19 Nis 2013

Sürecin sonunda ne olabilir?


Bugünlerde Türkiye’de her kafadan bir ses çıkıyor. En önemli soru şu: »Bu sürecin sonunda ne olacak?«. Aslında doğru, varılacak hedef belli olursa, hangi yolun izlenmesi gerektiği de ortaya çıkar. Konuyu daha çok tartışacağız, ama »nasıl olabilir« konusunda ilginç bir örnek verilecek olursa, Güney Tirol’a bakmak öğretici olacak. 30 Ekim 2010 tarihinde şunları yazmıştım:

›Dağları, tepeleri ve envaî çeşit yeşili ile birlikte memleketim Lazona’ya tıpa tıp benzeyen Güney Tirol, İtalya’ya bağlı bir özerk bölge. 1972’den bu yana geniş özerklik hakları taşıyan bölgenin başkenti Bozen. Bölgenin Almanca ismi Autonome Provinz Bozen – Südtirol, İtalyancası Provincia Autonoma di Bolzano – Alto Adige ve Ladince ismi ise Provinzia Autonóma de Balsan/Bulsan. (...) Almanca, İtalyanca ve Ladince olarak üç resmî dili bulunan bölgede ayrıca resmen tanınan 40 farklı lehçe de konuşuluyor. Bazı durumlarda ise Güney Tirol’lular uyanık davranıp, üç dili karşıtırıp yeni kelimeler yaratmışlar – gereksinime uygun dil, voilà!
2001’de yapılan son nüfus sayımına göre bölgede yaşayan nüfusun yüzde 69,2’si Almanca, yüzde 26,5’i İtalyanca ve yüzde 4,4’ü de Ladince konuşuyor. Bölgede asılı olan istisnasız tüm lehvalar, uyarılar, yani aklınıza gelebilecek her şey iki dilli. Hatta özel mülklerin kapısındaki »Dikkat, özel mülktür!« uyarısı veya dükkânlardaki »bizimle çalışır mısınız?« ilânı dahi. Resmî kurumlarda çalışan herkes iki dil bilme yükümlülüğünü taşıyor. Ladinlerin yaşadığı kasabalarda ise üç dil.
Bölge 1810’da İtalya Krallığı’na geçmiş. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, 1919’da yapılan Saint-Germain-Antlaşması, bölgeyi kesin olarak İtalyan hükümranlığına sokmuş. Faşizm döneminde İtalyan faşistlerinin »İtalyanlaştırma Operasyonu«na rağmen, bölgenin bugüne kadar gelen nüfus dokusu değişmemiş. Her ne kadar 1939’da bölge nüfusunun çoğunluğu Hitler Almanyası’na geçmeyi kabul etmiş olsa da, ne İtalyan faşistleri, ne de nasyonalsosyalistler bölgede kök salamamışlar.
İtalya hükümeti tarafından »bölücü terör örgütü« olarak kabul edilen Güney Tirol Kurtuluş Örgütü BAS 1957’de silahlı mücadele başlatmış. 1960’ BM Güvenlik Konseyi’nin kararı ile »Güney Tirol Sorunu« uluslararasılaşş. 1969’da Avusturya’nın da araya girmesi ile »müzakereler« başlamış ve 1972’de »Güney Tirol Paketi«nin İtalya tarafından kabul edilmesiyle geniş özerklik hakları tanınmış. Avusturya da BM huzurunda bir açıklama yaparak, sorunun çözüldüğünü kabul etmiş. Ve »silahlı mücadele« sonlandırılmış.
BAS adlı örgütün içinden bir çok yeni parti ve kuruluş doğmuş. Güney Tirol, İtalya anayasasında tanınan haklar çerçevesinde kamu alanını, yani bölgeyi ilgilendiren yasama, ekonomi, okullar, güvenlik – yani polisi, savcısı, hakimi ile adalet aygıtı gibi alanlarda özerk hareket ediyor. Merkezî İtalya devletinin bölgede topladığı vergilerin yüzde doksanı bölgeye geri dönüyor. Bölge hükümeti de devletin yerine getirmesi gereken yükümlülüklerin yüzde doksanını üstlenmiş durumda.
İkinci Dünya Savaşı sonundan bu yana Güney Tirol’da en güçlü siyasî örgüt Güney Tirol Halk Partisi. Almanca ve Ladince konuşanların oluşturduğu bu parti gerek bölge parlamentosunda, gerekse de bölge hükümetinde mutlak çoğunluğu elinde tutsa da, İtalyanca konuşanların oluşturdukları partilerle koalisyonlara girerek, bölgenin kararlarını ortak alıyorlar. »Azınlıkta« bulunanlar, yani İtalyanca konuşanların bölge hükümetinde yer almaları özerklik statüsü ile bir hak hâline getirilmiş. Bölge parlamentosu 35 üyeden oluşuyor ve beş yıllığına seçiliyor. Buyrun size bir demokratik özerklik örneği!
Meraklısına söyleyelim: ülke bölünmüş mü? Hayır, tam aksine Güney Tirol’lular hâllerinden son derece memnun. Birden fazla resmî dil sorun yaratmış mı? Kel alâka, daha fazla fırsat yaratmış. Çocuklar, hangi dile mensup olursa olsunlar, ilköğretimden itibaren çok dilli eğitim-öğrenim görüyorlar. Peki, başka ne olmuş? 38 yıl gibi kısa bir süre içerisinde bölge İtalya’nın en zengin bölgeleri arasına girmiş. Bölgedeki işsizlik oranı yüzde 2,5 ile 3,4 arasında sabit kalmış. Yerel ekonomi, yerel kültürlerin ve turizmin katkısıyla »uzaya fırlamış«!‹
Elbette her ülkenin koşulları, tarihsel gelişimi farklı. Örnek birebir uymayabilir. Ama gene de bu deneyim milliyetler sorununun nasıl çözülebileceği konusunda önemli ipuçları veriyor. Yani özcesi, »Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok«. Sorunun nasıl çözüleceğine dair yeterince örnek var, önemli olan halkların göstereceği irade ve ezilenden, sömürülenden yana olanların basiretidir.