Yaşadığımız
günler pek fazla uzak olmayan bir gelecekte »meşum geçmiş« olarak anılmaya aday
günler, çünkü insanlık açık gözlerle ve koşar adım felakete doğru gidiyor. Bu
özellikle Türkiye ve Kürdistan’ın merkezinde bulunduğu Ortadoğu için geçerli.
Geleceğin tarihçileri bugünleri nasıl değerlendirecekler onu pek bilemeyiz, ama
bölgede çalınan savaş tamtamlarını dinlersek, nasıl bir felakete doğru yol
almakta olduğumuzu anlayabiliriz.
Moda
tabirle »fıtratında« jenosit, katliam, ırkçılık ve militarist şiddet olan
Türkiye Cumhuriyeti devleti ve dolayısıyla Türkiye’deki egemen sınıflar ile
siyasi temsilcileri görüldüğü kadarıyla bu »strada infernale«de kilit rol
oynayacaklar. Ki bu bağlamda 1 Kasım seçimlerinin iptal edilmesi dahi söz
konusu olabilir. Ama bu ayrı bir tartışma konusu. Biz önümüzdeki günleri
okumaya çalışalım.
Rusya
bir kez daha hamlelerini giderek daha ustaca kullanmaya başladığını gösterdi:
Esad’ın Moskova ziyareti – istenildiği gibi – emperyalist merkezlerde şaşkınlık
yarattı. Çünkü bu ziyaret beklenmiyordu. Putin hiç bir bedel ödemeden büyük bir
siyasi getiri elde etti. Zaten uluslararası siyasette 20 yılı aşkın zamandır
koruduğu müdafaa pozisyonunu terk eden Rusya, şimdi ofansif yönelimiyle »vazgeçilmez
aktör« olmaya soyunuyor. Rusya’nın çeşitli ihtilaflara giderek daha aktif bir
biçimde müdahalede bulunması (ve bu çerçevede kullandığı askeri şiddetin
medyatik yansımaları) Rusya iç politikasında bir sübap görevi görecektir
kuşkusuz, ama genel olarak Rusya’nın bu müdahaleleriyle ihtilafları
çözebilmesi, hatta yeni savaşların çıkmasını engelleyebilmesi hayli şüpheli.
Esad’ın
Moskova ziyaretine dair haberlerin hemen ardından Katar dışişleri bakanı Halid
El Atiyye’nin »Suudi ve Türk kardeşlerimizle (...) gerekirse Suriye’ye askeri müdahalede bulunuruz«
açıklamasını yapması, bölge egemenlerinin ateşe körükle gitmekten
vazgeçmediklerini gösteriyor. Tabii bu bağlamda Suriye ile ilgili her gelişmeyi
geniş bir şekilde veren Avrupa burjuva basınının bu açıklamaya neredeyse hiç değinmemesi
hayli ilginç. Suudi, Türk ve Katar silahlı güçlerinin askeri müdahalesinin
sonuçlarından birisi yeni mülteci dalgaları olacak. Avrupalılar herhalde
Türkiye ile yapacakları anlaşmaya ve bu
çerçevede Türkiye’nin mülteci akınını durdurabileceğine öylesine güveniyorlar
ki, bu gelişmeyi kaale bile almıyorlar.
Ama
»bizler« bu gelişmeyi kaale almak zorundayız, çünkü geleceğimizi yakından
ilgilendiriyor. Türkiye’nin Suriye’de savaşa girmesi Türkiye ve Kürdistan’daki
halklar için tam bir felaket olacak. Türkiye’deki muhafazakâr çoğunluk toplumu,
olası yağma ve talan siyasetinden pay alabilirim umuduyla, bölgesel emperyalist
yayılmacılığı desteklemeye yatkın. O nedenle »bizlere«, yani KÖH’e, Türkiye
işçi sınıfının devrimci güçlerine, barış blokuna, demokratlara büyük görevler
düşüyor. Birincisi var gücümüzle seçimlere asılmaksa, en az onun kadar önemli
olan ikincisi de, olası bir savaş durumuna hazır olmaktır. Barış blokunun güçlü
bir Barış ve Demokrasi Bloku hâline getirilmesi ve atıllıktan kurtarılması en
ivedi ödevlerden birisidir. Geçen hafta vurguladığımız gibi: her şey
göstereceğimiz basirete bağlıdır!