Hiç şüphe yok: Türkiye’de tarih yazılıyor. Sıradan
insanlar, yıllar sonra torunlarına gururla anlatacakları bir tarihi yazıyorlar.
Rosa Luxemburg’un dediği gibi, »insanlar tarihlerini isteyerek yazmazlar, ama
tarihi insanlar yazar«.
Yaşanılan bu günler aynı zamanda Friedrich
Engels’in 1895’de kaleme aldığı »1848’den 1850’ye Fransa’da sınıf mücadeleleri«
başlıklı makalesindeki tespitini doğruluyor: »Bilinçsiz kitlelerin tepesindeki
küçük, bilinçli azınlıklarca gerçekleştirilen devrimlerin gafil avlama zamanı
geçti artık. Toplumsal organizasyonun tamamen yeniden biçimlendirilmesinin söz
konusu olduğu yerlerde kitlelerin kendileri olmalı, [kitleler] meselenin ne
olduğunu, kimin için yaşamlarıyla angaje olduklarını anlamış olmaları gerekir.«
Her toplumsal dalgalanma, her sosyal patlama,
toplumsal gelişmenin olgunlaşma derecesine doğrudan bağlıdır. Olgunlaşma
derecesinin kitlelerin bilinçli irade beyanına yol açması içinse ufak bir
kıvılcım yeterli olmaktadır.
Nitekim kibirli yöneticilerin, ilelebet iktidarda
kalacaklarmış gibi otoriterleşmeleri, uzun bir zaman süreci içerisinde biriken
toplumsal öfkenin patlamasına yol açmış, farklı sosyal sınıf ve katmanların
ayaklanmasıyla, egemenlerin şimdiye kadarki yöntemlerle üstesinden
gelemeyecekleri derin bir yönetim krizine neden olmuştur.
Bilgi Üniversitesi’nin yaptığı araştırmanın ortaya
çıkardığı gibi, yarıdan fazlasının ilk kez bir eyleme katıldığı ve ezici
çoğunluğunun hiç bir siyasî partiye üye olmadığı kitleler, direnerek devlete
geri adım attırabileceklerini, yöneticilere – yarım ağızla olsa da – özür
diletebileceklerini görmüşlerdir. Kısacası »Pandora’nın Kutusu« açılmış,
toplum, eski toplum olmaktan çıkmıştır.
Ancak, Demir Küçükaydın’ın yazdığı gibi, »En
kendiliğinden hareketlerin bile, o kendiliğindenlik boyasının altı kazınınca,
altından daima isimsiz bir anarşistin, bir komünistin, bir isyancının uzayın
sağır boşluklarında yok olup gittiği sanılan unutulmuş çabasının kızıl
tortusunun« çıkacağı unutulmamalıdır.
Etkin olan bir diğer faktör ise, kitlesel Kürt
hareketinin direnişidir. Tüm inkâr ve imha siyasetlerine rağmen dik duran,
halka dayanan ve direnerek devleti müzakere masasına oturtan »bir avuç
çapulcu«, halkın birleşik mücadelesinin neler yapabileceğini göstermiştir.
Başkalarının acılarına bakmakla yetinenler, kendi acılarını hissedip ayağa
kalktıklarında, kendilerinin de »çapulcu« olduklarını, çapulcuların kolaylıkla ortaklaşabileceklerini
yaşayarak öğrenmişlerdir.
Yaşayarak öğrenme, her türlü siyasî propagandadan
daha derin etkide bulunur. Yaşayarak öğrenme sonucu oluşan bilinç, kolay kolay
yönlendirilemez. Güncel hareketin, bir zamanların »Cumhuriyet mitinglerine« dönmemesi,
kitleleri yönlendirmeye çalışan ulusalcı çabaların boşa çıkartılması bunu
kanıtlamaktadır. Ve bu durum, kitlesel Kürt hareketi ve barış süreci için
muhteşem bir olanak yaratmıştır.
Gerek devlet, gerekse de ulusalcı cenah devamla
olayları kendi politik sularına sokmaya çalışmaya devam edeceklerdir. Eğer
barış ve demokrasi güçleri, emek hareketi ve kitlesel Kürt hareketi oluşan bu
toplumsal atmosferin, demokratikleşme ve barışın toplumsallaşmasına evrilmesi
için uğraş vermezlerse, beklenmedik anda gelişen, beklenmedik anda sönebilir.
Kitlelerin kendiligindenciliği, şimdi radikal
demokratik taleplerle aşağıdan yukarı bir örgütlenmeye yol açmalıdır. »Gezi
Parkı Komünü« bu örgütlenmenin hücresi, her meydan, mahalle ve kenteki
hücrelerin toplamı ise örgütlenmenin bedeni olmalıdır. Toplumsal gelişme,
tarihsel koşullar ve maddî şartlar barışın ve demokratikleşmenin
toplumsallaşması için uygundur. Bunun gerçekleşmesi ise demokrasi güçlerinin,
sosyalistlerin, emek hareketinin ve kitlesel Kürt hareketinin göstereceği
basirete bağlıdır. Ankara Konferansı ile oluşan ortaklaşma iradesi şimdi
inisyatifi eline almalıdır.