok daha zorlu bir biçimde. Sorunları yaratan temel
koşullar ortadan kalkmadı henüz.
Ama her şeye
rağmen Abdullah Öcalan’ın bu Newroz’da ilân ettiği »yeni başlangıç« barış
umutlarını yeşertmeye yetti bile. Hiç kuşku yok ki, yarın bugünden çok farklı
olacak. Ama »bugünden« iyi mi, yoksa çok daha beter mi olacak, o belli değil.
Yeni, ama ucu açık bir sürece girildi. Tek belli olan, bu yeni sürecin hangi
yoldan seyredeceğini ve nereye ulaşacağını sadece ezilenler ve sömürülenlerden
yana olanların göstereceği basiret, dirayet ve direniş kararlılığının
belirleyeceğidir.Ezilenler ve sömürülenlerden yana olanların şimdi yapması gereken, güncel gelişmeleri güya yorumlayan yüzeysel söylemlere değil, esasa yönelik tartışmalara yoğunlaşmak, »yeni başlangıcın« kalıcı barışa, gerçek demokratikleşmeye, sosyal adalete olanaklı olan en geniş biçiminde nasıl ulaşabileceğine, Ortadoğu ölçülerinde düşünerek kafa yormak ve tüm ezilen ve sömürülen sınıfların, bölge halklarının kurtuluşu için mücadeleyi örmektir. Tarihsel gelişmeyi, maddî koşulları ve güç ilişkilerini temel alan analizler bunun için yol gösterici olacaktır.
Kitlesel Kürt hareketinin dışında konumlanan, var oluşlarını »Öcalan ve PKK nefreti« üzerine kuran ve 19. Yüzyıl’ın köhnemiş gerici »ulus« anlayışı içerisinde hapsolmuş olan »Kürt milliyetçileri« tam da bu nedenle ilkel tasavvurlarının soyut çöllerinde gezinen avareler olmaktan kurtulamayacak, aynı tarihsel öncelleri gibi, her türlü demokratik reformun ve eşitlik uğraşının gönüllü karşıtları rolünü oynamaya devam edeceklerdir. Çeşitli internet sitelerinde, sosyal medyada gün boyu kin kusan »Kürt milliyetçileri« bunun kanıtıdırlar.
Amed Newroz’u, Kürt halkının barış isteğinin altını kalın çizgilerle çizmesinin yanı sıra, bir yandan kitlesel Kürt hareketinin direnişinin meşruiyetini tarih sayfalarına kazıdı, diğer yandan da, Öcalan’ın açıklaması üzerinden, gerici »ulus devlet« tasavvurlarını hak ettiği yere, tarihin çöplüğüne gömdü.
Ancak gidilecek
yol daha çok uzun. Amed Newroz’u, uzun ve zorlu bir yolculuğun sadece bir
kilometre taşı. Yüzbinlerin meydanları doldurması, barış umudunun doğması
kimseyi rehavete düşürmemeli. Newroz’un bu şekilde gerçekleşmiş olması, Öcalan
ile İmralı’da görüşmelerin sürmesi ve nihâyetinde Öcalan’ın Türkiye halklarına
seslenmesi, kitlesel Kürt hareketinin güçlü direnişinin bir sonucu olduğu
kadar, »devlet aklındaki« stratejik değişimin de bir sonucudur.
»Devlet
aklındaki« bu stratejik değişim, Türkiye’deki çeşitli sermaye fraksiyonlarının
bu değişimi desteklemesi ve karar vericileri bölgesel emperyalizm çizgisine
iteklemeleri, bu sürecin sistemin kendisini yenileyerek, otoriter neoliberal ve
yayılmacı bir siyasetin kökleşmesini teşvik edeceğine dair kaygılara haklılık
payı veriyor. Öcalan’ın önerdiği »ittifak« ve »büyük demokratik hamle«den
kitlesel Kürt hareketi ile Türkiye egemenlerinin anladıkları aynı şeyler
olmadığından, »olumludur« söylemlerine bakmak yerine, somut adımların atılması
için diretmek bir zorunluluktur.
Bu nedenle şimdi
»silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine açılan kapı«nın içini
doldurmak, bölgesel emperyalizmin alternatifi olan gerçek bir demokratikleşme
ve kurtuluş için ezilen ve sömürülenlerin geniş toplumsal muhalefetini örmek,
kitlesel Kürt hareketi ve sosyalist güçlerin önünde duran yaşamsal önemde bir
görev olarak görülmelidir. Çünkü, her ne kadar gerici »ulus devlet« anlayışı
siyaseten tarihin çöplüğüne gömülmüş olsa da, bugün böylesi bir gerici »ulus
devletinin«, örneğin Güney Kürdistan’da kurulması, ilk kez bu denli gerçekçi
olmuştur.
Böylesi bir
gelişmenin bu yeni süreç üzerindeki etkisini ve »Kürt milliyetçilerinin« oynadıkları
rolü haftaya irdeleyelim.