»Ulusal birlik« tartışmaları
üzerine
Geçen haftaki yazımıza bazı itirazlar
geldi. Milliyetçi zibidilerin lafazanlıklarına ve tehditlerine aldırdığımız
yok, ama kendilerini »Kürt komünisti/sosyalisti« olarak nitelendiren bazı
dostlar, geçen haftaki köşe yazımızı »Kürtlerin ulusal birliğinden rahatsız
olmak« olarak algılayıp, serzenişte bulunmuşlar. Siyasi tespitleri
»rahatsızlık« olarak algılamak tuhafımıza gitse de, bu serzenişlere ve
eleştirilere bir yanıt vermek gerekli oldu.
Bir kere »rahatsız« falan olduğumuz yok.
Yazımızda kapitalizm koşullarında »ulusal birlik« denilenin olanaklı olmadığını
tespit ediyoruz. Bu bir siyasi tespittir ve doğru olmadığı düşünülüyorsa,
tespiti çürüten bir görüş beklemek hakkımızdır. Tekrar edelim: kapitalizm
koşullarında, yani sınıflı toplumlarda birleşik toplumsal-siyasi bütün olarak
tanımlanabilecek bir »ulus« söz konusu değildir. Egemen sınıflar ile sömürülen
sınıfların yaşamsal çıkarları birbirine taban tabana zıttır. Söylediğimiz
bundan ibarettir.
Marksist literatürü, dünya komünist ve
sosyalist hareketlerinin devasa külliyatını o ya da bu şekilde okumuş komünist
ve sosyalistlere bunları anımsatmaya gerek yok tabii ki. Ancak komünist ve
sosyalist hareketlerin tarihi bilhassa milliyetler sorununda hayli ihtilaflı
tartışmalara sahne olduğundan, komünist ve sosyalistler arasında görüş
farklılıklarının olması da doğal bir şey. Yapmaya çalıştığımız, ezber olduğuna
inandıklarımıza karşı, doğru bulduklarımızda ısrar etmektir.
Meramımızı anlatabilmek için bir alıntı
yapmamız gerekiyor: Gazeteci Fehim Işık 8 Kasım 2014’de geçen haftaki yazımıza
eleştiri olarak Twitter hesabından şu notu düşmüş:
»Komünistler ve sosyalistler elbet emeğin
çıkarlarını savunur. Ama ezilen ulusların/halkların devrimcileri ve onların
dostları komünist/sosyalist de olsalar, ezilen ulusun geleceğinde sosyalist bir
iktidar olmadığını görseler bile ezilen ulusların/halkların özgürlüğünü
savunurlar. Biz Kürt devrimcileri bu nedenle sol/sosyalist kulvarda siyaset
yapmaya başladık. Adına özerklik de dense, adı federasyon veya bağımsızlık da
konsa, ezilen uluslar/halklar için öncelikli olan özgürlüktür. Ama hiç canınızı
sıkmayın; buna rağmen her Kürt sosyalisti/komünisti en az diğer halkların
sosyalist ve komünistleri kadar “gelecek sosyalizmdir” diyor.«
Bu notta ifadesini bulan görüş, hayli
yaygın, ama kanımızca bir o kadar da sorunlu bir görüştür. Kürtlerin »ulusal
birlik« kurmasının »iyi« bir şey olduğu, öncelikli olanın »adına özerklik de
dense, adı federasyon veya bağımsızlık da konsa (...) özgürlüktür« görüşü,
böylesi bir »ulusal birliğin« maddi şartlarını, ezilen ve sömürülen sınıflar
için ne getireceğini söylememesi bir yana, salt söylem olarak, »evrensel insan
hakları her insan için geçerlidir« veya »herkesin altın tabaktan yemek yeme
hakkı vardır« söylemleri kadar anlamlıdır. Bunun ötesinde komünistler için
»ulusal birlik« söylemi, kapitalizm koşulları altında sömürü ilişkileri ve
sınıf egemenliği açısından hiç bir anlam taşımamaktadır. Kürdistan Özgürlük
Hareketinin stratejik nedenlerden dolayı bu söylemi kullanıyor olması, bu
gerçeği bizce değiştirmemektedir.
Öncelikle şunun altını çizmek gerekiyor:
dünyanın neresinde olursa olsun etnik, kültürel, dinsel veya başka nedenlerden
dolayı bir toplumsal grubun, toplumsal azınlığın veya bir milliyetin
ezilmesine, soykırıma maruz bırakılmasına, asimilasyona tabi tutulmasına veya
kadim coğrafyasından sürülmesine karşı çıkmak; onların doğuştan sahip oldukları
en doğal haklarını hiç bir engelle karşılaşmadan kullanabilmelerini savunmak,
komünist veya sosyalist olmanın olmazsa olmaz koşuludur. Komünistler bunu söz
konusu toplumsal gruba veya milliyete sempati duyduklarından veya »iyi« ve
»doğru« duygularla hareket etme kaygısıyla değil, milliyetlerin ezilmesinin
kapitalist toplumlardaki sınıf tahakkümünün bir egemenlik aracı olması
nedeniyle yaparlar. Yani ezilen milliyetlerle eşit göz hizasında dayanışma
sergilemek, sınıfsal duruşun ifadesidir.
Sınıfsal duruş, ezilen ve sömürülen
sınıfların özgür ve bağımsız iradeleri ile kendi kaderlerini tayin
edebilecekleri ekonomik, siyasi ve toplumsal koşulları yaratmak için mücadele
etmeyi gerekli kılar, kapitalist gelişmenin suni konstrüksiyonu olan bir »ulusun«
birliği veya ezilen milliyet burjuvazisinin sömürüyü kendi pazarında sürdürme
özgürlüğü için değil. Bu nedenle bilhassa komünistlerin ve sosyalistlerin
tarihsel görevi, istisnasız tüm iktisadi, siyasi ve sosyal sorunlara bu
pozisyondan hareketle yanıt vermek, çözüm geliştirmektir.
Şimdi, bu pozisyondan bakarsak, şu sorulara
yanıt aramalıyız: »Ulusal birlik« için »ulusun« özgür ve bağımsız iradesi nasıl
tespit edilecek? Kim, hangi meşruiyetle »ulus iradesinin« gerçek temsilcisi ve
sözcüsü olma »hakkına« sahip olacak? Örnek olarak dört parçasıyla Kürdistan’ı
alalım: Kürtlerin »ulusal birliğinin« kurulması kararına her Kürt bireyi eşit
koşullarda, özgür ve bağımsız iradesiyle katılma koşullarına nasıl sahip
olacak? Yani Gever’deki bir köylü kadın veya Kobanê’de cephede direnen YPJ’li
bir gerilla ile Mesut Barzani’nin veya bir Galip Ensarioğlu’nun aynı eşitlikte
kararlara katılma koşulları var mı? Köylü Kürt kadını ve Mesut Barzani
örneğinde kalalım: Komünistler sınıfsal çıkarları taban tabana zıt bu iki
insanın aynı »ulusal« çıkarlara sahip olduklarını hangi gerekçe ile
savunabilirler? Komünistler ve sosyalistler için öncelikli olan kimin
özgürlüğüdür veya daha doğru bir deyişle, mülkiyet sahiplerinin mülksüzleri
sömürebilme özgürlüğü, komünistlerin savunabileceği bir »özgürlük« olabilir mi?
Soyutlama yaparak devam edelim:
Kürdistan’ın dört parçasında da Kürtlerin bir referandum veya halk oylamasına
katılma koşullarının oluştuğunu varsayalım. Ezilen ve sömürülenlerin çıkarları
pozisyonundan bakınca, bu referandum veya halk oylamasında çoğunluğun alacağı
bir kararı her halükârda »ulusun« kararı olarak mı kabul edeceğiz? Örneğin
»çoğunluk iradesi« idam cezasını veya işkence ile ifade alınmasını onaylarsa,
komünistler ve sosyalistler bu kararları demokratik kararlar olarak mı kabul
edecekler?
Varsayımlarımıza Güney Kürdistan örneğinde
devam edelim: Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi yakın zamanda bir »bağımsızlık
referandumu« yapacağını ilân etmişti. Diyelim ki böylesi bir referandum yapıldı
ve referanduma katılanların yüzde 99’u »evet, bağımsız Kürdistan ulus devleti
kurulmalıdır« biçiminde oy verdi. Şimdi, »ulus« devletlerin kapitalist gelişme
sürecinin bir sonucu ve milliyetlerin özgürlüğünden ziyade, tarihsel, somut ve
kesin belirlenmiş içeriği ile kapitalist sermaye birikimini, emek sömürüsünü ve
bir azınlığın sınıf egemenliğini sürdürme özgürlüğü olduğunu iddia eden
komünistler ve sosyalistler, bölgedeki reel koşulları da göz önünde tutarak,
referandum sonucunda gerçek bir »bağımsızlığın« elde edilebildiğini mi
savunacaklar? Ve gene dört parçaya dönelim: Komünistler ve sosyalistler için
savunulması ve sahip çıkılması gereken böylesi bir »bağımsızlık« mı, yoksa
Rojava’daki demokratik özerklik midir?
Soru listesi kuşkusuz daha da uzatılabilir.
Ancak hangi soru sorulursa sorulsun, dünya görüşümüze göre komünist ve
sosyalistlerin tavrı her zaman ve her koşulda ezilen ve sömürülen sınıflardan
yana olmak zorundadır. Aslına bakılırsa komünistler ve sosyalistler açısından
»ulusal birlik« sorusunun yanıtı çok nettir: Günümüz koşullarında »ulusal
birlik« demokratik ulus – demokratik özerklik perspektifinde bir çözüm
getirecekse, desteklenmelidir – hem de Kobanê’de Suphi Nejat Ağırnaslı veya
Kader Ortakaya gibi enternasyonalistlerin gösterdiği biçimde canı pahasına! Ama
bu »ulusal birlik« bunun tersi bir çözüme yol açacaksa, komünist ve
sosyalistlerin temel görevi, müttefik olarak gördükleri ve ikirciksiz dayanışma
içinde oldukları Kürdistan Özgürlük Hareketini uyarmak, tehlike ve tuzaklara
dikkat çekmektir. Bu »ulusal birlikten« rahatsız olmak değil, aksine komünist
olmanın gereğidir.
Son bir noktayı da belirtelim: Komünistin
veya sosyalistin »Almanı«, »Arabı«, »Kürdü«, »Türkü« olmaz. Komünistler ve
sosyalistler için etnik, dinsel veya cinsel ayırımların hiç bir önemi yoktur.
Komünist veya sosyalist formasyonların kurulu oldukları coğrafyanın adını
kullanıyor olmaları bu gerçeği değiştirmez. Komünist ve sosyalistler için
önemli olan her milliyetten ezilen ve sömürülen sınıfların birliğidir. Çünkü
vatanımız yeryüzü, milletimiz insanlıktır. Rojava devrimi, bunun ifadesidir.
Liberallerin ve burjuva milliyetçilerinin nefretinin temel nedeni,
komünistlerin »ulusal birliğe« bu perspektiften bakmalarıdır. Liberaller ve
burjuva milliyetçileri komünist ve sosyalistlere saldırdıklarında, aslen
Kürdistan Özgürlük Hareketinin devrimci çizgisini, ulusu dine, mezhebe, dile
veya cinsiyete göre tanımlamayan demokratik ulus konseptini hedef
almaktadırlar. Yani asıl hedefleri Abdullah Öcalan’ın savunduğu çizgidir.
Komünistler, Kürdistan Özgürlük Hareketinin temel çekirdeğinin sosyalizme en
yakın müttefikimiz olduğunu görüşündedirler. Dayanışmamızın nedeni budur.
Gereği ise, her türlü ezbere rağmen, doğruda ısrar etmektir.