Son dönemdeki gelişmeler Kürt cephesinde
kimi ayrışmaların olacağına işaret ediyor. »Sap ile samanın« birbirlerinden
ayrılması, eninde sonunda puslu havanın dağılmasına neden olacağından, herkes önünü
daha rahat görebilecektir. O açıdan bakınca bu ayrışma her halükârda hayırlı
olacaktır.
Ancak bu ayrışmayı »parçalanmak« veya
»zayıflamak« biçiminde algılamak yanıltıcı olur. Aksine, ayrışma birleştirecek
ve esas olan, tali olanın önüne geçecektir. Ayrışmanın hayırlı olan tarafı,
doğası gereği ayrı olanların sunî bütünlüğünün bitmesi ve birlikte olması
gerekenlerin birleşmesinin, bütünleşmesinin önünün açılmasıdır.
Ayrışarak bütünleşmenin zorunlu olduğunu
gösteren iki emare: HDP ve Rojava’dır. Rojava’daki kutuplaşma çok açık. Radikal
yazarı Fehim Taştekin’in »Kürt Kürt’ün kurdu!« başlıklı yazısında doğru tespit
ettiği gibi, uluslararası siyasî arenada her geçen gün daha çok meşrulaşan PYD
ile giderek Türkiye’nin uydusu hâline dönüşen KDP arasındaki uçurum büyüyor. Bu
zaten beklenen bir gelişmeydi, ama kanımızca asıl belirleyici olan dört
parçadaki Kürt halkının bu uçurumun gerçek sorumlularının kim olduğunun
farkında olmalarıdır.
Yaşam böyledir işte. Çıplak gerçeklerin
üzeri örtülemez ve her tercihin bir bedeli olur. Bir tarafta halkın kendi
gücüne dayanan özyönetim ve özsavunma güçlerinin tüm zorluklara rağmen
verdikleri özgürlük savaşı, diğer tarafta da rant devletine dönüşen bir
yapıdaki iktidarını korumak için bin bir takla atan bir siyaset anlayışı durunca,
halk »sap ile saman« ayırımını kolaylıkla yapabiliyor. Ve böylece ezici
çoğunluğunu yoksul kitleler ile kadınların oluşturduğu Kürdistan halklarının
yanında kimin durduğunu tek bir soruyla öğrenebiliyor: PYD’nin mi, KDP’nin mi
yanındasın?
Diğer yanda bir hafta önce yeni yönetimini
belirleyen HDP hararetli tartışmalara neden oluyor. Görüldüğü kadarıyla yaygın
basındaki tüm »marjinal sol«, »Öcalan’ın Alevi partisi« veya »bunlardan bir şey
olmaz« söylemlerine rağmen HDP, iktidarı ve başkalarını hayli ürkütmüşe
benziyor. HDP’yi salt »sosyalist sola« indirgeyen anlayış, bu partinin
sosyalist solun çeşitli renkleri ve kitlesel Kürt hareketinin taşıyıcı
çekirdeğiyle birlikte Anadolu-Mezopotamya coğrafyasındaki etnik, inanç, cins ve
cinsel yönelim çeşitliliğini ve gerçek bir iktidar alternatifi olabilme
potansiyelini içerdiğini gizlemeye çalışıyor.
Kuşkusuz HDP’ye radikal demokrasi,
bürokrasisizlik ve hiyerarşisizlik bağlamlarında eleştiriler getirilebilir,
hatta getirilmelidir de. Ancak 21. Yüzyıl toplumlarının beklentilerine tercüman
olabilecek, tüm ezilen ve sömürülenleri kapsayabilecek ve geniş toplumsal
ittifaklar kurabilecek bir siyasî formasyonun olanaklı olabileceğinin en küçük
göstergesi bile egemenleri bu denli ürkütüyorsa, HDP’nin »marjinal« varlığının
bile yeterli olacağı unutulmamalıdır.
HDP ile ilgili olarak Kürt cephesinden de
eleştiriler yükselmiyor, rahatsızlıklar dillendirilmiyor değil. İşte ayrışma
burada da kendisi dayatıyor, çünkü esas olan, yani sınıf çıkarlarının
farklılığı bu noktada da ön plana çıkıyor. Bir tarafta başta Kürt sorunu olmak
üzere, milliyetler sorununun ancak gerçek bir demokratikleşme süreciyle
çözülebileceğine, demokratikleşmenin ise ancak toplumsallaşma ve sosyal adalet
temelinde gerçekleşebileceğine inananlar duruyor, diğer tarafta ise egemen
iktidar ve mülkiyet ilişkilerine dokunmadan iktidar veya iktidar ortağı
olunabileceğine inananlar. Bir tarafta Demokratik Konfederalizm-Demokratik
Ulus-Demokratik Cumhuriyet konsepti, diğer tarafta ise burjuva
milliyetçiliğinden ibaret olan »ulus devlet« konsepti.
Ayrışma çizgisi ezilenler ve sömürülenler
ile varlık ve sermaye sahipleri arasından geçiyor. Yaşamın temel gerçekliği,
yani sınıf çelişkileri sınırları belirliyor. Doğal olan, kökenine, diline,
inancına veya cinsiyetine bakılmaksızın çıkarları aynı olanların birleşmesidir.
Bugün gerçekleşmekte olan da budur. HDP ve Rojava tarihsel zorunluluğun birer
ifadesidirler. Yapay birliktelikler yerine, safların belirlenmesi olması
gerekendir. Bu nedenle, ayrışma hayırlı olacaktır!