Geçen haftaki köşe yazısını »AB, AKP rejimini
neden desteklemektedir?« sorusu ile bitirmiştik. (Yanıtı için http://kozmopolit-blog.blogspot.com sayfasındaki makalemizi öneririz) Aslına bakılırsa basit gibi görünen bu soru,
hem geniş bir yanıt istiyor, hem de ardından yanıtlanması gereken bir çok
soruyu da beraberinde getiriyor. Olanaklar ölçüsünde bunlara burada değinmeye
çalışacağız.
Ama önce AB örneğinde olduğu gibi,
emperyalist güçlerin Ortadoğu’ya yönelik politikalarını nasıl
şekillendirdiklerini ele almak gerekiyor. Çünkü bu politikalar ve bunlara göre
atılan stratejik adımlar doğru okunamadıkları takdirde vahim sonuçları olan
yanılgılara yol açar.
Örneğin Kürt sorununun çözümü bağlamında
ifade edilen ve »akla yatkın« gibi görünen bir çok görüşün yanılgılara
dayandığını söyleyebiliriz. Misal; Kürtlerin ve Kürdistan’ın özgürleşmesinin
ancak Batılı güçlerin stratejik partneri olunduğunda ve bu temelde Kürtlerin
Ortadoğu’da kurucu rol almalarıyla, yani hegemonik güç olmalarıyla olanaklı
olacağı görüşü Kürt kamuoyunda hayli yaygın, ki »Kürt Yüzyılı«, »Kürtler kurucu
aktör« gibi, şüphesiz iyi niyetli olanların da sıkça kullandığı, sınıfsal
gerçekleri yok sayan duygusal tanımlara rastlıyoruz. Ama, Kürdistan’ın dört
parçasındaki koşullar göz önüne alındığında anlaşılabilir bir duygu dünyasına
tercüman olan böylesi görüşlerin ne kadarı gerçekçi, ne kadarı yanılgıdır?
Tarihsel koşullar, maddi şartlar, güç dengeleri ve emperyalist politikalar
neleri olanaklı kılacak, neleri engelleyecektir? »Batıyla eşgüdüm« veya »Batıyı
karşısına almama« olarak tanımlanabilecek bir taktik nasıl sonuçlanabilecektir?
Herkesin bunlara kendince bir yanıtı vardır
muhakkak, ama biz farklı bir noktadan, emperyalist devletler ve siyasetleri
açısından yaklaşalım.
1989/1990 karşı devriminden bu yana dünyanın
geniş bir bölümü üzerindeki hakimiyetlerini yenileyip, genişleten emperyalist
devletler, dış politikalarını giderek daha kararlı biçimde uluslararası hukuku
stratejik hedeflerinin hizmetine sokarak, eğerek, ezerek
şekillendirmektedirler. Artık dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir
rejime karşı kullanılacak ekonomik, politik veya askeri şiddet için BM Güvenlik
Konseyi’ne ve BM Şartı’na başvurulmamakta, onun yerine medyatik propaganda ile
üretilen meşruiyet kullanılmaktadır. Tekellerin ve sermayenin çıkarları »ulusal
çıkar« hâline getirilmekte ve »legalite«, yani yasallık yerine salt sübjektif
bir kategori olan meşruiyet gerekçesiyle müdahalelerde bulunulmaktadır.
Üretilen meşruiyetin konusu ise stratejik çıkarlara göre istenildiği gibi
değiştirilebilmektedir.
Peki, uluslararası hukukun üstünlüğü yerine,
bir biçimde üretilmiş bir meşruiyetle hareket eden emperyalist güçlerden
herhangi birisine dayanarak sağlanacak bir »özgürlük« veya »bağımsızlık«
(Barzani örneğine bkz.) sahiden de özgürlük veya bağımsızlık olabilir mi? Veya
»Kurtlar Sofrası« Cenevre’den, halkların direnişi olmadan Suriye için adil bir
çözüm çıkar mı? Hayır! Hayır, çünkü tarihsel yasallıktır: ezilen ve
sömürülenlerin kendi eseri olmayan özgürlük, özgürlük değildir. İşte bu
yasallığı da hiç bir meşruiyet, hiç bir strateji ve hiç bir diplomatik (!)
taktik değiştiremez.