Türkiye başbakanı Erdoğan giderek
ustalaşıyor. Hiç kuşku yok ki, gündem belirleme, insanların dikkatini asıl
meselelerden ve reel sorunların asıl nedenlerinden çekip, toplum bütününü ahlaki
söylemlerle meşgul etmek konusunda Erdoğan’ın eline su dökebilecek siyasetçi
neredeyse yok gibi.
Aslında Erdoğan’ın bu »başarılı« yönetim
tarzını farklı bilim dallarının konusu yaparak incelemeye almak hayli ilginç
olurdu. Ama bu işi bilim insanlarına bırakarak, bir köşe yazısının kapsamında
yazılabilecek olanlara yoğunlaşmak daha doğru olacak.
Eğer siyaset bilimi tanımlarında kalacak
olursak, Erdoğan’ın »kızlı erkekli neler, neler yapıyorlar« söyleminde atıfta
bulunduğu »muhafazakâr demokrat« tanımına değinmek gerekecek. Bir partinin veya
hükümetin »muhafazakâr demokrat« olarak tanımlanabilmesinin en temel ön koşulu,
o parti veya hükümetin burjuva demokrasisinin kurucu unsurlarına uygun
davranıyor olmasıdır.
Nedir bunlar? Hukukun üstünlüğü, kuvvetler
ayrılığı, yürütmenin bağımsız denetlebilirliliği, kamusal alanın her açıdan
nötr olması, yurttaşların eşitliği, basın ve düşünce özgürlüğünün
kısıtlanamayacağı vs. Bu kurucu unsurlara – elbette burjuva demokrasilerinin
olanaklı kıldığı ölçüde – uygun davranan parti ve hükümetler, »burjuva
demokratı« olarak tanımlanabilirler.
Öte yandan »muhafazakârlık«, kelime
anlamından da anlaşılabileceği gibi, şimdiye kadar var olanı, alışılmışı,
görenekleri vs. muhafaza etmek, korumak, kollamak isteyen bir siyaset
anlayışıdır.
Aslına bakılırsa »muhafazakâr demokrat«
tanımı, egemen iktidar ve mülkiyet ilişkilerini ve bu ilişkilerin belirlendiği
toplumsal, kültürel, iktisadî ve siyasî koşulları »muhafaza« etmek, yani biz
solcuların deyimiyle »sınıf egemenliğinin« devamını sağlamak isteyen Avrupalı
burjuva partilerinin, »gericilik« suçlamasına yanıt olarak icat ettikleri bir
tanımlamadır.
Bu tanıma en fazla uyan partilerden
birisi, Almanya’daki CDU’dur. Hıristiyan Birlik Partisi CDU son on yılda müthiş
bir »modernizasyon« sürecinden geçmiştir. Toplumsal gelişmenin zorladığı bu
süreç sonunda, »muhafazakâr« CDU bugün eşcinsel evliliklerini, yenilenebilir
enerjiyi, - Alman ve AB vatandaşı olmaları şartıyla – bireysel özgürlüklerin
güvence edilmesini, seküler devlet yapısını vs., kısaca on yıl öncesinde
muhafazakârların duyduklarında tüylerini diken diken edecek bütün modern
görüngüleri onaylamaktadır. Elbette bu onaylama, neoliberal dönüşümün ve olası
toplumsal direncin engellenmesinin bir gereğidir, ama CDU »muhafazakâr
demokrat« olarak adlandırılmayı hak etmektedir.
Bu açıdan burjuva demokrasisinin kurucu
unsurlarına ve gerek »muhafazakâr«, gerekse de »demokrat« tanımlarının kelime
anlamına baktığımızda, Erdoğan’a, partisine ve hükümetine »muhafazakâr
demokrat« denilemeyeceği sonucuna varırız. Erdoğan, aynı AKP gibi, ne
muhafazakârdır, ne de demokrat.
Peki, Erdoğan ve AKP nasıl
tanımlanmalıdırlar? Oldukları gibi: milliyetçi-sağ popülist söylemi kullanıp,
İslam’ı araç hâline getiren neoliberal-islamist siyasî formasyon olarak!
Erdoğan’ın »başarısı«, söylemiyle yarattığı »öteki« üzerinden kurguladığı »biz«
ile çoğunluk toplumunu kendisi ve partisi ile özdeşleştirebilmesidir, çünkü
çoğunluk toplumu da aynı ataerkil, eril ve gerici yaklaşımları paylaşmaktadır.
Erdoğan’ın gerici söylemi toplumsal karşılığını bulmaktadır – hem de hiç bir
etnik fark gözetmeden. Asıl sorun da bir yönüyle buradadır.
Ancak, bütün toplumsal gerçekliğe rağmen,
böylesi politikaların etkisi eninde sonunda sosyal ve iktisadî sorunlar
duvarına çarpacaktır. Türkiye gibi kadim sorunlar yumağıyla boğuşan ülkelerde –
ister iktisadî, ister sosyal olsun – geleceği belli olan krizler beklenmedik
sonuçlara yol açabilirler. İşte o zaman, »sokak« sözünü söyler, bugün
»marjinal« diye tanımlanan siyasî formasyonlar gerçek alternatif olabilirler.
Görüldüğü kadarıyla »o zaman« pek uzak değildir.