Hafta başından beri
Türkiye-İsrail ilişkilerinde »normalleşmeye« dönülmesi üzerine hayli
yazıldı-çizildi. Aslında bu süreç derinlikli bir analizi hak ediyor, ama köşe
yazısında bunu yapamayacağımıza göre, bazı anımsatmalarla arka plana ışık
tutmaya çalışalım.
Öncelikle iki ülke arasındaki
ilişkilerin karşılıklı sert retoriğin, bilhassa AKP tarafından kışkırtılan
Yahudi düşmanlığının çok ötesinde tarihsel ve stratejik önemi olduğu unutulmamalıdır.
Büyük enerji kaynaklarının bulunduğu ve kanlı hegemonya mücadelelerinin
verildiği Ortadoğu’da kurulu olan, ama hiç bir zaman »Ortadoğulu« olamamış,
bölge halklarının yabancı unsur olarak gördükleri Türkiye ve İsrail özünde ikiz
kardeştirler. İkisi de kuruldukları günden itibaren emperyalist-kapitalist
dünyaya entegre olmuş ve emperyalist stratejilerin gerçekleşmesine hizmet
etmektedirler.
Kapitalist ulus devlet olarak
da birbirlerinin »aynadaki resimleridirler«: Gerek Anadolu-Mezopotamya coğrafyasının,
gerekse de kadim Filistin’in çok uluslu – çok dinli bileşimini betona gömerek,
üzerine »tek soy ve tek mezhep devletlerini« inşa eden ırkçı yapılardır.
Kapitalist sömürünün ve burjuvazinin sınıf tahakkümünün devamlılığını sağlamak
için izledikleri ırkçı, mezhepçi çizgi ve kurmaya çalıştıkları neoliberal
güvenlik rejimleri açısından da birbirlerine tıpatıp benzemektedirler.
Aralarındaki ilişkiler,
devlet yöneticilerinin hırslarına ve iç politika kaygılarına kurban
edilemeyecek derecede değerlidir. Ne Gazze, ne »Mavi Marmara«, ne de
»diplomatik soğukluk« ABD-Türkiye-İsrail stratejik partnerliğini etkilememiş,
iki ülke arasındaki askerî, siyasî, stratejik ve iktisadî işbirliğini
tökezletmemiştir. İkisi de Ortadoğu’da aynı hedefleri gütmektedirler.
Bu işbirliğinin anahtar
kelimesi enerji kaynaklarıdır. Doğu Akdeniz’de bulunan 3,5 trilyon metreküplük
doğal gaz ve Güney Kürdistan’daki 45 milyar varil petrol rezervleri iki ülkenin
de hedefindedir. Rojava’dan geçirilmesi planlanan ve İsrail’in Golan Tepelerinden
ve Suriye topraklarından geçerek, Kilis yakınlarında bağlanmak istediği yeni
petrol ve doğal gaz boru hattı, ABD, AB, Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan ve
Katar’ı ortaklaştırmış, Suriye ve Irak’taki kanlı sarmalı tetiklemiş ve bu
ortaklığın Güney Kürdistan’daki Barzani rejiminin bağımsızlığını savunur hâle
getirmiştir – Elbette Kürt halkının özgürlüğü için değil, enerji kaynaklarının
özgürce sömürülmesi için.
Türkiye ve İsrail arasındaki
meşum işbirliği, bölgenin emperyalist baskıları, köktenci-cihatçı terörü, kanlı
savaşları ve halkların birbirlerine düşman edilmesini körükleyen militarist-gerici
bir mekanizmadır. Bu mekanizma işlediği müddetçe Arap, Kürt, Türk, Müslüman,
Hıristiyan ve Yahudi halkların, yani genel anlamda ezilen ve sömürülenlerin
yaşamsal çıkarları tehdit altında kalacaktır. Bölgenin içinde bulunduğu güncel
durum, bunun kanıtıdır. Emperyalist savaşlara, kapitalist sömürüye karşı,
bölgedeki her kökenden ezilen ve sömürülenlerin lehine, ortak çıkarlar
çerçevesinde mücadele verilmediği takdirde de, değişen bir şey olmayacaktır.