Pentagon’un yeni »Ulusal
Askeriye Stratejisi« ve olası sonuçları üzerine
ABD ordu yönetimi 1 Temmuz 2015’de »ABD Ulusal Askeriye
Stratejisi« (»The National Military Strategy of the USA«) başlıklı bir belge
yayınladı. 24 sayfalık Strateji Belgesini ABD emperyalizminin dünya
egemenliğini nasıl askeri güçleriyle elde etmek istediğine dair bir talimat
olarak okumak olanaklı. Gerçi belge, George W. Bush dönemindeki stratejik
belgelerde yer alan saldırgan retoriği kullanmaktan imtina ediyor, ama bu, bu
belgenin de en az öncekiler kadar saldırgan bir siyaset yönelimi olmadığı
anlamına gelmiyor.
Elbette stratejik yönelimde belirli değişiklikler yok değil.
Örneğin son 10 yıl içerisinde yayınlanan belgelerde ABD silahlı güçlerinin
hedefi olarak genellikle »terör örgütlerine« dikkat çekilirken, şimdi ana hedef
olarak ABD normlarına uymayan ve ABD’nin öncü rolünü kabul etmek istemeyen
bağımsız devletler ön plana çıkartılıyor. Burada hakim olan anlayış, bir
ülkenin hükümranlığının ancak ABD normlarına uyması koşuluyla kabul
edilebileceği ve ABD’nin, dünyanın tek öncü gücü olarak çıkarlarını askeri
şiddet kullanarak kollamasının, tarihsel, hatta tanrının tanıdığı bir »hak«
olduğu yaklaşımıdır. Bu yaklaşım çerçevesinde de, ABD’nin tüm potansiyel
rakiplerini alt edene kadar, her türlü aracı, yani müdahale savaşlarını,
işgalleri, rejim değişikliği ve iç savaş kışkırtıcılığı vb. müdahaleleri
kullanmakta kararlı olduğu mesajı verilmektedir. O açıdan belge, ABD devlet
aklı olan »Wolfowitz Doktrininin« ve dünya çapında hegemonya kurma hedefinin
hâlâ geçerli olduğunu kanıtlıyor.
Strateji Belgesi, ABD emperyalizminin hegemonik amaçlarını eskiden
olduğu gibi, bu sefer de »ulusal güvenlik« kisvesi altında kamuoyuna sunuyor.
ABD ordusunun sadece »ulusumuzun güvenlik gereksinimlerini karşılamak«, »kendi
topraklarımızı korumak« ve »ulusal çıkarlarımızı kollamak« için hareket ettiği
propagandası yapılıyor ve meşruiyet kaygısıyla üretilen korku senaryoları
yardımıyla ABD halkının emperyalist yayılmacılık politikalarına ve sermaye
çıkarlarının korunmasına destek vermesi isteniyor.
Yeni savaş hazırlıkları
Belgenin önsözünü kaleme alan ABD Genelkurmay Başkanı Martin E.
Dempsey, »küresel güvenlik durumu, 40 yıllık hizmet yaşamımda gördüğüm en
hesaplanamaz durumdur« diye başladığı yazısında, son Strateji Belgesinin
2011’de yayınlamasından bu yana, »küresel düzensizliğin« aşırı derecede
arttığını, ama aynı sürede ABD’nin »askeri üstünlüğünün bazı bölgelerde
küçüldüğünü« vurgulayarak, ABD halkını planlanan yeni savaşlara hazırlıyor.
ABD’nin güvenliğinin aynı anda hem münferit olarak bazı devletler, hem de
»devlet dışı grupların uluslararası ağları« tarafından tehdit edildiğini iddia
eden Dempsey, şöyle devam ediyor:
»Geleceğin ihtilafları daha hızlı ortaya çıkacak, daha uzun
sürecek ve daha yüksek teknolojik gereksinimleri zorunlu kılacaklardır. (...)
Daha öncekileri ihmal etmeden, yeni tehditlere daha çabuk reaksiyon
gösterebilme durumuna gelmeliyiz. (...) Devletlere ve devlet dışı tehditlere
karşı uygulanacak askeri şiddet tedbirleri arasındaki ayrıma özel bir önem
verilecektir. (...) O nedenle, ihtilafların derinleşmesini engellemek, şimdiye
kadar olduğundan çok daha önemli olacaktır. (...) Gerçi daha zor geçecek bir
geleceğe hazırlanmalıyız, ama ülkesine hizmet edecek, alışılmamış bir yaşam
sürdürecek ve yurttaşlarını savunacak yeterli sayıda genç ABD’linin olduğuna
güvenebiliriz. Silahlı güçlerimiz dünyanın en iyi yönetimine ve en donanımlı
teçhizatına sahip olmalıdırlar. 2015 Stratejisi bu hedefi gerçekleştirecektir.«
Dempsey burada ABD emperyalizminin hem yeni savaşlar çıkaracağını,
hem silahlanmanın daha da artırılacağını, hem de sermaye çıkarları için daha
çok genç ABD’linin kurbanlık koyun olarak kendi yarattıkları kan göllerine
sürüleceğini açıkça ifade ediyor. ABD emperyalizminin en gerici, en saldırgan
ve en militarist temsilcisi olan askeri-sınai kompleksin amaç ve hedefleri
ancak bu kadar net açıklanabilirdi.
2015 Strateji Belgesi, ABD silahlı güçlerinin »uluslararası
sınırları askeri şiddet yoluyla değiştirmeye çalışan revizyonist devletler«
olarak nitelendirilen bağımsız ülkelere karşı daha güçlü konumlandırılmalarını
ve aynı zamanda dünyanın muhtelif bölgelerini tehdit altına sokan »şiddet
kullanan aşırı örgütlere« (»Violent Extremist Organizations«) karşı daha sert
tedbirleri uygulamaya sokmalarını öngörüyor. Özellikle »potansiyel düşman
devletleri caydırmak, sınırlamak ve gerekirse onlarla savaşmak için«
müttefiklerle ve partner ülkelerle olan işbirliğinin derinleştirileceği
vurgulanıyor. Devlet dışı »aşırı örgütleri« geri püskürtme, nötralize etme ve
yok etmek için«se çeşitli kurulmuş ve kurulacak koalisyonların daha etkin
kullanılması ve »müttefiklerimiz ve partnerlerimizden oluşan küresel ağın«
güçlendirilmesi talep ediliyor. Ve bu »entegre stratejinin« başarılı olabilmesi
için, dünya çapında »senkronize operasyon yetisinin kazanılması«, askeri
güçlerde reformların gerçekleştirilmesi ve kapasitelerin bütünleştirilerek,
ihtilaflarla »namağlup bir biçimde« mücadele etme kararlılığının »cümle aleme«
kanıtlanması isteniyor.
»Potansiyel düşman devletler«
Konformist davranmayan ve ulus devlet egemenliklerini hassasiyetle
korumaya çalışan Rusya, Çin, Kuzey Kore ve İran, Strateji Belgesinde,
bağımsızlıkları ABD açısından doğrudan tehdit anlamına gelen »revizyonist
devletler« olarak nitelendiriliyorlar. Ortak emareleri ABD kurallarına boyun
eğmemek olan bu »revizyonist devletleri« hedefine koyan Stratejik Belge,
ABD’nin tüm askeri yapılarının stratejik kapsamının bu devletlere karşı savaşa
hazırlanmayı, hatta böylesi savaşların çıkmasını teşvik eden yönelimlere
gitmelerini öngörmekte. Bu çerçevede yeni roket sistemlerinin bu devletleri
kuşatacak biçimde yaygınlaştırılmalarına, tam isabetli hassas silah
sistemlerine, insansız hava saldırı araçlarına, askeri uzay sistemlerine, siber
silahlarına ve kitle imha silahlarına özel önem atfedilmektedir.
Strateji Belgesinde, uluslararası düzeni değiştirmeye çalışan
devletlerin, eylemleriyle ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit ettikleri belirtilerek,
isimle ülke değerlendirmeleri yapılmakta. Örneğin Rusya’nın uyuşturucu
kaçakçılığı ve »terörizme« karşı mücadelede yardımda bulunduğu, ama komşu
ülkelerin bağımsızlığına saygı göstermediği, hedeflerine ulaşmak için şiddet
kullanmaktan geri kalmadığı vurgulanarak, »Rusya ya doğrudan askeri
müdahalelerle, ya da uşaklarını destekleyerek belirli bölgelerin güvenliğinin
altını oyuyor. Moskova böylelikle kendi imzaladığı ve yükümlülüklerine uymayı
taahhüt ettiği uluslararası sözleşmeleri zedelemektedir« deniliyor.
Gerçeklerin tersyüz edilmesi bu kadar kolay işte: Rusya, ABD’nin
Ukrayna’da görece meşru bir hükümeti alaşağı edip, yerine kendi uşaklarını
koymasına, ülkenin bir iç savaş batağına sokulmasına, faşist güçlerin güvenlik
aparatında kilit noktalara getirilmelerine, Ukrayna ekonomisinin iflasa
sürüklenmesine ve ülkenin doğrudan ABD emperyalizminin kontrolü altına
sokulması için Kiev’de bir CIA-Karargâhının kurulmasına, kısacası kendi
güvenliğine yönelik bu ciddi tehditlere kayıtsız kalmadığı için »revizyonist
devlet« oluyor, bunları yapan ABD ise »uluslararası sözleşmelere« uygun
davranıyor!
Aynı şekilde İran da »potansiyel düşman devlet« olarak
değerlendiriliyor, hatta dünya birliği için »stratejik sorun« olarak lanse
ediliyor. ABD emperyalizmi, bir tarafta Obama yönetiminin çoğunluktaki
Cumhuriyetçi muhafazakârların muhalefetine rağmen karar altına aldıkları
»Yakınlaşma Politikasıyla« İran’ı uzun vadeli Ortadoğu stratejilerine koopte
etmeye çalışırken, diğer taraftan da »revizyonist devlet« ve »potansiyel
düşman« konumunda tutmaya devam ediyor. Belgede İran hakkında şu tespitler
yapılmış: »İran, BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarıyla defalarca sonlandırılması
talep edilen nükleer silah ve roket teknolojisi araştırmalarına devam ediyor.
İran devleti terörizmi teşvik ediyor ve İsrail, Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen
dahil olmak üzere, bir çok ulusun güvenliğinin altını oyuyor. İran’ın
aktiviteleri sadece bütün bir bölgeyi istikrarsızlaştırıp, sayısız insanın
sefalete düşmesine neden olmakla kalmadı, aynı zamanda İran halkının refah
içindeki bir geleceğe dair umutlarını da yok etti.«
Kuzey Kore ise, ABD’nin »klasik düşmanı« olarak görülmeye devam
ediyor. Elinde bulundurduğu nükleer silahlar ve balistik füzelerle, »sadece
yakın komşuları olan Güney Kore ve Japonya’yı değil, uzun vadede ABD
topraklarını da tehdit eden« Kuzey Kore’nin, siber saldırılarla bir ABD
tekelini ağır zarara uğrattığı belirtiliyor.
Strateji Belgesinde dikkat çeken söylemsel bir ayrıntıyı Çin
değerlendirmesinde okumak olanaklı. ABD’nin Çin’i önemli bir ekonomik partner
olarak gördükleri – devasa sayıda ABD Hazine Bonosuna sahip olan Çin hakkında
başka ne denecekti ki? –, Çin’i »uluslararası güvenliğin teşvikinde partner
olması için cesaretlendirdikleri« ve »Çin’in kalkınmasını destekledikleri«
vurgulanıyor. Ancak bu belirtilenler, gerek »2012 Pasifik Stratejisi«, gerekse
de yeni Strateji Belgesi nedeniyle, Çin’i »potansiyel düşman devlet« olarak
görülmekten kurtaramıyor. Bu açıdan Dempsey’in önsözünde yer alan Çin
değerlendirmesi asıl niyeti gösteriyor: »Çin, aktiviteleri ile Asya-Pasifik
alanındaki gerilimleri artırıyor. Örneğin, tüm Güney Çin Denizi’ne yönelik
tutkuları BM hukukuna ters düşüyor. Dünya birliği Çin’den var olan sorunların
kooperatif bir biçimde ve zor kullanmadan çözülmesine katkıda bulunmasını
bekliyor. Askeri şiddetle adaları eline geçiren Çin, böylelikle uluslararası
deniz yollarını tehdit ediyor.«
ABD emperyalizmi Strateji Belgesindeki değerlendirmeleri ile
2012’de karar altına aldığı Pasifik Stratejisiyle Çin’i kuşatmak için 2020’ye
kadar deniz kuvvetlerinin üçte ikisini Pasifik’e konuşlandırmak ve Çin karşıtı
Pasifik ülkeleriyle oluşturacağı saldırgan-yayılmacı askeri ittifak için
gerekçesini hazırlıyor.
»Asimetrik, teknolojik ve önleyici savaşlar«
ABD emperyalizmi görüldüğü gibi kendi koyduğu, ama »uluslararası«
diye lanse ettiği kurallara uymayan, boyunduruk altına alınmayı kabul etmeyen
ve hükümranlıklarından vazgeçmeyen devletleri, »uluslararası düzenin« ve
böylelikle doğrudan ABD’nin düşmanları olarak deklare ediyor; silahlı güçlerini
»bu düşmanları yok etmeye« hazırlıyor. Aslına bakılırsa, yeni Strateji Belgesi
retoriği yumuşatılmış ve »yeni« tehditlerle donatılmış Bush-Doktrininden başka
bir şey değil. Ama buna rağmen saldırganlığı daha rafine. Örneğin belgede şöyle
denilmekte:
»Bu devletlerden herhangi birinin ABD ve müttefikleri ile doğrudan
askeri ihtilafa girmek istediğine inanmıyoruz. Buna rağmen tek tek her biri
uluslararası güvenliği, dünya birliğinin kendisini kolektif olarak ortak
politika, bilgi alışverişi ve ortak eylemle koruması gereken birer tehdit
oluşturmaktadırlar.«
Bu cümleyi şöyle tercüme edebiliriz: Bu ülkelerden hiç biri ABD’ne
saldırmak istemiyorlar, ama ABD bu ülkelerin bağımsızlıklarını ve ulusal
egemenliklerini tehdit olarak gördüğünden, onları »potansiyel düşman« diye
nitelendirerek, silahlı kuvvetlerini ve müttefikleri ile partnerlerini bu
ülkelerle savaşa hazırlamak istiyor. Tehdit senaryosunun ardında yatan asıl
neden ise, bu ülkelerin varlığının ve uyguladıkları politikaların, »serbest
dünya ticareti, hammadde ve enerji kaynakları ile dünya piyasalarına engelsiz
ulaşım, nakliyat yollarının kontrolüyle enerji güvenliğinin sağlanması ve bunun
için tüm yerkürenin boyunduruk altına sokulması« olarak özetlenebilecek
emperyalist yayılmacılığa yönelik engelleyici unsurlar olmalarıdır.
Diğer yandan »hibrid ihtilaflar« olarak nitelendirilen ve devlet
güçleri ile devlet dışı aktörlerin karşı karşıya geldikleri iç savaş benzeri
ihtilaflar ve bizzat ABD’nin veya Suudi Arabistan gibi emperyalizmin taşeronluğunu
üstlenmiş işbirlikçilerinin doğrudan desteği ile kurulmuş olan »şiddet kullanan
aşırı örgütler« ABD’nin militarist stratejisine gerekçe olarak kullanılıyor. Bu
çerçevede böylesi örgütlerin »bilhassa zayıf hükümetlerin olduğu veya
çözülmekte olan devletlerde güçlendikleri« vurgulanarak, ABD ordusuna düşen
»görevler« ve »öncü güç ABD’nin sorumlulukları« meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Pentagon her köşede tehdit görüyor: bağımsız devletler, teknolojik
gelişme, siber dünya, kaynak kıtlığı, demografik gelişmeler, göçler, kültürel
farklılıklar, ekolojik felaketler, terörizm, serbest ticaretin engellenmesi,
çözülen devletler vs. Paranoyaklığa yakın bu tehdit söyleminin ardında yatan,
ABD emperyalizminin hegemonik üstünlüğü koruma kaygısından başka bir şey
olmadığı açık. »Asimetrik, teknolojik ve önleyici savaşlar« ile bu konumunu
korumak isteyen ABD emperyalizmi, »ulusal güvenlik çıkarları« kisvesi altında
iç ve dış politikasını, iktisat politikasını ve tüm gizli servislerini bu
militarist doktrinin hizmetine sokmak istiyor. Yaratılan korku iklimi ve tehdit
senaryoları da bu politikaları meşrulaştırmanın, ABD işçi sınıfını
emperyalizmin emri altına sokmanın araçları olarak hizmet veriyor.
Sonuç yerine
»Ulusal güvenlik« gerekçesi sadece dünya çapındaki emperyalist
saldırganlığın değil, aynı zamanda ülke içerisindeki kapitalist sömürünün
katmerleştirilmesinin, demokratik ve sosyal hakların kısıtlanmasının da bir
gerekçesi olarak işlev görmektedir. ABD egemen sınıfı kendi halkına hastaneler,
okullar vb. gibi sosyal kurumlar ve öğrenim, sağlık, insan onuruna uygun konut
gibi yaşamsal gereksinimlere engelsiz ulaşımın sağlanması için devletin parası
olmadığını telkin etmekte, ama aynı anda dünya lideri kalabilmek için
silahlanmaya ve ordunun modernleştirilmesine, savaşlara ve işgallere daha fazla
para harcanması, daha çok genç insanın muharebe alanlarına sürülmeleri
gerektiğini söylemekteler. Stratejik Belgede bunun da gerekçesi hazır: »ABD,
büyük teknolojik üstünlüğü, bağımsız enerji tedariki, istikrarlı ittifakları ve
partnerlikleri ve umut verici demografik gelişmesiyle dünyanın en üstün askeri
gücüdür. Ancak bu üstünlük tehdit altındadır. (...) Düşmanlarımızın teknolojik
gelişmeleri, caydırma yetimizi, ihtilaf yönetimimizi ve kararlarımızın hareket
alanlarını her geçen gün daha da sınırlamaktadır. Bu nedenle, üstünlüğümüzü
kaybetmemek için olağanüstü çabalar sarf etmemiz gerekiyor.«
Ancak her ne kadar Strateji Belgesinde ABD ordusunun »tek başına da
kalsa, her saldırıyı durdurmak, savaşı kazanmak ve düşmanı etkin bir biçimde
mağlup etmek için her türlü şiddeti uygulayacak güçte« olduğu vurgulansa da,
emperyalizmin tüm yer küreyi boyunduruk altına alma gücü yoktur. Ekonomik
krizler, tüm çıkar denkleştirmelerine rağmen zaman zaman derinleşen emperyalist
güçler arası çelişkiler, işbirlikçi ülkelerin kendi burjuvazilerinin
çıkarlarını gözetmek adına kimi zaman başlarına buyruk davranmaları ve BRICS
ülkeleri gibi, ulusal egemenliklerinden vazgeçmeyen devletlerin varlığı, başta
ABD emperyalizmi olmak üzere, tüm emperyalist güçlerin hareket alanlarının
genişlemesini tökezleten engelleyici unsurlardır.
Bunun yanı sıra, aynen Rojava’da görüldüğü gibi, yoksul halkların
kararlı ve örgütlü direnişleri, emperyalist stratejilerin bire bir
uygulanmasını engellemekte, emperyalist güçleri kısa ve orta vadeleri
stratejilerini revize etmeye zorlamaktadır. Aynı şekilde dünyanın muhtelif
yerlerinde gelişmekte olan antiemperyalist hareketler, neoliberalizm karşıtı
oluşumlar, barışseverlerin, »küreselleşme« karşıtlarının, TTIP ve CETA benzeri
antlaşmalara karşı çıkan güçlerin, ekoloji ve kadın hareketlerinin verdikleri
tekil mücadeleler ve en önemlisi işçi ve sendika hareketlerinin sınıf
mücadeleleri, bütünsel bağlantıda emperyalizm karşıtı bir direniş yayını
oluşturmaktadırlar. Ama emperyalizmin en amansız düşmanı olarak dünya işçi
sınıfının devrimci güçleri, sınıf öncüsü Komünist Partileri, henüz toplumsal
çoğunluk sağlama yetisine sahip olmasalar da, varlıklarını sürdürmekte ve
proletarya enternasyonalizmini, emperyalist-kapitalist dünya sisteminin
panzehri olarak yaşatmaya, geliştirmeye devam etmektedirler. İşçi sınıfının
iktidarını kurmak için mücadeleyi güçlendirmek, barış ve demokrasi mücadelesini
farklı toplumsal kesimlerin katılımıyla genişletmek, sınıfın ve ezilen emekçi
halkların enternasyonalist dayanışmasını örmek ve Komünist Partilerinin
saflarında örgütlenmek, emperyalist saldırganlığa karşı verilen mücadelenin bel
kemiğidir ve öyle kalacaktır.