Akıntıya karşı yüzen
»Antikapitalist Müslümanlar Hareketinin« portresi
Abdullah Öcalan, 2013 Ekim’inde kendisini
İmralı’da ziyaret eden BDP heyeti aracılığıyla verdiği bir mesajda, »İslam’a
ihanet eden kesimlere karşı Diyarbakır’da ›Demokratik İslam Kongresi‹
yapılmasını« önermişti. Basından okuyabildiğimiz kadarıyla Öcalan, »Bu kongre
çalışmalarında Alevi’si, Sünni’siyle halkımızın derinlikli tartışmalar
yürütmesi, kongrenin anlamlı kararlaşmalar ve kurumsallaşmalarla sonuçlandırılması
son derece önemlidir. Hz. Muhammed’in Medine Şura çalışmaları örnek alınarak,
Şeyh Said gibi tarihi kişiliklerin ruhuna uygun olarak bu çalışmaların
yapılması önemlidir« diyor.
Görüldüğü kadarıyla Öcalan tam da
»Demokratik Konfederalizm« konseptinin özüne uygun ve »devletin, gücün,
iktidarın ötesinde« bir tartışma ve kurumsallaşma sürecini öneriyor, Şeyh
Said’in şahsında özerk-komünal yapılara işaret ediyor. Öcalan’ın bu önerisinin
İslami kesimlerde heyecan yaratacağı belliydi. Nitekim dini hassasiyetleri ile
tanınan BDP milletvekili Altan Tan böylesi bir kongrenin gerekli olduğunu açıkladı – ama bir şerh koyarak: Tan,
»Türkiye’deki bütün İslami gruplar, Gülen Cemaati’nden tutunuz, Mustazaf-Der’e
kadar, bunların tamamının görüşlerini beğenin, beğenmeyin selefilerden,
sufilere kadar ne kadar İslami grup ve cemaat varsa bunların çağrılması
lazımdır« diyor (BBC-Türkçeye verdiği mülakatında).
Kürt halkına yönelik asimilasyon
çalışmalarıyla tanınan ve İslami hareket olmaktan ziyade, konspiratif bir
konglomera olarak »Holdingler İmparatorluğu« hâline dönüşmüş Gülen Hareketinin;
sicili belli Türkiye Hizbullah’ının veya İslam’ı totaliter ve ataerkil düşünce
kodlarıyla yorumlayan feodal-gerici yapıların Öcalan’ın önerdiği »Demokratik
İslam Kongresine« ne kadar »eşit, özgürlükçü ve demokratik« (A. Tan) katkı
sunabilecekleri hayli şüpheli. İslam’ı egemenlerin dini ve baskı aracı hâline
dönüştürenlerin karanlık selinin,»Darusselam Nehriyle« buluşamayacağını görebilmek için, din
alimi veya teolog olmaya gerek yok.
»Bağışlayan ve esirgeyen
Allah’ın adıyla itiraz...«
Ancak Türkiye’de yaşayan Müslüman
çoğunluğu bu karanlık sel ile özdeşleştirmenin de bir anlamı yok. Tam aksine,
»kul hakkı« yemenin en büyük günahlardan olduğuna inanan, vicdanında
»hakkaniyete« geniş yer bırakan dindar kitleleri bunlardan ayırmak, bu
kitlelere karanlığın tahakkümünün baskısından kurtuluş yolunu açmak gerekiyor.
Düzenlenirse eğer, »Demokratik İslam Kongresinin« en önemli görevi kanımızca bu
olacaktır, ki Öcalan da »İslam’a ihanet eden kesimler« derken, bu gerçeğe
işaret etmektedir.
Aslında İslam’ın egemenlerin dini hâline
getirilmesine itiraz eden, karanlık akıntıya karşı ellerinde aklın meşalesiyle
yüzen bir damar mevcut: Antikapitalist Müslümanlar Hareketi. »Yeryüzü
İftarları«, işçilerin hakları için camide dua edip, 1 Mayıs alanına gelmeleri
ve Gezi Direnişinin öznelerinden birisi olmalarıyla kamuoyunun dikkatini çeken
hareket, fazlasıyla incelenmeye değer. İlgisi olan okura bu hareketin internet
sayfasını [http://www.antikapitalistmuslumanlar.org] ve bilhassa yayınladıkları
»Manifesto«yu okumalarını öneririz.
Antikapitalist Müslümanlar kendi
kimliklerini ifade ederlerken her peygamber mesajının »kendi zamanının egemen
sistemine karşı duruş« olduğundan hareketle antikapitalist vurguyu yaptıklarını
söylüyorlar. Ayrıca »Antikapitalist her çıkış ve söylemi, dini inancının veya
inançsızlığının, ırkının, dilinin, renginin, ideolojisinin ne olduğuna
bakmaksızın, doğal müttefikimiz olarak görüyoruz. Onlarla aynı platform ve
mücadele ortamlarını paylaşmak istiyoruz« diyerek, saflarını ezilenler ve
sömürülenlerin yanında alıyorlar.
Devletin her türden ırk, din, mezhep,
resmî ideoloji ve şahıs vurgusundan arındırılması gerektiğini savunarak, »ortak
iyiyi« ifade eden kavramların, yani »hak, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik ve
kardeşlik yeterlidir« görüşündeler. Aslında bu vurgular İslam’ı referans alan
gruplarda alışık olunmayan, belki de Türkiye’de ilk kez bu kadar açık ifade
edilen (veya ifade edildiğini duyduğumuz) bir İslami söylem. Çünkü
Antikapitalist Müslümanlar hem »Tevhidin zıddı olan şirkin temelinin sınıflı toplum
olduğuna« inanarak çok açık bir sınıf perspektifi ile egemen mülkiyet ve
iktidar ilişkilerini eleştiriyorlar, hem de »cenneti, sınırsız ve sınıfsız
özgür dünya olarak« algılayarak, sosyalist gelecek tahayyüllerine çok yakın
olan bir reel dünya tasavvurunu yapıyorlar.
Bununla birlikte cesurlar, çünkü
yaşadıkları coğrafyanın geçmişiyle yüzleşmeye çalışıyorlar. Bunu
»Manifestolarının« şu cümlelerinde okumak olanaklı: »Antikapitalist
Müslümanlar; (...) dilinden, renginden, düşüncesinden, inancından ya da inançsızlığından
ötürü kimsenin hakkının yenmesine razı olmaz ve hakkı yenmişlerin yanında olur,
onlarla birlikte ›Allah’ın ayetleri‹nin savunusunu yapar. Antikapitalist
Müslümanlar, tüm halkların olduğu gibi Kürt halkının hak ve özgürlük
taleplerini bu minvalde destekler. Ermeni halkının uğradığı zulme karşı çıkar.
Her tür inkârı, asimilasyonu, katliamı zulüm ve insanlık suçu olarak görür«.
İslam’ın sosyalizan sesi:
İhsan Eliaçık
Henüz bir çok konuda görüşleri netleşmemiş
olan ve aralarında tartışmaları devam eden Antikapitalist Müslümanlar
ilahiyatçı-yazar Recep İhsan Eliaçık’ın kitaplarından esinleniyorlar. Kayserili
Eliaçık 1980 öncesi »Akıncılar« olarak tanınan gençlik örgütünde yer almış. Bu
nedenle 1980 darbesinde tutuklanmış ve bir yıl hapisten sonra serbest
bırakılmış. Uzun yıllar Kuran üzerine çalışan Eliaçık bugüne kadar 20’ye yakın
kitap yayınlamış ve kendisine karşı 30’dan fazla dava açılmış.
İktidarsız ve devletsiz bir toplumu
düşlediğini söyleyen Eliaçık, Gezi Direnişinin popüler isimlerinden. 19 gün
süren Gezi Direnişinde gençlerin bir »rüya gördüklerini« ve dört temel
kavramın: doğa sevgisi, özgürlük ve saygı, dayanışma ile çoğulculuğun Gezi’yi
buluşturduğunu söylüyor. Bu rüyanın Türkiye’nin, hatta dünyanın nasıl
olabileceğini gösterdiğini ve ortaya çıkan bu çoğulculukta devletin de
olabileceğini söyleyen Eliaçık, »pek devlet ne kadar yer almalı?« sorumuza
şöyle yanıt veriyor:
»Bana
sorarsanız, ben aslında iktidarsız ve devletsiz bir toplumu düşlüyorum. Yani
Kuran’da anlatılan ›Lailaheillallah‹ prensibi görüşüme göre anarşizme yakındır.
Kuran’ın ›Mülk Allah’ındır‹ söylemi, sosyalizme, hatta komünizme yakındır.
Mülkiyetin görünür olmayan bir güce ait olduğunu söylemek, görünür olanlardan
hiç kimseye ait olmadığı anlamına gelir, yani mülkiyet toplumsal olmalıdır. Öte
yandan Kuran üç tane puttan bahseder, ama bunlar taştan yontulmuş putlar değil,
insanların içindeki yönelimlerdir. Bu yönelimlerin de üç temele dayandığını
görüyoruz: ›Lat‹ otorite demektir. Yani bir şeye mutlak itaat. Kuran’a göre hiç
bir güce bu kadar yetki verilemez. Ne devlete, ne şahsa, ne şeyhe ›sen mutlak
otoritesin, sen ne dersen olacak‹ denilemez. Kuran, bunu yaparsanız otorite
putu icat etmiş olursunuz der. İkinci tarif edilen put ›Uzza‹, ›güç‹ anlamına
gelir. İnsanlar güç peşindedir. Üçüncüsü de ›Menat‹tır, bu da ›para‹ demektir.
Altın ve para tanrısı ›Mammon‹u tarif eder. ›İki efendiye kulluk edemezsiniz.
Ya tanrıya tapacaksınız, ya da Mammon’a‹ denir. Dolayısıyla otorite, güç ve
para insanlık tarihinin üç putudur. Devlet dediğimiz şey de, bu üçünün bir
merkezde buluşmasıdır. Aslolan bunların topluma dağılmasıdır. Devletin koordine
edici rolü dışında bütün rollerini topluma devretmesi lazım. Bana göre keşke
devletsiz yaşayabilsek. Ama bu mümkün olmadığı için, hani derler ya ›en iyi
hükümet, en az hükümet edendir‹ diye, ne kadar lazımsa, ne kadar onsuz olmaz
koşullar söz konusuysa, devlete o kadar yer vermek lazım. Aksi halde bir
otorite ve hegemonya aracına dönüşür.«
19 Ekim 2013’de Köln’de düzenlenen bir
konferansta Kuran’a göre insanların »temel ve zaruri ihtiyaçlarına ücretsiz
ulaşmaları gerektiğini« söyleyerek, dikkatleri üzerine çeken Eliaçık’a, bununla
ne kastettiğini sorduk. Aldığımız yanıt şöyleydi:
»Kuran’da
sosyal adaletin dayandığı en önemli ayetlerden ikisi, Taha suresinin 117. ve
118. ayetleridir. Burada şöyle denir: ›İşte sizin için cennet. Burada aç
kalmazsınız, çıplak olmazsınız, susuzluk çekmezsiniz, güneşin sıcağında yanmazsınız‹.
Burada Kuran’ın dünya tasavvuruna göre cennetin aslında içinde yaşadığımız dünya
olduğunu görüyoruz. Cennet ›insan elinin değmediği doğal dünya‹ demektir.
Cehennem de insan elinin değip her şeyi mahvettiği dünya demektir. İnsan eli
nereye değmiş, nerede kan dökülmüş, nerede savaş çıkartılmış, nerede sömürü
var, nerede kurulmuş doğal düzeni bozan bir şey var, işte orası cehennemdir.
Kuran’daki cennet-cehennemi ben böyle anlıyorum. Dolayısıyla ›işte sizin için
cennet‹ diyor. Burada aç kalmazsınız. İnsanlar aç kalmamalı, açlık diye bir şey
olmamalı. İnsanların karınlarını doyurmaları garanti altına alınmış olmalı.
Bunu ne sağlayacak? Toplum kendi kendine sağlayacak. Yani devlet organizasyonu
sayesinde sağlayacak. Öyle bir düzen kurulacak ki, insanlar aç kalmayacak.
Sonra ›çıplak olmazsınız‹ diyor. Bu hem
yazlık-kışlık giysisinin olması, hem de kafasını sokacağı bir evinin, barınağının
olması anlamına gelir. Kuran insanların aç olmamalarını, barınacak yerlerinin
olması gerektiğini böyle ifade ediyor. Üçüncüsü susuzluk çekmemelidir diyor.
Bunu da ben maddi ve manevi zaruri ihtiyaçlar olarak görüyorum. Bunların
›susuzluğunun‹ çekilmemesi. Burada en temel olan eğitim ve sağlıktır. Yani kişi
kendini eğitebilmelidir, bunun için hiç bir engelle karşılaşmamalıdır ve kişi
nerede tedavi olacağım diye düşünmemelidir. Yani eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlar
herkese hazır ve ücretsiz olmalıdır. Dördüncüsü de ›güneşin sıcağında yanmamak‹
diyor. Bu da güvenlik oluyor. Dolayısıyla Kuran’daki sosyal adalet düşüncesi bu
işte. Bunun sağlandığı yer, mahalle, köy, kasaba Kuran’a göre cennetin kısmen
kurulduğu bir yerdir. Geriye insan davranışları kalıyor. İnsanlar bunlar için
birbirleriyle mücadele etmemelidirler. Birbirleriyle rekabet içerisine
girmemelidirler. Herkesin evi olmalı ve herkes uyandığında, kendi evinde
uyanmalıdır. İnsanların temel ve zaruri ihtiyaçları, yemek, su, elektrik vs.
bunların sağlanması gerekiyor.
Sonra başka
bir ayette mesela diyor ki, ki bunlar sosyal adaleti öngören kuvvetli
ayetlerdir, ›Biz yeryüzünde gerekli kaynakları var ettik, insanlar arasında
eşitçe bölüşülsün diye‹. Sonra başka bir yerde ›mallar sizler arasında bir
devlet, bir tahakküm aracına dönüşmesin‹ diyor. Veya ›yoksulların zenginlerin
malları üzerinde hakları vardır‹ diyor. Meala Suresi 25. ayet. Veya ›sana
mülkiyetinden neleri başkasına aktaracaklarını sorarlar. De ki, ihtiyacımdan
fazlasını‹. Bu mesela vergi düzeninin temel limitlerine atıfta bulunur.
Kuran’da buna benzer hayli ayet var. ›Sosyal İslam‹ başlıklı kitabımda bunları
uzun uzun anlattım. Bunlara Kuran’daki sosyalizan düşüncenin kökleri de
diyebiliriz. Ben buna toplumsal adalet diyorum.
Eliaçık’a pozisyonları neden başka İslami
akımların, örneğin El-Kaide veya El-Nusra gibi örgütlerin böyle
algılamadıklarını sorduğumuzda, o
bunların şiddet yatkını ve Kuran’ı totaliter ve otoriter kültürel algılarına
göre yorumladıklarını, »ellerinden kılıcı düşürmeyen« bu kesimlerin dini
başkaları üzerinde baskı aracına dönüştürdüklerini söylüyor. »Peki, ya cihat?«
diye soruyoruz:
»Her şeye
karışan eğilimleri olan ve şiddet yanlısı bu gruplar cihadı insanları Müslüman
yapmak olarak algılıyorlar. Halbuki Kuran’da böylesi bir ›cihat‹ tanımı yok.
Kuran’da ›cihat‹ kelimesinin geçtiği yerlere baktığınızda, bu kavramın adalet
ve özgürlük ortamını sağlamak anlamında kullanıldığını görürsünüz. Bir yerde
zulüm, baskı varsa, bunları ortadan kaldırmaya ›cihat‹ diyor Kuran. İnsanlar
isterse Müslüman olur, isterse olmaz. Kuran, Müslümanlar Müslüman olmayanlarla
kıyamete kadar birlikte yaşayabilirler diyor.«
Eliaçık, Antikapitalist Müslümanların
dindar çevreler ile sosyalistler arasında bir nevi köprü görevini yaptıklarını
söylüyor. Ona göre bu sahici bir ihtiyaç, çünkü hem dindarlar arasında sol
düşüncelere yakın duranlar, hem de sosyalistler arasında inanan ve Cuma
namazına gidenler var. Aslında son derece doğal olan bu durum, bu insanların
kendi çevrelerinde tuhaf karşılandığından, pek açığa çıkmıyor. Eliaçık,
gruplarının gelişmesiyle bu kesimlere cesaret verdikleri ve bu insanların
çelişik görünen durumlarının meşrulaşmasına yardımcı oldukları görüşünde.
Kuran’ı yorumlama biçimi ve kamuoyunda
açıkladığı görüşlerle »siyasal İslam« olarak da adlandırılan çeşitli İslami
kesimlerin tepkisini çeken Eliaçık ve Antikapitalist Müslümanlar bilhassa Gezi
Direnişinde yer alarak bizzat başbakan Erdoğan’ı hiddetlendiriyorlar. Miraç
Kandilinin birlikte kutlanması, Cuma namazının orada kılınması ve »Yeryüzü
İftarlarına« binlerce insanın kendiliğinden katılımı, »kapitalizme abdest
aldıranları« rahatsız ediyor elbette. Görüldüğü kadarıyla daha rahatsız etmeye
de devam edecekler. Çünkü gerek kadın hareketinin mücadelelerini
desteklemeleri, gerekse de LBGTT bireylerinin uğradıkları haksızlıklar
karşısında yüksek sesle itirazlarını yükseltmeleri, neoliberal dönmelerin
ellerindeki egemenlik araçlarını gerçek yerine oturtmaya aday bir konumlanış,
ki akıllı bir konumlanış olduğunu teslim etmek gerekiyor. Hele hele
Anadolu-Mezopotamya gibi bir coğrafyada.
Bu açıdan bakınca »Demokratik İslam
Konferansının« sesleneceği toplumsal tabanın nasıl yönlendirilmesi gerektiği
daha açık ortaya çıkıyor. Mesele o ya da bu »İslami« hareketin görüşünü beğenip
beğenmemek değil, bunların nerede ve kimin yanında durduğuna, »akıllı« olup
olmadıklarına bakmaktır. Son sözü Eliaçık’a bırakarak noktalayalım:
»Bir
televizyon programında şöyle söylemiştim: Ben ateizmden bir önceki duraktayım.
Çünkü akıllı bir Müslüman, din diye gösterilenlere inanamaz, doğrudan ateist
olur. Biz ise onlara ›ateist olmanıza gerek yok, bunun doğru olanı şudur, hadislerin
çoğu uydurmadır, ayetler şu anlama gelmektedir‹ diyoruz. Akıllı bir kişi
kendisine öğretilen müfredat içerisinde boğulur. Araştırır, soruşturur, eğer
bir çıkış yolu bulamazsa, ateist olur. Yani benim gibi birisinin, araştırmadığı
takdirde ateist olması kaçınılmazdır. Yahu düşünsenize, güya peygamber idrarını
bir kadına içirmiş ve kadın hemen şifa bulmuş. Adamlar bunu televizyonlara
çıkıp anlatıyorlar. Akıllı bir insan bunlara nasıl inanabilir? Sonuç itibariyle
insanları akıllı Müslüman olmaya çağırıyoruz. Kendi şahsiyetlerine, onurlarına,
ülkelerine, topraklarına sahip çıkmaya çağırıyorum.«