Çekirdek Avrupa’nın, BM Güvenlik Konseyi’nden Suriye’ye karşı benzer bir karar çıkartma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Almanya, Britanya, Fransa ve Portekiz’in verdikleri ve ABD tarafından desteklenen karar tasarısı reddedildi. Rusya ve Çin, Suriye’nin, uluslararası barışı »tehdit ettiğini« ve bu nedenle »cezalandırma tedbirlerinin alınmasını« kabul etmediler. Peki, Libya konusunda tereddüt göstermeyen Güvenlik Konseyi, Suriye konusunda neden böyle davrandı?
Bunu irdelemeden önce, yanlış anlaşılmamak için şunu vurgulamakta yarar var: Suriye’deki Esad Rejimi tamamiyle antidemokratik, baskıcı ve despotik bir rejimdir ve on yıllardan beri insan haklarını ayaklar altına almaktadır. Yani savunulacak bir yanı olmayan diktatörlüktür.
Ama Suriye, ne Libya veya Mısır, ne de Tunus’a benzemektedir. Halkın, bilhassa Şam ve Halep’de yaşayanların çoğunluğu şu an için olaylara katılmamakta, sadece izlemekle yetinmektedir. Bununla birlikte ayaklananların siyasî bir önderliğe sahip olmamaları, zaten var olan etnik ve dinsel farklılıklarla birleşince, Başer el-Esad’a sadık olan ordunun müdahale gücünü etkinleştirmektedir. Esad, babasının ölümünden sonra iktidara gelir gelmez, orduda komutan olan kardeşi Mahir ile birlikte askerî ve sivil bürokrasiyi baştan aşağı değiştirerek, iktidarını perçinlemiştir.
Diğer yandan Başer el-Esad, Muammer Kaddafi’den farklı olarak Arap dünyasındaki hükümetler arasında küçümsenemeyecek bir saygınlığa sahip. Ancak asıl belirleyici olan, ABD yönetimlerinin Esad Rejimi’ni »Şer devleti« olarak ilân etmelerine rağmen, ülkeye biçtikleri stratejik önemdir. Bir kere Esad Rejimi, Israil ile olan sınırını askerî ihtilaflardan uzak tutarak, ABD için bir »istikrar faktörü« hâline gelmiştir. Gerek ABD, gerekse de AB, 2000 yılından bu yana Suriye ile olan diplomatik ilişkilerini yoğunlaştırdılar. Her ne kadar 11 Eylül 2011 saldırıları, ardından Irak Savaşı ve 2005’de Lübnan’da Refik Hariri’nin öldürülmesi ilişkileri soğutmuş olsa da, ilişkiler hiç kopmadı. Aksine 2008’de Fransa cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Esad’ı AB Akdeniz Diyaloğu’nun kuruluşuna bizzat davet etmişti. ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton da Suriye’ye »gerçekleştirilen reformlar nedeniyle« kutlama dahi göndermişti.
ABD ve AB için Esad Rejimi, politikaları tahmin edilebilir ve oluşturacağı tehditler »hesaplanabilir« bir yönetim. Batı, olası bir rejim değişikliğinin getireceği sonuçların daha büyük bir tehlike oluşturacağını düşünmekte – şimdilik. Şimdilik, çünkü olası bir rejim değişikliği sonrasındaki yeni hükümetin Israil’in işgal ettiği Golan Tepeleri ve zaten bir »istikrarsızlık yuvası« olarak değerlendirilen Lübnan’a yönelik nasıl bir politika izleyeceği açık değil. Suriye – Lübnan Hizbullah’ı – Hamas ve Iran aksi de işin cabası.
Görüldüğü kadarıyla ABD olası bir rejim değişikliğinin bölgedeki kırılgan dengeleri kökünden sarsacağı kanaatinde, ki bunu görmek için Ortadoğu uzmanı olmaya gerek yok. Bu nedenle Beyaz Saray sözcüsü Jay Carney daha iki gün önce, Suriye’deki şiddeti eleştirirken, »her ülke farklıdır ve her durum farklı değerlendirilmelidir. Libya’daki gelişme münferit bir olaydır« diyerek, Suriye’yi farklı değerlendirdiklerine işaret etmişti.
Libya benzeri bir müdahale kararı çıkmamasının diğer bir faktörü, Türkiye’nin çıkarlarıdır. Türkiye karar vericileri, Suriye’deki statükonun korunmasını istiyorlar. Başbakan Erdoğan’ın Esad’a gönderdiği »gecikmeden reformları başlat« mesajı bu bağlamda okunmalı. Dışişleri bakanlığının, geçen Pazar günü Suriye başbakanı Adel Safar ile görüşen büyükelçi Ömür Önhon’u hemen Ankara’ya çağırması da, diplomatik dilde »gelişmelere yüksek önem atfediyoruz« anlamına geliyor.
Türkiye’nin »atfettiği« önem sadece gelişen ekonomik ilişkilere bağlı değil elbette. Türkiye’nin Suriye’de »istikrar isteğinin« temel nedeni, Suriye’deki Kürt nüfusudur. Suriye’nin toprak bütünlüğünün parçalanmasına neden olabilecek her adıma Türkiye karşı çıkacaktır. Bu nedenle de NATO’nun tek başına müdahale kararı almasını veto edecektir.
Kaldı ki, olası bir askerî müdahale, ayaklanmacıların silahlanmadığı bir dönemde yapılırsa, ihtilafın dışardan etkiyle daha da kanlı olmasına neden olacaktır. Tüm bu nedenlerden dolayı Güvenlik Konseyi’nden bir karar çıkmamıştır. Muhtemelen AB, ambargo gibi ekonomik yaptırımlar kararı alacaktır.
Peki, tüm bunlar özgürlük isteyen Suriye’lilere, bilhassa Kürt nüfusuna ne getirecek? Kocaman bir hiç! Şimdi asıl önemli olan Suriye muhalifleri ile dayanışma içinde olmak, ülke kamuoylarının hükümetlere Esad Rejimi’ni desteklememeleri için baskıda bulunmaları sağlamaktır. Ve burada Kürt Özgürlük Hareketi’ne büyük görevler düşmektedir. Suriye konusu, Türkiye’deki seçim çalışmalarının gündemi olmak zorundadır. Suriye’de demokrasi isteyenlerle dayanışma, ertelenemeyecek bir görevdir.