11 Eyl 2012

Yabancı gözüyle gazeteciler davası

Ya da; Trajikomedik hukuk tiyatrosu nasıl oynanır?
İstanbul, 11 Eylül 2012
Almanya'dan, 10 Eylül'de başlayan tutuklu gazeteciler davasını izlemek için gelme hazırlığı yaptığımızda, davanın güncel yaşantımızda hiç de alışık olmadığımız sahnelerce resmedileceğini biliyorduk. Ama bir Almansanız ve gerek siyasi yaşamınız da gerekse de gazeteci çalışmalarınızda Alman mahkemeleriyle içli dışlı olduysanız, mahkeme ciddiyetine ve en asgari seviyede demokratik hukuk devleti esaslarına uygun muhakeme yapılmasını beklersiniz. Çünkü bilirsiniz ki, Almanyalı bir hukukçu, hele hele o hukukçu bir hakim veya savcıysa, “şaibeli hüküm” veya “siyasi etki altında kalma” suçlamalarını yapılabilecek en büyük hakaret olarak algılar ve toplumun en muhafazakar kesimleri bile yargı bağımsızlığını en az sizin kadar savunurlar.

Kanımca heyetteki gazeteci arkadaşlar, İstanbul'da geçirdikleri son iki günün etkisinden kolay kurtulamayacaklar. Bu yazı kaleme alınırken bile izledikleri duruşmanın gerçek mi, sanal mı olduğuna bir türlü karar verememişlerdi.
Aslında duruşma 8 Eylül'de Taksim'de başladı. Tutuklu gazetecilerle dayanışma için basın açıklaması yapmak isteyenler, T. C. Anayasası'nda yer alan en temel haklarını kullanmaktan keyfi bir biçimde men edildiler. Taksim'deki tiyatro üvertürü, yani aslında kendilerinin üniformalı yurttaşlar olduklarını ve bu keyfiyetin kendi yurttaşlık haklarını zedelediğini bilmeyen, kızgın bakışlı genç polis memurlarının, halkın bilgi alma hakkı ile basın ve ifade özgürlüğünü savunan insanları kaskları ve kalkanlarıyla çerçevelemesi, tam anlamıyla bir komedi idi. Bir devletin, özgürlükleri savunan birkaç “baldırı çıplaktan” bu denli korkmasını başka türlü tanımlayamıyorum.
Yeri gelmişken gazeteci meslektaşlara biraz hayıflanmadan edemeyeceğim. Biliyorum gerek hükümetin, gerekse de iktisadi teşekküllerinin çıkarlarını düşünen gazete patronlarının baskısı küçümsenecek bir olay değil. Ama bir yarım saatliğine de olsa, orada bulunmak, haber değeri olan bir olayı haber yapmak için değil, varlığınızla meslekdaşlarınızla dayanışma içinde olmak, yapabileceğiniz bir şey di. Gözlerim, yeri geldiğinde şiddete – bilhassa “PKK'nin dayanılmaz şiddetine” - karşı çıkılmadan barışın gelmeyeceğini sayfalar dolusu yazan kalem erbablarını aradı. Belki, basın ve ifade özgürlüğünün yok edilmesine karşı çıkmanın bir yurttaşlık görevi olduğunu unutmamışlardır diye.
Yaygın medyanın tutuklu gazeteciler davasını sıradan, basit bir habermiş gibi es geçmesine diyecek bir şey kalmadı. Neoliberalizmi, İslamı kullanarak meşrulaştıran bir hükümetin gönüllü veya zorunlu partneri olmak bunu gerektirir elbette. Tutuklu sanıklarını örneğin bir hastahaneye götürdüğünde (o da insafa gelirse), boynuna “Terör örgütü üyesi” yazan bir kart asan böyle hukuka, ancak böyle medya yakışır.
Kısaca izlenimlerimi anlatmak gerekirse: gu... pardon, hukuk tiyatrosu mahkeme başkanı Ali Alçık'ın müthiş performansı ile açıldı. Maalesef perde tam açılmıştı ki, bazı avukatlar ayakta kaldığından, tekrar kapandı. Mahkeme başkanının şakayla karışık, “uslu durun, yoksa boşaltırım haa...” üslubu, sanıklarca onlarca dakika ayakta alkışlandı. Gerçi sanıklar alkışlarken neden seyircilere dönmüşlerdi, anlamadım ama, mahkeme başkanının aldığı alkıştan gururlandığını kesinlikle tahmin ediyorum.
Gördüğüm kadarıyla tiyatro oyunu çok başarılı olacak, çünkü yüzlerce insan salona giremedi. Yani izleyici poyansiyeli yüksek, biraz daha büyük salon bulsalar, püüüü... acaip alkış alırlar. Bana kalırsa hukuk tiyatrosunu düzenleyen yasaları değiştirmeleri lazım. Zaten kamuya açık olmayan kamuya açık bir oyun oynuyorlar, bari bilet kessinler. Hem o devasa sarayın masraflarını çıkartırlar, hem de Türkiye'deki mahkemelerin demokratik hukuk devleti esaslarına uyduğunu zanneden bizim gibi ecnebiler Çağlayan'a gelirken opera dürbünlerini de beraber getirirler. Gerçi bu sefer, oyun hak ettiğinden küçük bir salonda oynandığı için dürbüne gerek yoktu, ama olur ya, günün birinde hukuk tiyatroları stadyuma fala taşınır maşınır, lazım olur.
Gerçekten ciddiyim, çünkü özgürlük isteyen baldırı çıplakların sayısı azalacak gibi değil. Madem demokrasiyi demokraturyaya çevirmiş, temel hak ve özgürlükleri tu kaka görüyorsunuz, Pinochet gibi stadyumları kullanın da, halkınız eski Roma usülü oyunları rahat rahat seyredebilsinler.
Okur kusuruma bakmasın, ciddi bir izlenim yazısını hak etmeyen bir davaya tanık oldum. Bu davayı “mahkeme davası” diye tanımlayanlarla ancak dalga geçilir. Çünkü, hukukun herkes için geçerli olduğunu anlamamakta ısrar etmektedirler. Hoş, “anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul-zurna az” demişler, ama anlamamakta ısrar eden devletlülerimize bir lafım olsun:
Bu ülke başbakanını sadece mahkeme önüne değil, idam sehpasına çıkaran bir ülkedir. Siyasi çoğunluklar ebedi kalmayabilir. Günün birinde sizin gibi hukuku rafa kaldıranlar iktidara gelir de, size, sizin bugün yaptığınızı yapmaya kalkarlarsa, biliniz ki başta içeride tuttuğunuz gazeteciler ve bizler sizleri savunacağız. Hak ettiğiniz için değil, katil ve işkenceci de olsa, her insanın doğuştan elde ettiği haklarını kullanabilmesi için. Size benden de kişisel bir söz: olur da Avrupa'da yargılanırsanız, yeminli tercüman olarak anadilde savunmanızı yapabilmeniz için her daim yanınızda olacağım.
Ama şunu da bilin: yaptığınız haksızlıkların hesabını demokratik hukuk devleti esaslarına göre vermeniz için de elimizden geleni ardımıza koymayacağız.