10 Kas 2014

Ezbere rağmen, doğruda ısrar!

»Ulusal birlik« tartışmaları üzerine
Geçen haftaki yazımıza bazı itirazlar geldi. Milliyetçi zibidilerin lafazanlıklarına ve tehditlerine aldırdığımız yok, ama kendilerini »Kürt komünisti/sosyalisti« olarak nitelendiren bazı dostlar, geçen haftaki köşe yazımızı »Kürtlerin ulusal birliğinden rahatsız olmak« olarak algılayıp, serzenişte bulunmuşlar. Siyasi tespitleri »rahatsızlık« olarak algılamak tuhafımıza gitse de, bu serzenişlere ve eleştirilere bir yanıt vermek gerekli oldu.

Bir kere »rahatsız« falan olduğumuz yok. Yazımızda kapitalizm koşullarında »ulusal birlik« denilenin olanaklı olmadığını tespit ediyoruz. Bu bir siyasi tespittir ve doğru olmadığı düşünülüyorsa, tespiti çürüten bir görüş beklemek hakkımızdır. Tekrar edelim: kapitalizm koşullarında, yani sınıflı toplumlarda birleşik toplumsal-siyasi bütün olarak tanımlanabilecek bir »ulus« söz konusu değildir. Egemen sınıflar ile sömürülen sınıfların yaşamsal çıkarları birbirine taban tabana zıttır. Söylediğimiz bundan ibarettir.
Marksist literatürü, dünya komünist ve sosyalist hareketlerinin devasa külliyatını o ya da bu şekilde okumuş komünist ve sosyalistlere bunları anımsatmaya gerek yok tabii ki. Ancak komünist ve sosyalist hareketlerin tarihi bilhassa milliyetler sorununda hayli ihtilaflı tartışmalara sahne olduğundan, komünist ve sosyalistler arasında görüş farklılıklarının olması da doğal bir şey. Yapmaya çalıştığımız, ezber olduğuna inandıklarımıza karşı, doğru bulduklarımızda ısrar etmektir.
Meramımızı anlatabilmek için bir alıntı yapmamız gerekiyor: Gazeteci Fehim Işık 8 Kasım 2014’de geçen haftaki yazımıza eleştiri olarak Twitter hesabından şu notu düşmüş:
»Komünistler ve sosyalistler elbet emeğin çıkarlarını savunur. Ama ezilen ulusların/halkların devrimcileri ve onların dostları komünist/sosyalist de olsalar, ezilen ulusun geleceğinde sosyalist bir iktidar olmadığını görseler bile ezilen ulusların/halkların özgürlüğünü savunurlar. Biz Kürt devrimcileri bu nedenle sol/sosyalist kulvarda siyaset yapmaya başladık. Adına özerklik de dense, adı federasyon veya bağımsızlık da konsa, ezilen uluslar/halklar için öncelikli olan özgürlüktür. Ama hiç canınızı sıkmayın; buna rağmen her Kürt sosyalisti/komünisti en az diğer halkların sosyalist ve komünistleri kadar “gelecek sosyalizmdir” diyor.«
Bu notta ifadesini bulan görüş, hayli yaygın, ama kanımızca bir o kadar da sorunlu bir görüştür. Kürtlerin »ulusal birlik« kurmasının »iyi« bir şey olduğu, öncelikli olanın »adına özerklik de dense, adı federasyon veya bağımsızlık da konsa (...) özgürlüktür« görüşü, böylesi bir »ulusal birliğin« maddi şartlarını, ezilen ve sömürülen sınıflar için ne getireceğini söylememesi bir yana, salt söylem olarak, »evrensel insan hakları her insan için geçerlidir« veya »herkesin altın tabaktan yemek yeme hakkı vardır« söylemleri kadar anlamlıdır. Bunun ötesinde komünistler için »ulusal birlik« söylemi, kapitalizm koşulları altında sömürü ilişkileri ve sınıf egemenliği açısından hiç bir anlam taşımamaktadır. Kürdistan Özgürlük Hareketinin stratejik nedenlerden dolayı bu söylemi kullanıyor olması, bu gerçeği bizce değiştirmemektedir.
Öncelikle şunun altını çizmek gerekiyor: dünyanın neresinde olursa olsun etnik, kültürel, dinsel veya başka nedenlerden dolayı bir toplumsal grubun, toplumsal azınlığın veya bir milliyetin ezilmesine, soykırıma maruz bırakılmasına, asimilasyona tabi tutulmasına veya kadim coğrafyasından sürülmesine karşı çıkmak; onların doğuştan sahip oldukları en doğal haklarını hiç bir engelle karşılaşmadan kullanabilmelerini savunmak, komünist veya sosyalist olmanın olmazsa olmaz koşuludur. Komünistler bunu söz konusu toplumsal gruba veya milliyete sempati duyduklarından veya »iyi« ve »doğru« duygularla hareket etme kaygısıyla değil, milliyetlerin ezilmesinin kapitalist toplumlardaki sınıf tahakkümünün bir egemenlik aracı olması nedeniyle yaparlar. Yani ezilen milliyetlerle eşit göz hizasında dayanışma sergilemek, sınıfsal duruşun ifadesidir.
Sınıfsal duruş, ezilen ve sömürülen sınıfların özgür ve bağımsız iradeleri ile kendi kaderlerini tayin edebilecekleri ekonomik, siyasi ve toplumsal koşulları yaratmak için mücadele etmeyi gerekli kılar, kapitalist gelişmenin suni konstrüksiyonu olan bir »ulusun« birliği veya ezilen milliyet burjuvazisinin sömürüyü kendi pazarında sürdürme özgürlüğü için değil. Bu nedenle bilhassa komünistlerin ve sosyalistlerin tarihsel görevi, istisnasız tüm iktisadi, siyasi ve sosyal sorunlara bu pozisyondan hareketle yanıt vermek, çözüm geliştirmektir.
Şimdi, bu pozisyondan bakarsak, şu sorulara yanıt aramalıyız: »Ulusal birlik« için »ulusun« özgür ve bağımsız iradesi nasıl tespit edilecek? Kim, hangi meşruiyetle »ulus iradesinin« gerçek temsilcisi ve sözcüsü olma »hakkına« sahip olacak? Örnek olarak dört parçasıyla Kürdistan’ı alalım: Kürtlerin »ulusal birliğinin« kurulması kararına her Kürt bireyi eşit koşullarda, özgür ve bağımsız iradesiyle katılma koşullarına nasıl sahip olacak? Yani Gever’deki bir köylü kadın veya Kobanê’de cephede direnen YPJ’li bir gerilla ile Mesut Barzani’nin veya bir Galip Ensarioğlu’nun aynı eşitlikte kararlara katılma koşulları var mı? Köylü Kürt kadını ve Mesut Barzani örneğinde kalalım: Komünistler sınıfsal çıkarları taban tabana zıt bu iki insanın aynı »ulusal« çıkarlara sahip olduklarını hangi gerekçe ile savunabilirler? Komünistler ve sosyalistler için öncelikli olan kimin özgürlüğüdür veya daha doğru bir deyişle, mülkiyet sahiplerinin mülksüzleri sömürebilme özgürlüğü, komünistlerin savunabileceği bir »özgürlük« olabilir mi?
Soyutlama yaparak devam edelim: Kürdistan’ın dört parçasında da Kürtlerin bir referandum veya halk oylamasına katılma koşullarının oluştuğunu varsayalım. Ezilen ve sömürülenlerin çıkarları pozisyonundan bakınca, bu referandum veya halk oylamasında çoğunluğun alacağı bir kararı her halükârda »ulusun« kararı olarak mı kabul edeceğiz? Örneğin »çoğunluk iradesi« idam cezasını veya işkence ile ifade alınmasını onaylarsa, komünistler ve sosyalistler bu kararları demokratik kararlar olarak mı kabul edecekler?
Varsayımlarımıza Güney Kürdistan örneğinde devam edelim: Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi yakın zamanda bir »bağımsızlık referandumu« yapacağını ilân etmişti. Diyelim ki böylesi bir referandum yapıldı ve referanduma katılanların yüzde 99’u »evet, bağımsız Kürdistan ulus devleti kurulmalıdır« biçiminde oy verdi. Şimdi, »ulus« devletlerin kapitalist gelişme sürecinin bir sonucu ve milliyetlerin özgürlüğünden ziyade, tarihsel, somut ve kesin belirlenmiş içeriği ile kapitalist sermaye birikimini, emek sömürüsünü ve bir azınlığın sınıf egemenliğini sürdürme özgürlüğü olduğunu iddia eden komünistler ve sosyalistler, bölgedeki reel koşulları da göz önünde tutarak, referandum sonucunda gerçek bir »bağımsızlığın« elde edilebildiğini mi savunacaklar? Ve gene dört parçaya dönelim: Komünistler ve sosyalistler için savunulması ve sahip çıkılması gereken böylesi bir »bağımsızlık« mı, yoksa Rojava’daki demokratik özerklik midir?
Soru listesi kuşkusuz daha da uzatılabilir. Ancak hangi soru sorulursa sorulsun, dünya görüşümüze göre komünist ve sosyalistlerin tavrı her zaman ve her koşulda ezilen ve sömürülen sınıflardan yana olmak zorundadır. Aslına bakılırsa komünistler ve sosyalistler açısından »ulusal birlik« sorusunun yanıtı çok nettir: Günümüz koşullarında »ulusal birlik« demokratik ulus – demokratik özerklik perspektifinde bir çözüm getirecekse, desteklenmelidir – hem de Kobanê’de Suphi Nejat Ağırnaslı veya Kader Ortakaya gibi enternasyonalistlerin gösterdiği biçimde canı pahasına! Ama bu »ulusal birlik« bunun tersi bir çözüme yol açacaksa, komünist ve sosyalistlerin temel görevi, müttefik olarak gördükleri ve ikirciksiz dayanışma içinde oldukları Kürdistan Özgürlük Hareketini uyarmak, tehlike ve tuzaklara dikkat çekmektir. Bu »ulusal birlikten« rahatsız olmak değil, aksine komünist olmanın gereğidir.

Son bir noktayı da belirtelim: Komünistin veya sosyalistin »Almanı«, »Arabı«, »Kürdü«, »Türkü« olmaz. Komünistler ve sosyalistler için etnik, dinsel veya cinsel ayırımların hiç bir önemi yoktur. Komünist veya sosyalist formasyonların kurulu oldukları coğrafyanın adını kullanıyor olmaları bu gerçeği değiştirmez. Komünist ve sosyalistler için önemli olan her milliyetten ezilen ve sömürülen sınıfların birliğidir. Çünkü vatanımız yeryüzü, milletimiz insanlıktır. Rojava devrimi, bunun ifadesidir. Liberallerin ve burjuva milliyetçilerinin nefretinin temel nedeni, komünistlerin »ulusal birliğe« bu perspektiften bakmalarıdır. Liberaller ve burjuva milliyetçileri komünist ve sosyalistlere saldırdıklarında, aslen Kürdistan Özgürlük Hareketinin devrimci çizgisini, ulusu dine, mezhebe, dile veya cinsiyete göre tanımlamayan demokratik ulus konseptini hedef almaktadırlar. Yani asıl hedefleri Abdullah Öcalan’ın savunduğu çizgidir. Komünistler, Kürdistan Özgürlük Hareketinin temel çekirdeğinin sosyalizme en yakın müttefikimiz olduğunu görüşündedirler. Dayanışmamızın nedeni budur. Gereği ise, her türlü ezbere rağmen, doğruda ısrar etmektir.