Almancada kullanılan bir deyimdir:
»Ağaçların çokluğundan ormanı görememek«. Detaylara takılıp, resmin bütününü
görememek anlamında. O nedenle bir soluklanıp, etrafımıza bakmakta yarar var. Köşe
yazısının izin verdiği ölçüde bunu yapmaya çalışalım ve ilk bakışta
birbirleriyle hiç bağlantısı yokmuş gibi görünen üç gelişmeyi irdeleyelim.
Geçen hafta yapılan Avrupa Seçimlerinin
sonucu, yaygın medyada »Avrupa sağa mı kayıyor?« tartışmasına neden oldu. AB
üyesi ülkelerde uzun zamandır ırkçı, milliyetçi ve sağ popülist partilerin
güçlenmekte oldukları biliniyordu. O nedenle burjuva medyasının seçim
sonuçlarına »şaşırması« inandırıcı değil. Ancak asıl meselenin AP’ndaki sağ
popülistlerin değil, devlet ve hükümet başkanlarının yeni AB Komisyon Başkanı
üzerine oynadıkları »poker« olduğunu da söylemek gerekiyor.
Cameron-Merkel arasındaki tartışmada
ifadesini bulan çıkar çatışması, muhtemelen AB çapında oluşturulacak olan bir
nevi »Büyük-Koalisyon« ile hafifletilecek. Hafifletilmek zorunda da, çünkü
Avrupa sermayesinin AB çatısı altında küresel oyuncu olması, üye ülkelerin iç
politikalarından kaynaklanan çıkar çatışmalarına kurban edilemeyecek bir
stratejidir. İrdelemek istediğimiz diğer iki gelişme bunu kanıtlıyor.
Geçen Perşembe Kazakistan’ın başkentinde
bir araya gelen Rusya, Beyaz Rusya ve Kazakistan devlet başkanları »Avrasya
Ekonomik Birliğini« oluşturdular. Rusya kısa bir süre önce Çin ile 30 yıllık
doğalgaz antlaşması imzalayarak, dikkatleri üzerine çekmişti. Şimdi ise
Rusya’nın öncülüğünde, AB benzeri, en az 170 milyon nüfuslu ve toplam 2.000
milyar Dolar GSMH’sı olan bir »ortak pazar« kuruluyor ve muhtemelen daha da
genişleyecek. »Gümrük Birliği« görüşmelerinde bulunan Ermenistan yeni »ortak
pazara« üye olmak istediğini açıkladı bile. Ayrıca Kırgızistan’ın üyeliği için
de bir yol haritası hazırlanmış durumda.
Öte yandan Pasifik’te sular ısınmaya devam
ediyor. Geçen hafta Güney Çin Denizinde Vietnamlı bir balıkçı teknesinin Çin
gemileri tarafından batırılması, Doğu Asya’da sinirlerin ne denli gerildiğine
işaret ediyor. ABD Pasifik askerî güçleri komutanı amiral Samuel Locklear’ın
geçen hafta sonu Manila’da düzenlenen Dünya İktisat Forumu’ndaki konuşmasında
»dünyanın en militaristleştirilmiş bölgesi« diye tanımladığı coğrafya, bölgesel
ve küresel ihtilafların yoğunlaştığı (veya daha da yoğunlaşacağı) bir merkez
hâline geldi.
Sadece Güney Çin Denizinde Brunei, Çin,
Filipinler, Malezya, Tayvan ve Vietnam’ın »ulusal deniz sahası« ilân etme
kavgasını verdikleri; Japonya ve Çin arasında Diayou veya Senkaku olarak
adlandırılan kayalıklar nedeniyle başlayan ihtilafın derinleşerek sürdüğü;
Tayland’daki askerî darbenin komşu ülkelere örnek oluşturduğu; Rusya’nın
Endonezya ve Hindistan ile girdiği ekonomik ilişkilerin Doğu Asya’yı doğrudan
etkilediği; Hindu milliyetçisi bir başbakan ile bölgede askerî gücünü
göstermeye daha kararlı olan bir Hindistan’ın aktiviteleri ve ABD’nin Pasifik
bölgesini birincil çıkar alanı ilân ettiği düşünülürse, ihtilafların
toplamının, diğer coğrafyaların kesinlikle küçümseyemeyecekleri bir savaş
tehlikesini ortaya çıkardığı tespit edilebilir. Pasifik sularının ısınmasının,
Yakın ve Ortadoğu’da denge değişimlerini zorlayacağına hiç değinmiyoruz bile.
»Avrasya
Ekonomik Birliği« ve Doğu Asya’daki gelişmeler, çeperini duman eden krizden
henüz kurtulamamış olan AB, daha doğrusu Çekirdek Avrupa için müthiş bir meydan
okuma anlamına gelmektedir. AP’nda bundan sonra ırkçı ve sağ popülist
partilerin sayıları artan milletvekilleriyle temsil edilmesi, AB’nin ve AB
üyesi ülkelerin neoliberal dönüşüm ve militaristleşme sürecinin
hızlandırılmasına, otoriter yöntemlerle burjuva demokrasilerinin içinin
boşaltılmasına yeni bir ivme kazandıracak. Sağ popülizm bu bağlamda söylemini
geleneksel partilerin de üstlenmesiyle, bu politikalara toplumsal destek
sağlayacaktır. Ve tüm bu gelişmeler doğrudan Türkiye ve Kürdistan’ın bulunduğu
coğrafyayı etkileyecektir. Dediğimiz gibi, kafayı kaldırıp, etrafa bir bakmakta
herkes için yarar var.