»Irak ve (Büyük) Suriye İslam Devleti« (IŞİD) adındaki islamist terör grubunun Irak’taki büyük taarruzu sürüyor. Bu yazı kaleme alınırken ajanslar, IŞİD’in Bağdat’a yöneldiğini bildiriyordular. Kimileri de Irak’ın »Afganistan’a«, Türkiye’nin ise »Pakistan’a« dönüşeceğini iddia ediyordu. Halep’ten Musul ve Bağdat sınırlarına uzanan bir bölgeyi terörize eden IŞİD’in »ne« olduğu konusunda hayli bilgi var, ama »kime« yaradığı konusundaki yorumlar az.
Kanımızca bu soruyu açmakta yarar var. IŞİD’in hem bölge devletlerinin, hem de emperyalist güçlerin tetikçisi olduğunu konusundaki kanaat yaygın. Basında yayımlanan bazı belge ve haberler, çeşitli gizli servis elemanlarının IŞİD içinde cirit attıklarını kanıtlıyor. Ama bölge ülkelerinin yaklaşımlarını ve stratejilerini irdelediğimizde farklılıklar da görülebiliyor.
IŞİD’in Irak-İran-Suriye yayını zayıflattığı doğru. Ama aynı zamanda iktidarını yeniden oluşturmak isteyen Maliki’ye, Barzani ile ılımlı Sünnî kesimlerinin kendisiyle ittifaka girmeleri için baskı oluşturma fırsatını veriyor. Çünkü IŞİD, Barzani yönetimi için de ciddi bir tehdit unsuru. Bu açıdan, Irak ordusunun Irak’taki askerî gücü toplamda 12 bin kişi olan IŞİD’e Musul’u neden doğru dürüst savunma yapmadan bıraktı sorusu başka bir anlam kazanıyor. Diğer yandan İran, Irak’ın toprak bütünlüğünün Şiî çoğunluğun kontrolü altında korunmasını stratejik hedef olarak takip ettiğinden, Maliki’nin Barzani ve ılımlı Sünnî kesimlerle ittifak arayışına destek çıkacaktır. Aynı şekilde IŞİD ve diğer islamist terör örgütleriyle savaşan Suriye yönetimi de böylesi bir adımın yanında yer alacaktır. Öte yandan Maliki yönetimiyle sorunlar yaşayan ABD açısından Ortadoğu siyasetindeki anahtar kelimenin hâlâ »istikrar« olduğu ve Obama yönetiminin nükleer programın çözüm perspektifine bağlı olarak İran’a yakınlaşma tandansını gösterdiği düşünülürse, ABD’nin Irak’taki Şiî çoğunluğun aleyhine olan adımlara taraftar olmayacağı tahmin edilebilir. IŞİD taarruzunun Maliki’yi güçlendirmeyle sonuçlanması küçük bir olasılık değil açıkçası.
İslamist terörden bahsedilirken, Suudi-Arabistan ve Katar’ı anmamak hata olur. Irak ve Suriye’deki islamist çetelerin »sponsorluğunu« yapan Suudi-Arabistan ve Katar, hem bölgedeki etkinliklerini artırmak için bölge ülkelerinin devlet yapılanmalarını işlevsiz hâle getirmeye çalışıyor, hem de kendi aralarında islamist hareketlere egemen olma kavgasını veriyorlar. Bu açıdan IŞİD taarruzunun başarıyla sonuçlanması, öncelikle finansörü Suudi-Arabistan’a yarayacak. Ama tahminimizce bu son derece zayıf bir olasılık.
Çünkü ne Irak »Afganistan«, ne de Türkiye yeni bir»Pakistan«dır. Türkiye’deki iç politik çekişmelere ve başbakan Erdoğan’ın başarıyla yönettiği »kontrollü kutuplaşmaya« bakıp, Türkiye’nin »etkisiz« olduğunu düşünmek yanıltıcıdır. Askerî-sınaî kompleksini geliştiren, silah satıcıları »kulübüne« üye edilen, sermaye ihraç eden ve NATO’nun ikinci büyük, modernize edilmiş ordusuna sahip olan Türkiye, bölgenin en önemli güçlerinden birisi hâline gelmiştir ve IŞİD konusunda şüphesiz belirleyici rol oynayacaktır.
Türkiye karar vericilerinin IŞİD ve diğer çeteleri desteklemesi, uzun vadeli stratejilerinin bir sonucudur. Onlar için belirleyici olan Irak veya Suriye’nin toprak bütünlüğü değil, Türkiye sermayesinin bölgedeki yatırımları ile pazar paylarının korunup-güçlendirilmesi ve bölgede egemen olma hedefidir. Bu nedenle IŞİD taarruzu Türkiye egemenlerine savaş ve yayılmacılık fırsatını vermektedir. Stratejik ortakları olan Barzani yönetimini ve/veya Iraklı Türkmenleri »koruma«, »terörle mücadele etme« ve »enerji güvenliğini sağlama« gerekçeleri ile Irak ve Suriye’ye girebilir, tampon bölge oluşturmaya çalışabilirler. Bu da küçük bir olasılık değildir, çünkü Türkiye gerekli olan askerî yeteneğe sahiptir.
O nedenle IŞİD taarruzunu »Kürtler için fırsat« olarak görenlere hatırlatmak gerekiyor: Türkiye, Barzani yönetiminde »bağımsız bir Kürdistan’ı« kurabilir, ama Rojava’yı yok etme pahasına.
Milliyetçi hezeyanlar hiç bir zaman akıllı yol gösterici olmamıştır.