Bugünlerde Türkiye’de her kafadan bir ses
çıkıyor. En önemli soru şu: »Bu sürecin sonunda ne olacak?«. Aslında doğru, varılacak hedef belli
olursa, hangi yolun izlenmesi gerektiği de ortaya çıkar. Konuyu daha çok tartışacağız, ama »nasıl olabilir«
konusunda ilginç bir örnek verilecek olursa, Güney Tirol’a bakmak öğretici olacak. 30 Ekim 2010
tarihinde şunları
yazmıştım:
›Dağları, tepeleri ve envaî çeşit yeşili
ile birlikte memleketim Lazona’ya tıpa tıp benzeyen Güney Tirol, İtalya’ya bağlı bir özerk bölge.
1972’den bu yana geniş özerklik hakları taşıyan bölgenin başkenti Bozen. Bölgenin Almanca ismi Autonome Provinz Bozen –
Südtirol, İtalyancası
Provincia Autonoma di Bolzano – Alto Adige ve Ladince ismi ise Provinzia
Autonóma de Balsan/Bulsan. (...) Almanca, İtalyanca ve Ladince olarak üç
resmî dili bulunan bölgede ayrıca resmen tanınan 40 farklı lehçe de konuşuluyor. Bazı durumlarda ise
Güney Tirol’lular uyanık davranıp, üç dili karşıtırıp yeni kelimeler yaratmışlar – gereksinime uygun dil,
voilà!
2001’de yapılan son nüfus sayımına göre bölgede
yaşayan
nüfusun yüzde 69,2’si Almanca, yüzde 26,5’i İtalyanca ve yüzde 4,4’ü de
Ladince konuşuyor.
Bölgede asılı olan istisnasız tüm lehvalar, uyarılar, yani aklınıza gelebilecek
her şey
iki dilli. Hatta özel mülklerin kapısındaki »Dikkat,
özel mülktür!« uyarısı veya dükkânlardaki »bizimle çalışır mısınız?« ilânı dahi. Resmî kurumlarda
çalışan
herkes iki dil bilme yükümlülüğünü taşıyor.
Ladinlerin yaşadığı kasabalarda ise üç dil.
Bölge 1810’da İtalya Krallığı’na geçmiş. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, 1919’da yapılan Saint-Germain-Antlaşması, bölgeyi kesin olarak İtalyan hükümranlığına sokmuş. Faşizm döneminde İtalyan faşistlerinin »İtalyanlaştırma Operasyonu«na
rağmen,
bölgenin bugüne kadar gelen nüfus dokusu değişmemiş. Her ne kadar 1939’da bölge
nüfusunun çoğunluğu Hitler Almanyası’na
geçmeyi kabul etmiş
olsa da, ne İtalyan
faşistleri,
ne de nasyonalsosyalistler bölgede kök salamamışlar.
İtalya
hükümeti tarafından »bölücü terör
örgütü« olarak kabul edilen Güney Tirol Kurtuluş Örgütü BAS 1957’de silahlı mücadele başlatmış. 1960’ BM Güvenlik Konseyi’nin
kararı ile »Güney Tirol Sorunu« uluslararasılaşmış. 1969’da Avusturya’nın da
araya girmesi ile »müzakereler« başlamış ve 1972’de »Güney Tirol Paketi«nin İtalya tarafından kabul
edilmesiyle geniş
özerklik hakları tanınmış. Avusturya da BM huzurunda bir açıklama yaparak, sorunun çözüldüğünü kabul etmiş. Ve »silahlı mücadele«
sonlandırılmış.
BAS adlı örgütün içinden bir çok yeni parti ve
kuruluş doğmuş. Güney Tirol, İtalya anayasasında tanınan
haklar çerçevesinde kamu alanını, yani bölgeyi ilgilendiren yasama, ekonomi,
okullar, güvenlik – yani polisi, savcısı, hakimi ile adalet aygıtı gibi
alanlarda özerk hareket ediyor. Merkezî İtalya devletinin bölgede topladığı vergilerin yüzde doksanı
bölgeye geri dönüyor. Bölge hükümeti de devletin yerine getirmesi gereken
yükümlülüklerin yüzde doksanını üstlenmiş durumda.
İkinci
Dünya Savaşı
sonundan bu yana Güney Tirol’da en güçlü siyasî örgüt Güney Tirol Halk
Partisi. Almanca ve Ladince konuşanların oluşturduğu bu parti gerek bölge parlamentosunda, gerekse de bölge hükümetinde
mutlak çoğunluğu elinde tutsa da, İtalyanca konuşanların oluşturdukları partilerle
koalisyonlara girerek, bölgenin kararlarını ortak alıyorlar. »Azınlıkta«
bulunanlar, yani İtalyanca
konuşanların
bölge hükümetinde yer almaları özerklik statüsü ile bir hak hâline getirilmiş. Bölge parlamentosu 35 üyeden
oluşuyor
ve beş
yıllığına
seçiliyor. Buyrun size bir demokratik özerklik örneği!
Meraklısına söyleyelim: ülke
bölünmüş mü? Hayır, tam aksine Güney Tirol’lular hâllerinden son
derece memnun. Birden fazla resmî dil sorun yaratmış mı?
Kel alâka, daha fazla fırsat yaratmış. Çocuklar, hangi dile
mensup olursa olsunlar, ilköğretimden itibaren çok dilli eğitim-öğrenim
görüyorlar. Peki, başka ne olmuş? 38
yıl gibi kısa bir süre içerisinde bölge İtalya’nın en zengin
bölgeleri arasına girmiş. Bölgedeki işsizlik
oranı yüzde 2,5 ile 3,4 arasında sabit kalmış.
Yerel ekonomi, yerel kültürlerin ve turizmin katkısıyla »uzaya fırlamış«!‹
Elbette her ülkenin koşulları,
tarihsel gelişimi farklı. Örnek birebir uymayabilir. Ama gene de bu
deneyim milliyetler sorununun nasıl çözülebileceği
konusunda önemli ipuçları veriyor. Yani özcesi, »Amerika’yı yeniden keşfetmeye
gerek yok«. Sorunun nasıl çözüleceğine dair yeterince örnek var,
önemli olan halkların göstereceği irade ve ezilenden,
sömürülenden yana olanların basiretidir.