Kobanê direniyor. İki milyon nüfuslu
Musul’u bir günde ele geçiren DAİŞ, Kobanê’yi düşüremedi hâlâ. Ama başka şeyler
düşmeye başlıyor. Örneğin Rojava devrimi aynı heyecanla tartışılmıyor,
halkların ortak özyönetimi yerine, »ulusal birlik« vurgusu öne çıkıyor artık.
Sahiden, neden? Nedir bu, halkların ortaklığını geri plana iten »ulusal
birlik«?
Soruyu bir soyutlama yaparak irdeleyelim:
Diyelim ki Türkiye’de Türklerden başka bir milliyet yaşamıyor. Hatta tüm Türklerin
Sünni mezhebine mensup olduklarını ve herkesin heteroseksüel olduğunu, yani
etnik, dinsel ve cinsel eğilim açısından tamamen homojen bir toplumu varsayalım.
Şimdi, böylesi bir Türkiye’de ortak bir »ulustan«, bir »ulusal birliğin«
olanaklı olabileceğinden bahsedebilir miyiz?
Hayır! Peki neden? Çok basit: kapitalist
toplum olduğundan! Kapitalist toplumda birleşik toplumsal-siyasî bütün olarak
tanımlanabilecek bir »ulus« yoktur, ama aynı milliyetten farklı çıkarları olan
sınıflar vardır. Varsaydığımız homojen toplum içindeki mülkiyet sahibi sınıflar
ile sömürülen sınıfların çıkarları ortak değildir. Ekonomik ilişkilerde
burjuvazi sömürü ve sermaye birikimini, sömürülenler ise emeğin çıkarlarını
temsil ederler. Hukuk ilişkilerinde özel mülkiyet kapitalist toplumun temelini
oluşturur, ama emeğin çıkarları insanın mülkiyetin egemenliğinden kurtuluşunu
gerekli kılar. Dış politikada savaş, militarizm ve yayılmacılık burjuvazinin
çıkarınadır, ama barışa, karşılıklı güven ve işbirliğine, dayanışmaya dayanan komşuluk
ilişkileri sömürülenlerin çıkarınadır. Kapitalist toplumda egemen kültür,
egemenlerin kültürüdür; yaşamın her alanı özel sermaye birikiminin emrine
sokulmuştur. Her ne kadar demokrasi, seçimler ve özgürlükler gibi formel
biçimler tüm toplumsal sınıfların ortak çıkarlarıymış gibi görünseler de, tam
da bu formel biçimlerin arkasında, içerikte ve gerçek siyasette en bariz çıkar
farklılıkları ve uyumsuzlukları gizlidir.
Böylesi bir Türkiye’de, ortak ve birleşik
bir »ulusal iradeden«, »ulusal çıkarlardan« ve »ulusal birlikten« bahsedilemez.
Böylesi bir Türkiye’de devlet, aynı reel Türkiye gibi, burjuvazinin sınıf
egemenliğinin bir aracı, »ulusal ordu« da bu aracın koruyucusudur. Bu
Türkiye’de »ulusal birlik« savunusu, sömürülen Türklerin çıkarlarına terstir –
Türklerin ezici çoğunluğu milliyetçi olsa da, bu gerçek değişmez. Bu, dünyanın
her tarafında geçerli olan bir gerçektir.
Emeğin çıkarlarını savunan komünistler ve
sosyalistler için bu nedenle etnik ve dinsel aidiyetlerin, cinsel yönelimlerin
hiç bir önemi yoktur. Onlar için önemli olan insanın kurtuluşu, »insanı
sömürülen, hor görülen, esirleştirilmiş bir varlık hâline getiren tüm
koşulların alaşağı edilmesidir.« Rojava devrimi insanın kurtuluşunun olanaklı
olduğunu gösteren bir deneydir. Kobanê, kazanımların öz savunmayla
korunabileceğini kanıtlamıştır. »Ulusal çıkarların« nelere yol açacağını ise,
»ulus devletlerin« kanlı tarihi ibretle göstermektedir: Ya yoksul halkların
ortaklığı, ya da »ulusal birlik« - kapitalizm koşullarında ikisi birlikte olanaklı
değildir!