27 Haz 2014

IŞİD’in ipiyle kuyuya inen...

Yüz yıl önce bugün, 28 Haziran 1914’de Saraybosna’da Avusturya arşidükü Franz Ferdinand ile eşi Sophie’yi vuran Gavrilo Princip, eyleminin milyonlarca insanın yaşamına mal olacak bir dünya savaşına neden gösterileceğini tahmin etmiş miydi bilinmez, ama »Büyük Sırbistan« hayalinin peşinde koşan Sırp milliyetçilerinin dönemin emperyalist güçlerince nasıl kullanıldıkları yeterince biliniyor. »Kara El« adlı Sırp milliyetçi örgütü, daha kurulduğu ilk günlerde »iblisin ipiyle kuyuya inmiş« ve Birinci Dünya Paylaşım Savaşının yarattığı büyük yangının »çakmak taşı« olarak kullanılmıştı.

Yerküre üzerinde devam eden savaşlar, silahlı ihtilaflar ve milyonlarca ölüm aradan koskoca bir asır geçmesine rağmen, dünyada değişen pek şeyin olmadığını gösteriyor, ki bu gerçek, kapitalizm aşılmadığı müddetçe hiç bir şeyin değişmeyeceğini de kanıtlıyor.
BM hukuku uzmanlarından yoldaşımız Norman Paech bir makalesinde, 1945’den bu yana dünyanın her yerinde savaşlar sürdüğünü, ama Avrupa’nın merkez ülkelerinde savaş olmadığından, bu savaşlara »Dünya Savaşı« demediğimizi yazmıştı. Gerçekte de dünyanın muhtelif coğrafyalarına üstün körü bir bakış dahi, »Dünya Savaşı olmayan bir dünya savaşı« içerisinde olduğumuzu gösteriyor.
Ne yazık ki, gözünü iktidar, mülkiyet ve kâr hırsı bürümüş olan zavallı insanlık, yüzlerce yıldır devam eden yıkımların ve savaşların sonuçlarından hiç bir şey öğrenememiş. Farklı milliyetleri tek bir kimliğe eriten »ulus« potası çoktan soğumuş olmasına rağmen, düşmanlığın, ayırımcılığın, ırkçılığın ve savaşların tetikleyicisi olan milliyetçilik tüm ilkelliği ile hâlen revaçta ve çağımızın vebası olarak dünyayı kavurmaya devam ediyor, ancak küçük burjuva beyinlerin hayal dünyasında »sınıfsız, imtiyazsız ve bütünleşmiş toplum« olabilecek »ulus« devletler hâlâ kutsanıyor.
Halbuki yakın geçmişin deneyimleri »ulus« devletlerin kutsanası değil, kahrolası yapılar olduğunu göstermiyor mu? Eski Yugoslavya’dan Kafkaslara, son örnek Ukrayna’dan Afganistan’a, Ortadoğu’dan Afrika’ya »ulus« devletin ezilenler ve sömürülenlerin lehine olduğunu gösteren tek bir örnek var mı sahiden? Aslında coğrafyamızda bu gerçeği en iyi bilenler, başta Kürtler olmak üzere, tüm kadim halklardır. İran, Irak, Suriye ve Türkiye »ulus« devletleri bu halklara asimilasyon, baskı, sömürü, soykırım ve yerinden edilmeden başka ne getirdi? Kürt bilgeleri boşuna mı demişler, »devlet eşek olsa binmem« diye? Ama görünen o ki, kimi Kürt egemeni ve savunucuları için Kürt bilgelerinin öğretileri artık geçerli değil. Onlar kadim coğrafyamızın tüm deneyimlerini görmezden gelip, IŞİD’in, dolayısıyla bölge ülkeleri ile emperyalist güçlerin ipine sarılmayı yeğliyorlar.
Tüm bu hengame ve kan denizi içerisinde kadim coğrafyamızın kadim sorunlarına yanıtlar sunan bir adacık ise geleceğimizi aydınlatıyor: ROJAVA! Halkların kendi kendilerini idare ettiği, savunduğu ve ortak geleceklerini inşa ettikleri bu deney, şimdiden tüm Kürdistan ve Ortadoğu, hatta tüm dünya için özgürlükçü, kurtuluşçu ve demokratik bir alternatif hâline gelmiş durumda. Rojava demokratik özerkliğin sadece gerçekçi değil, aynı zamanda uygulanabilir olduğunu kanıtlıyor.

Ancak gelişmeler insanlığın bu büyük kazanımının ciddî tehdit altında olduğunu da gösteriyor. Rojava, bölge ülkeleri, emperyalist güçler ve maşaları olan IŞİD ve El Nusra gibi çetelerin gözüne batan bir diken ve yok edilmesi için hepsi el ele vermiş durumda. Rojava’yı korumak, gelişmesine destek vermek sadece Rojava halklarının değil, tüm ezilen ve sömürülenlerin çıkarına. Fuat Kav geçenlerde yayınlanan bir yazısında, »neden ›Rojava devrimi bizimdir, daha fazla Rojava‹ adı altında Ortadoğu’da [enternasyonalist] tugaylar oluşmasın?« diye sormuştu. Bu soru her geçen gün daha yakıcı hâle geliyor. Rojava’yı korumak için illa silahı ele almak gerekmiyor. Gönüllü doktorların ve başka uzmanların oraya gitmesi bile büyük bir destek olacaktır. Acil soru şudur: Rojava için ne yapabilirim? Daha ne kadar bekleyeceğiz?