23 Eyl 2015

Rusya’nın stratejik hamlesi

Bugünlerde Suriye’nin »içinden çıkılamaz bir bataklık olduğu« uyarısını yapan strateji uzmanlarının haklılıklarının kanıtlandığı gelişmelere tanık oluyoruz. Suriye’den binlerce kilometre uzakta olmak dahi, bu »bataklıktan« kurtulmayı sağlamıyor. Washington, Brüksel ve Berlin’deki karar vericilerin şimdiye kadarki tüm çabaları, tüm »tükürdüklerini« yalamak zorunda kalmalarıyla sonuçlandı. Ne Esad alaşağı edildi, ne İran’ın etkisi zayıflatıldı, ne de Rusya ekarte edilebildi.

ABD’nin 1990’lı yıllardan bu yana »Wolfowitz Doktrini« çerçevesinde sistematik bir biçimde uyguladığı »Rusya’yı NATO ülkeleriyle kuşatma« politikasının tüm baskılarına rağmen, Moskova’nın birbiri ardından gerçekleştirdiği stratejik hamlelerle, emperyalist güçlerin tüm planlarını altüst ettiğini söylemek olanaklı. Rusya’nın Suriye’deki ihtilafa aktif katılım kararını almasından sonraki yoğun diplomasi trafiği, bunu kanıtlıyor.
Obama yönetimi, Putin’e duyduğu antipatiyi bir yana bırakarak, Rusya’nın desteği olmadan Suriye ihtilafının çözülemeyeceğini kabullenmiş görünüyor ve gene de gelişmeleri kontrol altında tutma yetisine sahip olduğunu göstermek istiyor. Beyaz Saray’dan yapılan bir açıklamada, »Rusya’yı, İslam Devletine karşı mücadeleye yapıcı katkıda bulunması için cesaretlendiriyoruz« deniliyor. ABD Dışişleri Bakanı Kerry de, geçen hafta sonu, »Suriye’de politik bir çözüm için Rusya’nın katkılarına ihtiyacımız var« açıklamasını yapmak zorunda kalmıştı.
Aynı şekilde Almanya ve dolayısıyla AB de Rusya’nın Suriye’deki aktivitelerine, aynı İran nükleer programındaki katkılarına olduğu gibi, umut bağlamış durumdalar. Alman Dışişleri Bakanı Steinmeier’in çevresinden, bakanın mesaisinin büyük bölümünü »Suriye meselesine« ayırdığı haberleri geliyor. Görüldüğü kadarıyla Berlin, Washington ve Moskova’nın ortak hareket etmeleri durumda, ABD, AB, Rusya, İran ve bölge ülkeleriyle çözüm odaklı bir girişimin başlatılabileceği değerlendirmesini yapıyor. Ve bu girişiminin Esad’sız olamayacağı görüşünde. Kerry’nin Berlin ziyaretinde, »Esad’ın gitmesi gerektiğini hep söyledim. Ama bu hemen bugün olmak zorunda değil. Bu bir süreç« demesini Steinmeier’in hararetle desteklemesi bunu gösteriyor.
Geçen Cuma günü ABD ve Rusya Savunma Bakanlarının telefonlaşmaları ve Suriye hava sahasında ABD ve Rus savaş uçaklarının birbirlerine »karışmamaları« konusunda anlaşmalarından sonra, ABD basınında yer alan yorumlarda, gelecek BM Genel Kurulunun bir Obama-Putin görüşmesine sahne olabileceği spekülasyonları yapılıyordu. Almanya ise bu durumdan ABD, Rusya, İran, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında bir »arabuluculuk rolü« kapma peşinde.
Alman basını bu nedenle Erdoğan’ın Rusya ziyaretini dikkatle izliyor. Steinmeier’in aktiviteleri de »arabuluculuk rolünü« ciddiyetle takip ettiğini gösteriyor. Steinmeier, önce Rus Dışişleri Bakanı Lawrow’u, sonra da Kerry’i misafir etmeden iki gün önce Ankara’ya gitmiş ve Türkiye’den »maksimal taleplerden vazgeçmesini« istemişti. Hâlâ Esad’ın görevden alınması görüşünü savunan Türkiye’nin, değil »maksimal taleplerde« ısrar etmek, büyük oyunun figüranı olmaktan kurtulamayacağı bir durumda Rusya’da umduğunu bulabileceğini söylemek olanaklı değil. Putin nasıl İsrail Başbakanı Netanyahu’yu teselli ederek, eli boş geri gönderdiyse, »doğal gaz müşterisi« Erdoğan’a da aynı nezaketle, kendi politikasında değişiklik yapmayacağını söyleyecektir.
Bu arada basında yer alan haberler, Rusya’nın Suriye’deki iç savaşa doğrudan askeri müdahalede bulunacağına işaret ediyor. Şimdiye kadar yaklaşık 2.000 askeri »uzmanı« gönderen Moskova, şimdi 12 SU-24 jetini, 12 SU-25 savaş uçağını ve çok sayıda saldırı helikopterini Suriye’de konuşlandırdı. Askeriye uzmanları bu uçakların, kara kuvvetleri olmadan etkin olamayacaklarını ve Suriye ordusunun zayıflığı nedeniyle Rus kara kuvvetlerinin Suriye’de kara operasyonuna girişecekleri ihtimalinin kesinlik kazandığını belirtiyorlar.

Öyle ya da böyle, Suriye’de yeni bir sürecin başlayacağı kesinleşiyor. Mülteci akınına uğrayan AB, Suriye’deki bir çözümle bu akını durdurmayı umarken, Suriye’nin »Libya« olmadığı gerçeğini acı bir şekilde öğrenen ABD, stratejik yenilgiden en az zararla çıkmayı umuyor. Rusya ise geliştirdiği stratejik hamlelerle, bölgede dikkate alınması gereken bir aktör olarak önemini artırıyor. Tüm bu gelişmeler, Rojava düşmanlığı had safhaya ulaşan Türkiye’nin yeni bir dış politika yenilgisine yol açarken, Rojavalıların ve dolayısıyla Kürdistan Özgürlük Hareketinin önüne bölgenin geleceğinde söz söyleme olanaklarını artıran yeni fırsatlar yaratıyor.