27 May 2011

»Sizi gidi antisemitikler, sizi..«

Hani komplo teorilerine inansam, rafine bir kamuoyu oluşturma senaryosu ile karşı karşıya olduğumuzu savunurdum herhalde. Öyle ya, ne zaman İsrail-Filistin sorununda öyle ya da böyle bir adım atılsa, özellikle Filistinlilerin çıkarları söz konusu olsa, âkabinde »antisemitizm« suçlamaları gündeme getirilir.

Bugünlerde bunu takip etmek olanaklı; İsrail başbakanı Netanyahu'nun ABD ziyaretinde, bir savaş ilânına benzer skandal sözleri gazete sayfalarına düşer düşmez, DIE LINKE partisinin ah ne kadar »antisemitik« ve »Yahudi düşmanı« olduğu tartışmaları başlatıldı. Hatta Federal Parlamento'nun bir saatlik oturumu dahi bu konuya ayrıldı.

Her zaman yazar, çizerim: Nasyonalsosyalizm deneyimi ve Holocaust, Alman solunun antisemitizme ve Yahudi düşmanlığına karşı aşırı derecede hassas olmasını gerektirmektedir. Ve bana kalırsa İsrail ve Yahudilik konusunda susması ve en son konuşması gerekenler Almanlardır. Antisemitizme ve Yahudi düşmanlığı dahil, her türlü ırkçılığa, milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe ve ayrımcılığa karşı mücadele vermek, »Sol«un olmazsa olmazıdır. Kaldı ki DIE LINKE bunu her fırsatta vurgulamakta, programatik esası hâline getirmektedir.

Ancak »ağzıyla kuş tutsa« misali, ne yaparsa yapsın, burjuva partilerinin, hatta kendi içerisindeki bazı akımların bu suçlamaları yapmasından kurtulamıyor. Federal Parlamento'daki oturuma neden olan konu, parti içerisindeki bazı kesimlerin, kısaca »BDS« olarak anılan ve İsrail'in işgal altında tuttuğu bölgelerde üretilen malların satın alınmamasını isteyen uluslararası boykot kampanyasını desteklemeleriydi. Bu arada Yahudi düşmanı bir bildirinin provakatörlerce Duisburg parti örgütünün internet sayfasına, parti yönetiminin bilgisi ve izni alınmadan asılması da işin cabası oldu.

DIE LINKE'ye yönelik karalama kampanyasını iki yönden, bir burjuva cephesinden, bir de parti içi akımlar cephesinden ele almak gerekiyor. Burjuva partilerinin saldırılarının ve İsrail'e kayıtsız-şartsız taraf çıkmalarının ardında, elbetteki Almanya'nın dış politik çıkarları yatmaktadır. »Tarihimizden dolayı İsrail devletini korumalıyız ve Yahudi düşmanlığına karşı çıkmalıyız« söylemi bunun kılıfıdır. Aslında Almanya egemenleri tersinden antisemitizmin âlâsını yapmaktadırlar.

Peki, parti içinden gelen eleştirileri nasıl değerlendirmek gerekiyor? Ne olduğunu söyleyerek! Özellikle »hükümet sosyalistleri« olarak anılan pragmatist solcuların »İsrail devletinin varlığını önkoşulsuz kabul etmeyenler antisemitiktir« ve »regresif antikapitalizm, Amerikan ve Yahudi düşmanlığına neden oluyor« eleştirilerinin sol eleştiri olmadığını, partinin dış politikadaki savaş karşıtı tavrını yumuşatarak, SPD ve Yeşiller'in hükümet ortağı olabilecek olgunluğa geldiklerini kanıtlamaya yaradığını söylemek gerekiyor.

Parti içinden gelen »antisemitiklik« suçlaması sol bir eleştiri değildir, çünkü bu suçlamanın temelinde, dinî esaslara dayanan bir ulus devletin ön kabulü yatmaktadır. Sol duruş, bir Yahudi, Hıristiyan veya Müslüman devletinin savunulmasını değil, en azından bir demokratik ulus devletin herhangi bir soya, etnik, dinsel veya ulusal kökene dayanmaması gerektiğini savunmayı, Demir Küçükaydın'ın sözleriyle, ulusu politik olmaktan çıkarıp, özele itme mücadelesini vermeyi zorunlu kılmaktadır.

Eğer bir ulus devlet, onyıllardır apardheid politikası uyguluyor, kendi yurttaşları arasında temel hak ve özgürlükler konusunda ayırım yapıyor, militarist şiddetle komşularının toprak bütünlüğünü ihlal ediyor, gayrî meşru işgalleri ve yerleşimleri sürdürüyor, Cenevre Sözleşmesi'ni ayaklar altına alarak savaş suçu işliyor, binlerce insanı yargılama olmaksızın hapiste tutuyor, komşu ülkelere saldırıyor, komşu halkların mülkiyetini gasp ediyor, alınan bütün BM kararlarını uygulamayı reddediyor ve daha nice suçu işliyorsa, solcuların bu ülkeye yaklaşımı nasıl olmalıdır? Duyar gibiyim: »Hiçbir şey yapılamıyorsa, en azından hükümetlerimizi, aynı Güney Afrika apardheid rejimine karşı uygulandığı gibi, uluslararası boykot kampanyaları yapmaya, o devletin hükümetini uluslararası arenada izole etmeye ve ambargo uygulamaya zorlamak gerekir« diyorsunuz herhalde.

Bu devletin adı »Libya« olduğunda böylesi bir tavra karşı çıkmaz, »İsrail« olduğunda karşı çıkarsak, bunun neresi »solcu« bir duruş olabilir ki? İsrail devletinin ne menem bir devlet olduğunu, henüz iki gün önce başbakan Netanyahu, ünlü silah lobisi AIPAC toplantısında söylemedi mi? »Kudüs, Yahudi devletinin bölünmez başkentidir. Filistinliler tarihi değiştirmek istiyorlarsa önce bunu kabul etmelidirler«. Ne Filistinlilerin, ne solcuların, ne de »insanım« demeyi göze alanların bunu kabul etmesi doğru olur mu?

Bırakın savaş kışkırtıcıları konuşsunlar. Kimin antisemitik olduğu, halklar kendi tarihlerini yazdıklarında ortaya çıkacak.