»Rusya’nın
dış politikası nesnel açıdan emperyalizm karşıtı bir politikadır, ama Rusya a
priori antiemperyalist değildir«. Bu görüş, başta Suriye olmak üzere,
uluslararası ihtilaflarda rol alan aktörleri sınıflandıranlarca
savunulmaktadır. Buna karşın, bu görüşe »Anti-Amerikancılık« diye karşı çıkıp,
Rusya’nın kapitalist ülke olarak sermaye ihracı yaptığını ve bu nedenle emperyalist
olduğunu ileri sürenler de var.
Ancak
sermaye ihracı tek başına bir ülkeyi emperyalist yapmaz. Lenin, çığır açıcı
»Kapitalizmin en üst aşaması olarak emperyalizm« başlıklı eserinde, beş noktada
emperyalizmden ne anlaşılması gerektiğini şöyle özetliyor: »İktisadi yaşamda
belirleyici rol oynayan tekelleri yaratacak yüksek gelişme seviyesine ulaşan
üretim ve sermayenin yoğunlaşması; Banka sermayesinin sanayi sermayesiyle
birleşmesi ve bu ›mali sermaye‹ temelinde bir mali oligarşinin oluşması; Ürün
ihracından farklı olarak, sermaye ihracının olağanüstü önem kazanması; Dünyayı
aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birlikleri oluşması ve büyük
kapitalist güçler arasında dünyanın toprak paylaşımının tamamlanmış olması.«
Lenin’in
bu tanımı günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Tanımında belirleyici olan,
sınıfsal tahlilidir. Bu açıdan bakınca, Rusya’yı değerlendirmek kolaylaşır. Rus
burjuvazisinin sermaye ihracı, empirik kanıtlara göre, vergi cennetlerine kaçıştan
ibarettir. Diğer yandan Rusya, S. Arabistan ve Almanya’dan sonra dünyanın
üçüncü büyük ticaret fazlasına sahiptir, ama sermaye ihracını başka ülkelere
kredi vererek kontrol etme olanağından yoksundur.
Bununla
birlikte emperyalizm salt finans kapitalin oluşmasıyla birden bire ortaya
çıkmadı, aksine 200-300 yıllık saldırı, işgal, ilhak ve yağma geleneğini kapitalizmin
tekelci aşaması ile bütünleştirerek süreç içinde oluştu. 1917 Rus Devrimi ve
1989-1991 karşı devrimi arasındaki reel sosyalist dönem, Rusya’nın benzer bir
gelişme yaşamasını engelledi. O nedenle Rusya’yı emperyalist güçlerin kontrolü
dışında ve tekelci tandans içindeki bir devlet kapitalizmi olarak
değerlendirmek doğru olacaktır.
Peki
bu tespitin güncel mücadelelerle alakası nedir? Rusya, aynı diğer BRICS
ülkeleri gibi, emperyalist güçlerin boyunduruğu altına sokulmaya direnerek ABD,
NATO ve AB’nin hegemonik adımlarını tökezleten bir politika izlemektedir. Önce
Gürcistan’ın, şimdi Ukrayna’nın NATO üyeliklerinin engellenmesi, gaz ihracatı
üzerinden AB ve ABD arasındaki çelişkilerin derinleştirilmesi, Avrasya Birliği
girişimi, Esad rejiminin desteklenmesi, Çin ve İran ile stratejik ortaklık
arayışları vb. yaklaşımlar, emperyalist güçlerin kısa, orta ve uzun vadeli tüm
stratejileriyle çelişmekte, bunların uygulanmasını sınırlamaktadırlar.
Bu
nedenle Rusya, nesnel olarak, antiemperyalist olmadan emperyalizm karşıtı
politikalarla antiemperyalist mücadelenin hedeflerine hizmet etmektedir. Kendi
isteğinden bağımsız, Rusya’nın üstlendiği yeni rol budur. Ve bu, özelde
Suriye’deki, genelde ise Ortadoğu’daki güncel gelişmeleri değerlendirirken
dikkate alınması gereken önemli bir olgudur.