Toz
dumanın böylesine kalktığı zamanlarda, değil yönünü tayin etmek, etrafı
görebilmek dahi zorlaşır. Çölde kum fırtınasına yakalanan acemilerin yaptığı
gibi, salt kendini düşünmek, yapılabilecek en büyük hatadır. Tuareglerin
anlattığına göre, bu durumda yapılması gereken en zayıfa sahip çıkarak bir
arada kalmaktır, ki herkes kurtulsun.
Ortadoğu
ve Kuzey Afrika’daki gelişmeler bölge halklarını kum fırtınasından beter bir
karabasanın prangasında tutuyor. Her zamanki gibi, olan en zayıflara oluyor.
Savaşlar ve yoksulluk on milyonları yerinden ediyor. İnsanlar canlarını
kurtarmak için yaşamlarını yeniden ve defalarca tehlikeye atarak, yurtlarından
kaçıyorlar. Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki mülteci cesetleri, her gün tekrarlanan
insanlık trajedisinin sadece bir, ama feci göstergesi.
Mültecilik
zor zenaat velhasıl. Komşu ülkelere veya Avrupa’ya kaçabilmiş olmak, kurtuluş
anlamına gelmiyor. Haksız, hukuksuz bir konumda, dilenerek, fuhuşa zorlanarak,
ağır sömürü koşulları altında çalıştırılarak, durumundan kâr sağlamak isteyen
kan içicilere bağımlı kalarak yürütülen bir yaşamın neresi iyi? Uzaklara
bakmaya gerek yok: Türkiye’de sokaklarda yaşayan Suriyelileri, ülke sınırlarını
çoluk çocuk geçmeye çalışanları veya Yunanistan adalarında sefalet çeken
mültecileri görmemek mümkün mü?
Evet,
mümkün. Çünkü bakar kör olmuşuz. Kendi derdimize odaklandığımızdan, yanı
başımızdaki dramlara bakıyor, ama görmüyoruz. Lafa gelince enternasyonalist
dayanışmayı göklere çıkartıyor, ama en basit insani dayanışmayı düşünemiyoruz
bile. Kurtuluş, barış, demokrasi, özgürlük, hatta sosyalizm diyor, ama sınıf kardeşimizin
acısını sadece seyrediyoruz.
Halbuki
yapabileceğimiz o kadar çok şey var ki. Elbette hükümetlerin göçmen ve mülteci
hukukunda iyileştirmeler yapmalarını, yürürlükteki uluslararası yönetmeliklere
uymalarını ve mültecilere insan onuruna uygun yaşam koşulları sunmalarını talep
etmek, bunun için örgütlenmek ve siyaset geliştirmek, bunların başında gelir.
Ama dahası var: Örneğin Barış Bloku, sendikalar, HDK, HDP, devrimci güçler,
HDPli/DBPli belediyeler, girişimler, kuruluşlar ve kişiler olarak Türkiye’deki
mülteciler için toplumsal dayanışmayı örebilir, yardım kampanyaları
başlatabilir, onları tabağımızdaki aşımıza ortak edebiliriz.
Aynı
şekilde Avrupa’daki devrimci-demokratik göçmen örgütleri olarak mültecilere
sahip çıkabilir, var olan dayanışma ağlarını güçlendirebilir, mültecileri
gerekçe göstererek iç politikada gerçekleştirilecek sertleştirmelere ve
yaygınlaşan ırkçı saldırılara karşı toplumsal direnişin parçası olabiliriz.
Ama
bunun için bakar körlükten kurtulmamız ve enternasyonalist dayanışmanın pratik
olmadan hiç bir anlamı kalmayacağını yeniden anımsamamız gerekiyor. Emperyalist
güçlerin ve egemen sınıfın kendi çıkarlarını kollamak için çıkardıkları
fırtınada yolumuzu bulmak, ancak dayanışmayı güçlendirmek ve en zayıfımıza
sahip çıkmakla olanaklıdır.
Enternasyonalist dayanışma boş laf değil, barış, demokrasi, özgürlük ve
sosyalizm mücadelesinin olmazsa olmazıdır. Bu yükümlülüğün gereğini yerine
getirmek ise, taktiksel bir davranış değil, stratejik zorunluluktur.