Bugünlerde Suriye’nin »içinden
çıkılamaz bir bataklık olduğu« uyarısını yapan strateji uzmanlarının
haklılıklarının kanıtlandığı gelişmelere tanık oluyoruz. Suriye’den binlerce
kilometre uzakta olmak dahi, bu »bataklıktan« kurtulmayı sağlamıyor.
Washington, Brüksel ve Berlin’deki karar vericilerin şimdiye kadarki tüm
çabaları, tüm »tükürdüklerini« yalamak zorunda kalmalarıyla sonuçlandı. Ne Esad
alaşağı edildi, ne İran’ın etkisi zayıflatıldı, ne de Rusya ekarte edilebildi.
ABD’nin 1990’lı yıllardan bu yana
»Wolfowitz Doktrini« çerçevesinde sistematik bir biçimde uyguladığı »Rusya’yı
NATO ülkeleriyle kuşatma« politikasının tüm baskılarına rağmen, Moskova’nın
birbiri ardından gerçekleştirdiği stratejik hamlelerle, emperyalist güçlerin
tüm planlarını altüst ettiğini söylemek olanaklı. Rusya’nın Suriye’deki
ihtilafa aktif katılım kararını almasından sonraki yoğun diplomasi trafiği,
bunu kanıtlıyor.
Obama yönetimi, Putin’e duyduğu
antipatiyi bir yana bırakarak, Rusya’nın desteği olmadan Suriye ihtilafının
çözülemeyeceğini kabullenmiş görünüyor ve gene de gelişmeleri kontrol altında
tutma yetisine sahip olduğunu göstermek istiyor. Beyaz Saray’dan yapılan bir
açıklamada, »Rusya’yı, İslam Devletine karşı mücadeleye yapıcı katkıda bulunması
için cesaretlendiriyoruz« deniliyor. ABD Dışişleri Bakanı Kerry de, geçen hafta
sonu, »Suriye’de politik bir çözüm için Rusya’nın katkılarına ihtiyacımız var«
açıklamasını yapmak zorunda kalmıştı.
Aynı şekilde Almanya ve
dolayısıyla AB de Rusya’nın Suriye’deki aktivitelerine, aynı İran nükleer
programındaki katkılarına olduğu gibi, umut bağlamış durumdalar. Alman
Dışişleri Bakanı Steinmeier’in çevresinden, bakanın mesaisinin büyük bölümünü
»Suriye meselesine« ayırdığı haberleri geliyor. Görüldüğü kadarıyla Berlin,
Washington ve Moskova’nın ortak hareket etmeleri durumda, ABD, AB, Rusya, İran
ve bölge ülkeleriyle çözüm odaklı bir girişimin başlatılabileceği
değerlendirmesini yapıyor. Ve bu girişiminin Esad’sız olamayacağı görüşünde.
Kerry’nin Berlin ziyaretinde, »Esad’ın gitmesi gerektiğini hep söyledim. Ama bu
hemen bugün olmak zorunda değil. Bu bir süreç« demesini Steinmeier’in hararetle
desteklemesi bunu gösteriyor.
Geçen Cuma günü ABD ve Rusya
Savunma Bakanlarının telefonlaşmaları ve Suriye hava sahasında ABD ve Rus savaş
uçaklarının birbirlerine »karışmamaları« konusunda anlaşmalarından sonra, ABD
basınında yer alan yorumlarda, gelecek BM Genel Kurulunun bir Obama-Putin
görüşmesine sahne olabileceği spekülasyonları yapılıyordu. Almanya ise bu
durumdan ABD, Rusya, İran, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında bir
»arabuluculuk rolü« kapma peşinde.
Alman basını bu nedenle
Erdoğan’ın Rusya ziyaretini dikkatle izliyor. Steinmeier’in aktiviteleri de
»arabuluculuk rolünü« ciddiyetle takip ettiğini gösteriyor. Steinmeier, önce
Rus Dışişleri Bakanı Lawrow’u, sonra da Kerry’i misafir etmeden iki gün önce
Ankara’ya gitmiş ve Türkiye’den »maksimal taleplerden vazgeçmesini« istemişti.
Hâlâ Esad’ın görevden alınması görüşünü savunan Türkiye’nin, değil »maksimal
taleplerde« ısrar etmek, büyük oyunun figüranı olmaktan kurtulamayacağı bir
durumda Rusya’da umduğunu bulabileceğini söylemek olanaklı değil. Putin nasıl
İsrail Başbakanı Netanyahu’yu teselli ederek, eli boş geri gönderdiyse, »doğal
gaz müşterisi« Erdoğan’a da aynı nezaketle, kendi politikasında değişiklik
yapmayacağını söyleyecektir.
Bu arada basında yer alan
haberler, Rusya’nın Suriye’deki iç savaşa doğrudan askeri müdahalede
bulunacağına işaret ediyor. Şimdiye kadar yaklaşık 2.000 askeri »uzmanı«
gönderen Moskova, şimdi 12 SU-24 jetini, 12 SU-25 savaş uçağını ve çok sayıda
saldırı helikopterini Suriye’de konuşlandırdı. Askeriye uzmanları bu uçakların,
kara kuvvetleri olmadan etkin olamayacaklarını ve Suriye ordusunun zayıflığı
nedeniyle Rus kara kuvvetlerinin Suriye’de kara operasyonuna girişecekleri
ihtimalinin kesinlik kazandığını belirtiyorlar.
Öyle ya da böyle, Suriye’de yeni
bir sürecin başlayacağı kesinleşiyor. Mülteci akınına uğrayan AB, Suriye’deki
bir çözümle bu akını durdurmayı umarken, Suriye’nin »Libya« olmadığı gerçeğini
acı bir şekilde öğrenen ABD, stratejik yenilgiden en az zararla çıkmayı umuyor.
Rusya ise geliştirdiği stratejik hamlelerle, bölgede dikkate alınması gereken
bir aktör olarak önemini artırıyor. Tüm bu gelişmeler, Rojava düşmanlığı had safhaya
ulaşan Türkiye’nin yeni bir dış politika yenilgisine yol açarken, Rojavalıların
ve dolayısıyla Kürdistan Özgürlük Hareketinin önüne bölgenin geleceğinde söz
söyleme olanaklarını artıran yeni fırsatlar yaratıyor.