6 Eyl 2012

Basın ve fikir özgürlüğü


Burjuva demokratik hukuk devletinin varlığının en önemli, yani olmazsa olmaz göstergesi, basın ve fikir özgürlüğünün hiç bir gerekçe ile engellenmeksizin, baskı ve sansür altına sokulmadan kullanılabilmesidir. Bu özgürlüklerin kullanılamadığı bir ülke, serbest ve doğrudan seçimler yapılabilse bile, demokratik değildir.

Elbette bu özgürlükler gökten zembille inmedi, insanlığın uzun mücadeleleri sonucu elde edildiler. Örneğin basın özgürlüğü Amerika Devriminden sonra 1776’da Virgina Declaration of Rights metnine »devredilemez insan hakkı« olarak kazındı ve 1789’da genç ABD’nin »Bill of Rights«ına alındı. 26 Ağustos 1789’da da Fransa ABD’ni takip etti.
Fikir özgürlüğü, daha doğru bir ifadeyle fikrini açıklama özgürlüğü de örneğin Fransa’nın 1789 tarihli »İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi«nde »insanın en değerli haklarındandır« diye tarif edilmekteydi.
Yüzmilyonlarca insanın yaşamına mal olan savaşların, diktatörlüklerin, soykırımların ve esaretin deneyimiyle insanlık, çağdaş dünyanın temel hak ve özgürlükler üzerine kurulu olması gerektiğini öğrendi.
Bunun sadece burjuva demokratik devrimleri için değil, sosyalist devrimler için de geçerli olduğunu Rosa Luxemburg’dan duyduk. Rosa ünlü »Rus Devrimi Üzerine« adlı makalesinde hafızalara kazınan şu satırları kaleme almıştı: »Sadece hükümetin taraftarları, sadece – sayıları ne kadar çok olursa olsun – bir partinin üyeleri için tanınan özgürlük, özgürlük değildir. Özgürlük her zaman farklı düşünenin özgürlüğüdür. ›Adalet‹ fanatizmi için değil, özgürlüğün tüm canlandırıcılığı, iyileştiriciliği ve temizleyiciliği bu esasa bağlı olduğu ve ›özgürlük‹ imtiyaz hâline geldiğinde, etkisini yitirdiği için«.
Veya başka bir örnek verelim: nasyonalsosyalizm deneyimlerinden sonra Batı dünyasının en ilerici anayasa metinleri arasında sayılan Bonn Temel Yasası’nın 5. Maddesi 1. Bendi şöyle der: »Herkesin fikrini söz, yazı ve resim ile özgürce ifade etme ve yayma ve engelsiz bir biçimde ulaşılabilen kaynaklardan bilgilenme hakkı vardır. Basın özgürlüğü ile radyo ve film üzerinden haber yapma özgürlüğü güvence altındadır. Sansür yasaktır«. Bu satırların yazıldığı yıl 1949’dur.
Basın ve fikir özgürlüğünün insan hakkı olarak demokratik ülkelerin anayasalarına kazınmasının temel nedeni, devlet gücüne karşı kullanılacak bir temel hakkın garanti edilmesi ve kamu görüşünün gelişmesini ve bununla bağlantılı olarak, hükümet etme ve yasama üzerine yürütülecek özgür tartışmanın engellenmesini veya yasaklanmasını önleme amacıdır.
Tüm bunlar basın özgürlüğünün yasa üstü olduğu anlamına gelmiyor. Yalan haber, endoktrinasyon, halklar arasında kin ve düşmanlığın körüklenmesi, kişi ve kurumlara yönelik hakaret basın özgürlüğü kapsamında değil. Bu nedenledir ki, özgür basın, basın etiği, haber ve yorum ayrılığı, haber konusu üzerine birden fazla kaynaktan bilgilenmek, haberi ekonomik, siyasî veya kişisel çıkarlar için kullanmamak, kamuoyunun eleştirel düşünce oluşturmasına katkıda bulunmak gibi sayısız ilkeler üzerine anlaşmıştır.
Bir ülkenin demokratik, o ülkedeki basının özgür ve objektif olup olmadığını görebilmek için bu temel hak ve özgürlükler ile basın ilkelerine bakmak yeterlidir. Avrupa’dan Türkiye’ye baktığımızda ise, Türkiye’nin 236 yıl geride kaldığını tespit edebiliriz. Yaklaşık 100 gazetecinin hâlen tutuklu olması, özgür basın üzerindeki baskıların artması, tekelleşme ve hükümetin basını tek dillileştirme uğraşısı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan »Türkiye demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir« iddiasını inandırıcılıktan uzaklaştırmaktadır.
Önümüzdeki hafta 3 ayrı davada gazeteciler Türkiye mahkemelerine çıkartılacak. KCK, OdaTV, Atılım davaları, Türkiye’deki basın ve fikir özgürlüğünün ne denli tehdit altında olduğunu, ne denli kısıtlandığını göstermektedir. Bu durumda herkesin sesini yükseltmesi gerekiyor, çünkü basının özgür olmadığı bir ülkede hiç kimse özgür olamayacaktır.
1776’dan beri geçerlidir: haksızlığa karşı çıkmak, direnmek, yurttaşlık görevidir. Bu görevin verdiği sorumlulukla bugün Taksim’de yapılacak olan yürüyüşe katılmak ve 10 Eylül’de başlayacak olan davayı izlemek için Almanya’dan bir heyet gelecek. Tutuklu gazetecilerin serbest bırakılması, basın ve fikir özgürlüğünün güvence altına alınması için ben de orada olacağım. Taksim ve Çağlayan’da görüşmek üzere.