14 Haz 2013

Romantizmden reel siyasete


Avrupa’daki bir televizyon izleyicisinin ekrandaki resimlere baktığında, kameraların o anda hangi ülkenin hangi kentini gösterdiğini anlamakta güçlük çektiği günler yaşıyoruz. Çünkü bugün İstanbul’da, dün Frankfurt’ta, daha önceleri de Diyarbakır, Tunus, Kahire, Atina, New York, Madrid, Tahran, Halep ve Kamışlıda çekilen resimler birbirlerine, ayırt edilemeyecek kadar çok benziyorlar.

Her geçen gün dünyanın muhtelif köşesinde binlerce, on binlerce, hatta yüzbinlerce insan sokaklara dökülüyor, savaşa, sömürüye, baskıya, otoriterliğe, ekolojik felaketlere yol açan kararlara, temel hak ve özgürlüklerin yok edilmesine direniyor. Ve yöneticiler, gene hemen her yerde, haklı başkaldırılara aynı yöntemle – devlet terörüyle yanıt veriyorlar.
Gelişmeler, egemenlerin »demokrasisiz kapitalizmi« kökleştirmek için büyük çaba harcadıklarını kanıtlıyor. Burjuva demokrasisinin içinin oyulması, parlamenter temsilîyetin işlevsizleştirilmesi, geniş coğrafî alanları etkileyen siyasî kararların meşruiyeti olmayan kurullarda alınması, yaşamın her alanının ticarileştirilmesi ve her türlü muhalefetin polis devleti araçlarıyla acımasızca ezilmesi, sadece eşik ülkelerinin ve diktatörlüklerin değil, bütün kapitalist ülkelerin gündelik yaşam pratiği hâline geliyor.
Egemenler, hem krizleri, hem de direniş hareketlerini kendi çıkarlarına yarayan egemenlik araçlarına çevirme konusunda »ustalık« kazanıyorlar. Karşımıza her yerde aynı strateji çıkıyor: egemenler, haklı talepleri – yerine getirilmeyeceği gün gibi açık – vaatlerle ötelemeye ve hareketi oluşturan kitleleri »marjinal azınlık-makul kalabalık« ayrımı ve/veya etnik-dinî düşmanlık söylemiyle bölmeye, hareketin dönüşümcü potansiyelini söndürmeye çalışıyorlar. Hükümet bürokrasisi ile tek sesli yaygın medyanın ortak çabası, hegemonyayı korumaya ve kökleştirmeye yönelik – aynı Türkiye’de olduğu gibi.
Türkiye’de spontane gelişen direniş hareketinin tabuların yıkılmasına, egemen siyasî söylemin sorgulanır olmasına, »sarsılmaz« denilenin bir kaç günde sarsılabileceğinin görülmesine ve birbirlerine düşman edilen kesimlerin ortaklaşabildikleri ortamların yaratılmasına neden olduğundan hiç kuşku yok.
Ancak gelinen aşama, hareketin en güçlü olduğu anda en zayıf noktalarını açığa çıkartıyor. Bir kere, genelde hareketin kendisinin ve özelde Gezi Parkı’nın demokratikleşme ve özgürleşmenin mekânı olduğu algısı yaygınlaşıyor. Bu, son derece yanıltıcı bir algıdır ve iktidarın güçlü bir darbesiyle yerini hayal kırıklığına bırakabilir. Çünkü, henüz ülkede tek bir demokratikleşme adımının atılmamış olduğu unutulmaktadır.
İkincisi, hareketin ana bedenini hâlâ şehirli orta katmanlar oluşturmaktadır. Hareket, asıl dönüşümü sağlayabilecek olan alt ve orta sınıflar ittifakını henüz yaratamamıştır. Bu olmadığı takdirde, demokratikleşmeyi ve barışın tesis edilmesini tetikleyecek gerçek bir toplumsal alternatif oluşturulamayacaktır. Demokratikleşme başlamadan ve barışın tesis edilmesi sağlanmadan ise, ne Gezi Parkı, ne de yaşam biçimlerinin özgürlüğü korunabilecektir.
Halbuki direnişin yarattığı atmosfer, böylesi bir alternatifin oluşturulabilmesi için son derece uygundur. Tam da şimdi sokaklara çıkan insanlara ve sessizliğini koruyan yoksul mahallelere umut verecek, gerçekçi ve kısa sürede başarı sağlama potansiyeli olan bir teklif ihtiyacı doğmuştur. Direniş romantizminin, reel siyasî özneye dönüşmesini önerecek bir teklif, direnmeyi ve dayanışmayı yaşayarak öğrenen ve bilinçlenmekte olan kitlelerin somut bir hedef için kenetlenmelerini sağlayabilir ve yepyeni bir dinamik yaratabilir; hatta »kapitalizmsiz demokrasi« umutlarını yeşertebilir.
Gezi Parkı ve Taksim bileşenleri yerel seçimlere kadar olan süreci, katılımcı belediyecilik anlayışı temelinde bir alternatif oluşturmak için kullanmalı ve hareketin İstanbul büyükşehir belediye başkanı adayını ilân etmelidirler. Tamamen saydam ve kolektif olarak yazılan, demokratik ve verili koşullar altında olabildiğince özerk belediyeciliğin yapılabileceğini gösteren bir program, geniş toplumsal kesimlerin ittifakını kurabilir.
Böylesi bir somut hedef, hareketi içine girdiği çıkmaz sokaktan çıkarabilir, direnişin yarattığı kolektif enerjiyi yeni bir aşamaya kanalize edebilir, demokratikleşme ve barış sürecinin toplumsallaşmasına yaşamsal katkı sunabilir.
Gelinen aşamanın zorunluluğu belli olmuştur: direniş romantizmi, reel siyasete dönüştürülmelidir.