Bu yıl kötü başladı. Dostum, barış aktivisti Ralph M.
Luedtke’nin cenazesini henüz kaldırmıştık ki, TBKP’li yoldaşım Osman
Sakalsız’ın ölüm haberi geldi. Ona veda ettik, bu sefer Paris’ten Sakine, Fidan
ve Leyla’nın vurulduklarını duyduk. Peşpeşe ölüm haberlerini veren telefonuma
lânet okurken gene çalınca, »yoksa, yine mi?« demekten alıkoyamadım kendimi.
Ahizeden Willy hocanın sesini duyunca, rahatladım.
»Öcalan ile görüşmeler başlamış, ne diyorsun?« diye lafa
girdi, merhaba demeden. »Görüşmeler var, ama haberler kötü. Baksana, Paris’te
Sakineleri vurdular. Tam da barış umudu doğmuşken...« diyebildim. İhtiyar
bilgenin ses tonundan, kaşlarının nasıl çatıldığını görür gibiydim.
»Bakıyorum sen de kendini ›barış‹ laflarına kaptırmışsın.
›Barış‹ kelimesinin tek başına bir anlam ifade etmediğini, ›nasıl bir barış‹
sorusunu yanıtlamadığı sürece, içi boş küçükburjuva söyleminden ileri
gidemeyeceğini bilmiyor musun? Söylemlere ne bakıyorsun, asıl soruyu sorsana!«
Hoppala. »Yahu hocam, bi dur. Daha henüz somut bir şey
duyamadık ki. Hem, ...« Willy hoca, lafımı bitirmeden saydırdı: »Siz gençleri
anlayamıyorum. Hem sosyalistiz diyorsunuz, hem de burjuvazi ile medyanın
söylemini kritiksiz temel alarak, görüngüleri analiz etmeye çalışıyorsunuz.
Madem sosyalistsin, o zaman söyle bakalım...«
Buyur burdan yak! Hocanın bizi bir tek sözlüye çekmediği
kalmıştı: »Sosyalistler herhangi bir ülkedeki, herhangi bir durumu analiz etmek
için, bir tek görüngülere mi bakarlar, yoksa o duruma yol açan gelişmelerin
maddî şartlarını, o ülkedeki ve dünyadaki güç ilişkilerini ve somut
politikaları mı temel alıp, değerlendirirler?«
»Tabiî ki ikincisi.«
»Madem öyle, AKP, taktiksel görüşmeleri onaylayan iktidar
ortağı Gülen Hareketi ile birlikte, bunca imha ve inkâr politikası esnasında
durduk yere neden ve nasıl bir ›barışı‹, hangi Kürtlerle yapmak istiyor? Hem,
gerçekten demokratikleşmeyi, Kürtlerin doğuştan elde ettikleri hakları vermek
istediği için mi, yoksa, Erdoğan’ın Afrika seyahatinden de okunabileceği gibi,
Türkiye sermayesinin yatırımlarını güvence altına alabilmek ve bölgesel
emperyalizm heveslerini gerçekleştirmek amacıyla, kendi ülkesinde planlarına
engel olduğu belli olan Kürt hareketini yedeğine almak, başaramazsa da en
azından bu hareketi sınıfsal ve milliyetçi temelde bir bölünmeye zorlayarak,
kendi pozisyonunu sağlamlaştırmak için mi?«
Tam, »ama hocam, silahların susması...« diyecektim, gene araya
girdi: »Aması, maması yok! Ortaya çıkmasına neden olan şartlar değişmeden,
silahlar nerede susmuş? Silahları bıraktırmanın yolu basit: gerçek
demokratikleşme ve eşit haklar. Yüzde elli çoğunluğu olan bir hükümetin
anayasayı değiştirmeden yapabileceği bir iş. Demek ki, mesele bu değil.«
»Peki, asıl mesele ne?« dedim. »Bilmiyormuş gibi yapma«
diye tersledi, »dediğim gibi, sermaye çıkarları ve emperyalist emeller. Şöyle
bir düşün: nasıl oluyor da ›Kürdistan‹ lafından bile nefret eden Türkiye karar
vericileri, petrol kaynakları üzerinde oturan Barzani’nin bağımsız devlet
fikrine sıcak bakıyorlar da, aynı Barzani’nin sınırlarına tel örgüler çektiği
Rojava Kürtlerinin, doğrudan halk egemenliğini sağladıkları demokratik özerk
bölgelere tahammül edemiyor, müttefikleri olan islamist grupları Rojava’nın
üzerine salıyorlar?«
»Ama hocam, barış nasıl sağlanacak?« Gene kükredi: »Bu
soruyu sormadan önce ›hangi Kürtler, hangi Türkler ve nasıl bir barış‹ sorusuna
yanıt ara, sonra gel. Hadi bana eyvallah« dedi ve telefonu kapattı.
»Ara« demesi kolay, be hocam. En iyisi mi, ben gidip biraz
kitapları karıştırayım. Ha, bir de 17 – 18 Ocak 2013 tarihlerinde Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi Oditoryum’unda yapılacak olan »Hikmet Kıvılcımlı
Sempozyumu«na katılayım. Biraz düşüncelerimi toparlar, belki de yeni bir şeyler
öğrenebilirim. Tavsiye ederim, siz de katılın. Teori ferahlatıcı, yol
göstericidir.