Alman barış hareketinin
emektarlarından Werner Ruf hoca hep derdi: »Her olumsuzluğun içinde olumlu bir
yan bulunur« diye. Sahiden de, Türkiye’deki darbe girişimi ve ardından
açıklanan OHAL uygulaması bir çok şeyi göstermeye yardımcı oldu. En başta
Avrupa’daki burjuva medyasının, o »kaliteli gazeteciliğinin« aslında
dezenformatif amaçlara hizmet eden, manipülatif, sermaye çıkarlarını kollayan,
ikiyüzlü, egemenlerin açıklamalarını sorgulamadan haber yapan ucuz gazetecilikten
ibaret olduğunu ortaya çıkardı – elbette görene.
OHAL uygulaması aynı zamanda
Türkiye’nin Batı’sına Kürdistan’daki gündelik olağanlığı da göstermiş oldu.
Ankara ve İstanbul – bir kaç saatliğine olsa da – savaşın ne anlama geldiğini
ve şimdiki durumun sadece olağanüstü bir olağan hâl olduğu bizzat yaşadı. Bu
olağan hâlin olağanüstülüğü, bugüne kadar hep Kürdistan’da yaşanmış olduğudur.
Sonuçta Türkiye’nin bütünü Kürdistanlaşmış olacak. Belki bazılarının aklı şimdi
başına gelir.
Ama gelişmeler emperyalist
güçlerin de ikiyüzlüğünü artık saklanamayacak bir derecede ortaya çıkarmış
oldu. ABD ve AB yönetimleri, burjuva medyasıyla birlikte, sanki Türkiye’de
demokrasinin alası varmış gibi, »aman demokrasi elden gidiyor« haykırışlarıyla
aynı anda, »evet ama, Türkiye bizim için son derece önemli ve ihtiyacımız olan
bir stratejik partner« diyerek, Türkiye’de ne olursa olsun, kendi çıkarlarını
kollamak için bugüne kadar olduğu gibi, her şeye göz yumacaklarını göstermiş
oldular.
Çünkü şunu çok iyi bilmekteler:
Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması demagojiden başka bir şey değildir. İhracatının
aslan payını Batı’ya yapan, NATO üyesi, AB üyelik sürecinde olan, ekonomisi
göbeğinden Batı’ya bağımlı, askerî-sınaî kompleksi Batılı tekellerin lisanslarıyla
üretim yapan ve jeostratejik konumu tek başına hareket etmesine izin
verilmeyecek derece önemli olan bir ülkenin emperyalist cepheden uzaklaşması
olanaksızdır. »Darbe içinde darbe içinde darbenin« yarattığı olağanüstü olağan
hâl, AKP rejimine sadece yeni bir olanak daha vermiştir. Bu da, stratejik
partnerlikleri farklı uzlaşılarla yenileme olanağıdır. O açıdan iç politikada
kendi tabanını konsolide etmeye yarayan söylemler ile iktidarı güçlendirmek
için atılan adımların, emperyalist güçlerin Türkiye siyasetlerinde önemli bir
değişikliğe yol açmayacağı bilinmelidir.
Artık Avrupa’nın veya ABD’nin
»Erdoğan’ı alaşağı edeceğini« zanneden son liberal dahi, bunun bir ilüzyon
olduğunu görmüş olması gerekiyor. Ama liberal soytarıları bir yana bırakalım,
demokrasi güçleri ne yapacak? Önce paralize olma durumundan kurtulmaları
gerekiyor. Sonra da, gerçek demokrasinin ancak halkların kendi eseri olduğunda
korunabileceğini görmeleri. Bunun içinse Türkiye’nin Batısı ve Doğusuyla ortak
hedefler için ortak mücadeleyi örmesinin zorunluluğunu. Darbe ve olağanüstü
olağan hâl her kesimin gözüne batıra batıra bir kez daha bu gerçeği gün yüzüne
çıkarmıştır.
Umudu kaybetmek için bir
neden yok. Yeterki Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiye işçi sınıfının devrimci
güçleri basiretli davranabilsin. Dik duranı ne ölüm, ne sıtma sindirebilir.