27 Eki 2013

Antikapitalizm ve İslam

Akıntıya karşı yüzen »Antikapitalist Müslümanlar Hareketinin« portresi
Abdullah Öcalan, 2013 Ekim’inde kendisini İmralı’da ziyaret eden BDP heyeti aracılığıyla verdiği bir mesajda, »İslam’a ihanet eden kesimlere karşı Diyarbakır’da ›Demokratik İslam Kongresi‹ yapılmasını« önermişti. Basından okuyabildiğimiz kadarıyla Öcalan, »Bu kongre çalışmalarında Alevi’si, Sünni’siyle halkımızın derinlikli tartışmalar yürütmesi, kongrenin anlamlı kararlaşmalar ve kurumsallaşmalarla sonuçlandırılması son derece önemlidir. Hz. Muhammed’in Medine Şura çalışmaları örnek alınarak, Şeyh Said gibi tarihi kişiliklerin ruhuna uygun olarak bu çalışmaların yapılması önemlidir« diyor.

Görüldüğü kadarıyla Öcalan tam da »Demokratik Konfederalizm« konseptinin özüne uygun ve »devletin, gücün, iktidarın ötesinde« bir tartışma ve kurumsallaşma sürecini öneriyor, Şeyh Said’in şahsında özerk-komünal yapılara işaret ediyor. Öcalan’ın bu önerisinin İslami kesimlerde heyecan yaratacağı belliydi. Nitekim dini hassasiyetleri ile tanınan BDP milletvekili Altan Tan böylesi bir kongrenin gerekli olduğunu  açıkladı – ama bir şerh koyarak: Tan, »Türkiye’deki bütün İslami gruplar, Gülen Cemaati’nden tutunuz, Mustazaf-Der’e kadar, bunların tamamının görüşlerini beğenin, beğenmeyin selefilerden, sufilere kadar ne kadar İslami grup ve cemaat varsa bunların çağrılması lazımdır« diyor (BBC-Türkçeye verdiği mülakatında).
Kürt halkına yönelik asimilasyon çalışmalarıyla tanınan ve İslami hareket olmaktan ziyade, konspiratif bir konglomera olarak »Holdingler İmparatorluğu« hâline dönüşmüş Gülen Hareketinin; sicili belli Türkiye Hizbullah’ının veya İslam’ı totaliter ve ataerkil düşünce kodlarıyla yorumlayan feodal-gerici yapıların Öcalan’ın önerdiği »Demokratik İslam Kongresine« ne kadar »eşit, özgürlükçü ve demokratik« (A. Tan) katkı sunabilecekleri hayli şüpheli. İslam’ı egemenlerin dini ve baskı aracı hâline dönüştürenlerin karanlık selinin,»Darusselam Nehriyle« buluşamayacağını görebilmek için, din alimi veya teolog olmaya gerek yok.
»Bağışlayan ve esirgeyen Allah’ın adıyla itiraz...«
Ancak Türkiye’de yaşayan Müslüman çoğunluğu bu karanlık sel ile özdeşleştirmenin de bir anlamı yok. Tam aksine, »kul hakkı« yemenin en büyük günahlardan olduğuna inanan, vicdanında »hakkaniyete« geniş yer bırakan dindar kitleleri bunlardan ayırmak, bu kitlelere karanlığın tahakkümünün baskısından kurtuluş yolunu açmak gerekiyor. Düzenlenirse eğer, »Demokratik İslam Kongresinin« en önemli görevi kanımızca bu olacaktır, ki Öcalan da »İslam’a ihanet eden kesimler« derken, bu gerçeğe işaret etmektedir.
Aslında İslam’ın egemenlerin dini hâline getirilmesine itiraz eden, karanlık akıntıya karşı ellerinde aklın meşalesiyle yüzen bir damar mevcut: Antikapitalist Müslümanlar Hareketi. »Yeryüzü İftarları«, işçilerin hakları için camide dua edip, 1 Mayıs alanına gelmeleri ve Gezi Direnişinin öznelerinden birisi olmalarıyla kamuoyunun dikkatini çeken hareket, fazlasıyla incelenmeye değer. İlgisi olan okura bu hareketin internet sayfasını [http://www.antikapitalistmuslumanlar.org] ve bilhassa yayınladıkları »Manifesto«yu okumalarını öneririz.
Antikapitalist Müslümanlar kendi kimliklerini ifade ederlerken her peygamber mesajının »kendi zamanının egemen sistemine karşı duruş« olduğundan hareketle antikapitalist vurguyu yaptıklarını söylüyorlar. Ayrıca »Antikapitalist her çıkış ve söylemi, dini inancının veya inançsızlığının, ırkının, dilinin, renginin, ideolojisinin ne olduğuna bakmaksızın, doğal müttefikimiz olarak görüyoruz. Onlarla aynı platform ve mücadele ortamlarını paylaşmak istiyoruz« diyerek, saflarını ezilenler ve sömürülenlerin yanında alıyorlar.
Devletin her türden ırk, din, mezhep, resmî ideoloji ve şahıs vurgusundan arındırılması gerektiğini savunarak, »ortak iyiyi« ifade eden kavramların, yani »hak, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik yeterlidir« görüşündeler. Aslında bu vurgular İslam’ı referans alan gruplarda alışık olunmayan, belki de Türkiye’de ilk kez bu kadar açık ifade edilen (veya ifade edildiğini duyduğumuz) bir İslami söylem. Çünkü Antikapitalist Müslümanlar hem »Tevhidin zıddı olan şirkin temelinin sınıflı toplum olduğuna« inanarak çok açık bir sınıf perspektifi ile egemen mülkiyet ve iktidar ilişkilerini eleştiriyorlar, hem de »cenneti, sınırsız ve sınıfsız özgür dünya olarak« algılayarak, sosyalist gelecek tahayyüllerine çok yakın olan bir reel dünya tasavvurunu yapıyorlar.
Bununla birlikte cesurlar, çünkü yaşadıkları coğrafyanın geçmişiyle yüzleşmeye çalışıyorlar. Bunu »Manifestolarının« şu cümlelerinde okumak olanaklı: »Antikapitalist Müslümanlar; (...) dilinden, renginden, düşüncesinden, inancından ya da inançsızlığından ötürü kimsenin hakkının yenmesine razı olmaz ve hakkı yenmişlerin yanında olur, onlarla birlikte ›Allah’ın ayetleri‹nin savunusunu yapar. Antikapitalist Müslümanlar, tüm halkların olduğu gibi Kürt halkının hak ve özgürlük taleplerini bu minvalde destekler. Ermeni halkının uğradığı zulme karşı çıkar. Her tür inkârı, asimilasyonu, katliamı zulüm ve insanlık suçu olarak görür«.
İslam’ın sosyalizan sesi: İhsan Eliaçık
Henüz bir çok konuda görüşleri netleşmemiş olan ve aralarında tartışmaları devam eden Antikapitalist Müslümanlar ilahiyatçı-yazar Recep İhsan Eliaçık’ın kitaplarından esinleniyorlar. Kayserili Eliaçık 1980 öncesi »Akıncılar« olarak tanınan gençlik örgütünde yer almış. Bu nedenle 1980 darbesinde tutuklanmış ve bir yıl hapisten sonra serbest bırakılmış. Uzun yıllar Kuran üzerine çalışan Eliaçık bugüne kadar 20’ye yakın kitap yayınlamış ve kendisine karşı 30’dan fazla dava açılmış.
İktidarsız ve devletsiz bir toplumu düşlediğini söyleyen Eliaçık, Gezi Direnişinin popüler isimlerinden. 19 gün süren Gezi Direnişinde gençlerin bir »rüya gördüklerini« ve dört temel kavramın: doğa sevgisi, özgürlük ve saygı, dayanışma ile çoğulculuğun Gezi’yi buluşturduğunu söylüyor. Bu rüyanın Türkiye’nin, hatta dünyanın nasıl olabileceğini gösterdiğini ve ortaya çıkan bu çoğulculukta devletin de olabileceğini söyleyen Eliaçık, »pek devlet ne kadar yer almalı?« sorumuza şöyle yanıt veriyor:
»Bana sorarsanız, ben aslında iktidarsız ve devletsiz bir toplumu düşlüyorum. Yani Kuran’da anlatılan ›Lailaheillallah‹ prensibi görüşüme göre anarşizme yakındır. Kuran’ın ›Mülk Allah’ındır‹ söylemi, sosyalizme, hatta komünizme yakındır. Mülkiyetin görünür olmayan bir güce ait olduğunu söylemek, görünür olanlardan hiç kimseye ait olmadığı anlamına gelir, yani mülkiyet toplumsal olmalıdır. Öte yandan Kuran üç tane puttan bahseder, ama bunlar taştan yontulmuş putlar değil, insanların içindeki yönelimlerdir. Bu yönelimlerin de üç temele dayandığını görüyoruz: ›Lat‹ otorite demektir. Yani bir şeye mutlak itaat. Kuran’a göre hiç bir güce bu kadar yetki verilemez. Ne devlete, ne şahsa, ne şeyhe ›sen mutlak otoritesin, sen ne dersen olacak‹ denilemez. Kuran, bunu yaparsanız otorite putu icat etmiş olursunuz der. İkinci tarif edilen put ›Uzza‹, ›güç‹ anlamına gelir. İnsanlar güç peşindedir. Üçüncüsü de ›Menat‹tır, bu da ›para‹ demektir. Altın ve para tanrısı ›Mammon‹u tarif eder. ›İki efendiye kulluk edemezsiniz. Ya tanrıya tapacaksınız, ya da Mammon’a‹ denir. Dolayısıyla otorite, güç ve para insanlık tarihinin üç putudur. Devlet dediğimiz şey de, bu üçünün bir merkezde buluşmasıdır. Aslolan bunların topluma dağılmasıdır. Devletin koordine edici rolü dışında bütün rollerini topluma devretmesi lazım. Bana göre keşke devletsiz yaşayabilsek. Ama bu mümkün olmadığı için, hani derler ya ›en iyi hükümet, en az hükümet edendir‹ diye, ne kadar lazımsa, ne kadar onsuz olmaz koşullar söz konusuysa, devlete o kadar yer vermek lazım. Aksi halde bir otorite ve hegemonya aracına dönüşür.«
19 Ekim 2013’de Köln’de düzenlenen bir konferansta Kuran’a göre insanların »temel ve zaruri ihtiyaçlarına ücretsiz ulaşmaları gerektiğini« söyleyerek, dikkatleri üzerine çeken Eliaçık’a, bununla ne kastettiğini sorduk. Aldığımız yanıt şöyleydi:
»Kuran’da sosyal adaletin dayandığı en önemli ayetlerden ikisi, Taha suresinin 117. ve 118. ayetleridir. Burada şöyle denir: ›İşte sizin için cennet. Burada aç kalmazsınız, çıplak olmazsınız, susuzluk çekmezsiniz, güneşin sıcağında yanmazsınız‹. Burada Kuran’ın dünya tasavvuruna göre cennetin aslında içinde yaşadığımız dünya olduğunu görüyoruz. Cennet ›insan elinin değmediği doğal dünya‹ demektir. Cehennem de insan elinin değip her şeyi mahvettiği dünya demektir. İnsan eli nereye değmiş, nerede kan dökülmüş, nerede savaş çıkartılmış, nerede sömürü var, nerede kurulmuş doğal düzeni bozan bir şey var, işte orası cehennemdir. Kuran’daki cennet-cehennemi ben böyle anlıyorum. Dolayısıyla ›işte sizin için cennet‹ diyor. Burada aç kalmazsınız. İnsanlar aç kalmamalı, açlık diye bir şey olmamalı. İnsanların karınlarını doyurmaları garanti altına alınmış olmalı. Bunu ne sağlayacak? Toplum kendi kendine sağlayacak. Yani devlet organizasyonu sayesinde sağlayacak. Öyle bir düzen kurulacak ki, insanlar aç kalmayacak. Sonra ›çıplak olmazsınız‹ diyor.  Bu hem yazlık-kışlık giysisinin olması, hem de kafasını sokacağı bir evinin, barınağının olması anlamına gelir. Kuran insanların aç olmamalarını, barınacak yerlerinin olması gerektiğini böyle ifade ediyor. Üçüncüsü susuzluk çekmemelidir diyor. Bunu da ben maddi ve manevi zaruri ihtiyaçlar olarak görüyorum. Bunların ›susuzluğunun‹ çekilmemesi. Burada en temel olan eğitim ve sağlıktır. Yani kişi kendini eğitebilmelidir, bunun için hiç bir engelle karşılaşmamalıdır ve kişi nerede tedavi olacağım diye düşünmemelidir. Yani eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlar herkese hazır ve ücretsiz olmalıdır. Dördüncüsü de ›güneşin sıcağında yanmamak‹ diyor. Bu da güvenlik oluyor. Dolayısıyla Kuran’daki sosyal adalet düşüncesi bu işte. Bunun sağlandığı yer, mahalle, köy, kasaba Kuran’a göre cennetin kısmen kurulduğu bir yerdir. Geriye insan davranışları kalıyor. İnsanlar bunlar için birbirleriyle mücadele etmemelidirler. Birbirleriyle rekabet içerisine girmemelidirler. Herkesin evi olmalı ve herkes uyandığında, kendi evinde uyanmalıdır. İnsanların temel ve zaruri ihtiyaçları, yemek, su, elektrik vs. bunların sağlanması gerekiyor.
Sonra başka bir ayette mesela diyor ki, ki bunlar sosyal adaleti öngören kuvvetli ayetlerdir, ›Biz yeryüzünde gerekli kaynakları var ettik, insanlar arasında eşitçe bölüşülsün diye‹. Sonra başka bir yerde ›mallar sizler arasında bir devlet, bir tahakküm aracına dönüşmesin‹ diyor. Veya ›yoksulların zenginlerin malları üzerinde hakları vardır‹ diyor. Meala Suresi 25. ayet. Veya ›sana mülkiyetinden neleri başkasına aktaracaklarını sorarlar. De ki, ihtiyacımdan fazlasını‹. Bu mesela vergi düzeninin temel limitlerine atıfta bulunur. Kuran’da buna benzer hayli ayet var. ›Sosyal İslam‹ başlıklı kitabımda bunları uzun uzun anlattım. Bunlara Kuran’daki sosyalizan düşüncenin kökleri de diyebiliriz. Ben buna toplumsal adalet diyorum.
Eliaçık’a pozisyonları neden başka İslami akımların, örneğin El-Kaide veya El-Nusra gibi örgütlerin böyle algılamadıklarını sorduğumuzda,  o bunların şiddet yatkını ve Kuran’ı totaliter ve otoriter kültürel algılarına göre yorumladıklarını, »ellerinden kılıcı düşürmeyen« bu kesimlerin dini başkaları üzerinde baskı aracına dönüştürdüklerini söylüyor. »Peki, ya cihat?« diye soruyoruz:
»Her şeye karışan eğilimleri olan ve şiddet yanlısı bu gruplar cihadı insanları Müslüman yapmak olarak algılıyorlar. Halbuki Kuran’da böylesi bir ›cihat‹ tanımı yok. Kuran’da ›cihat‹ kelimesinin geçtiği yerlere baktığınızda, bu kavramın adalet ve özgürlük ortamını sağlamak anlamında kullanıldığını görürsünüz. Bir yerde zulüm, baskı varsa, bunları ortadan kaldırmaya ›cihat‹ diyor Kuran. İnsanlar isterse Müslüman olur, isterse olmaz. Kuran, Müslümanlar Müslüman olmayanlarla kıyamete kadar birlikte yaşayabilirler diyor.«
Eliaçık, Antikapitalist Müslümanların dindar çevreler ile sosyalistler arasında bir nevi köprü görevini yaptıklarını söylüyor. Ona göre bu sahici bir ihtiyaç, çünkü hem dindarlar arasında sol düşüncelere yakın duranlar, hem de sosyalistler arasında inanan ve Cuma namazına gidenler var. Aslında son derece doğal olan bu durum, bu insanların kendi çevrelerinde tuhaf karşılandığından, pek açığa çıkmıyor. Eliaçık, gruplarının gelişmesiyle bu kesimlere cesaret verdikleri ve bu insanların çelişik görünen durumlarının meşrulaşmasına yardımcı oldukları görüşünde.
Kuran’ı yorumlama biçimi ve kamuoyunda açıkladığı görüşlerle »siyasal İslam« olarak da adlandırılan çeşitli İslami kesimlerin tepkisini çeken Eliaçık ve Antikapitalist Müslümanlar bilhassa Gezi Direnişinde yer alarak bizzat başbakan Erdoğan’ı hiddetlendiriyorlar. Miraç Kandilinin birlikte kutlanması, Cuma namazının orada kılınması ve »Yeryüzü İftarlarına« binlerce insanın kendiliğinden katılımı, »kapitalizme abdest aldıranları« rahatsız ediyor elbette. Görüldüğü kadarıyla daha rahatsız etmeye de devam edecekler. Çünkü gerek kadın hareketinin mücadelelerini desteklemeleri, gerekse de LBGTT bireylerinin uğradıkları haksızlıklar karşısında yüksek sesle itirazlarını yükseltmeleri, neoliberal dönmelerin ellerindeki egemenlik araçlarını gerçek yerine oturtmaya aday bir konumlanış, ki akıllı bir konumlanış olduğunu teslim etmek gerekiyor. Hele hele Anadolu-Mezopotamya gibi bir coğrafyada.
Bu açıdan bakınca »Demokratik İslam Konferansının« sesleneceği toplumsal tabanın nasıl yönlendirilmesi gerektiği daha açık ortaya çıkıyor. Mesele o ya da bu »İslami« hareketin görüşünü beğenip beğenmemek değil, bunların nerede ve kimin yanında durduğuna, »akıllı« olup olmadıklarına bakmaktır. Son sözü Eliaçık’a bırakarak noktalayalım:

»Bir televizyon programında şöyle söylemiştim: Ben ateizmden bir önceki duraktayım. Çünkü akıllı bir Müslüman, din diye gösterilenlere inanamaz, doğrudan ateist olur. Biz ise onlara ›ateist olmanıza gerek yok, bunun doğru olanı şudur, hadislerin çoğu uydurmadır, ayetler şu anlama gelmektedir‹ diyoruz. Akıllı bir kişi kendisine öğretilen müfredat içerisinde boğulur. Araştırır, soruşturur, eğer bir çıkış yolu bulamazsa, ateist olur. Yani benim gibi birisinin, araştırmadığı takdirde ateist olması kaçınılmazdır. Yahu düşünsenize, güya peygamber idrarını bir kadına içirmiş ve kadın hemen şifa bulmuş. Adamlar bunu televizyonlara çıkıp anlatıyorlar. Akıllı bir insan bunlara nasıl inanabilir? Sonuç itibariyle insanları akıllı Müslüman olmaya çağırıyoruz. Kendi şahsiyetlerine, onurlarına, ülkelerine, topraklarına sahip çıkmaya çağırıyorum.«