Ukrayna krizi emperyalist güçler arasındaki çelişkileri bir kez daha ortaya çıkarmasının yanı sıra, enerji siyasetinin güç siyaseti olduğu gerçeğinin altını bir kez daha çizdi. Bu köşeden Batının Ukrayna ihtilafı çerçevesine Rusya’ya karşı geliştirdiği tavrın zorluklarına ve bilhassa AB’nin Rus doğal gazına olan bağımlılığına dikkat çekmiştik. AB’nin doğal gaz bağımlılığı sürdüğü müddetçe Rusya’ya yaptırım uygulamasının pek inandırıcı olamayacağı herkesin malumu.
Ama son günlerde Alman basınının ekonomi sayfalarında yer alan bazı haberler, AB elitlerinin doğal gaz konusunda yeni umutlar peşinde koştuklarına işaret ediyor: LNG olarak kısaltılan sıvılaştırılmış doğal gaz (Liquified Natural Gas). Görüldüğü kadarıyla AB bu şekilde orta vadede Rus doğal gazından bağımsızlaşabileceğini ciddi olarak düşünmeye başladı.
Enerji taşıyıcılarını konu alan çeşitli internet sitelerine baktığımızda, dünya çapındaki LNG piyasasında hayli hareketlilik olduğunu ve hızla geliştiğini görebilmekteyiz. Bu beklenen bir gelişme, çünkü doğal gaz ilk kez 1785’de Britanya’da kullanılmaya başlamasından bu yana yerküremizdeki en önemli enerji taşıyıcılarından birisi hâline geldi ve şu anda dünya çapındaki enerji ihtiyacının yüzde 25’i doğal gaz üzerinden karşılanıyor.
Rusya’nın dünya çapında satılan doğal gazın yüzde 22’sini karşıladığı (ABD=Yüzde 20) ve en büyük doğal gaz alıcılarının ABD, Almanya, Fransa, Japonya, İtalya ve Ukrayna oldukları göz önünde tutulursa, Rusya’nın batı kontrolü altına alınmasının ve/veya Rus doğal gazından bağımsızlaşmanın Batı açısından ne denli önem taşıdığı anlaşılabilir. Öte yandan uzmanlar dünya çapındaki doğal gaz rezervlerinin ancak 67 yıl daha kullanılabileceğini belirtiyorlar. Doğal gaz rezervleri ağırlıklı olarak Ortadoğu ve Rusya ile bazı komşularında yoğunlaşmış durumda. Bu da Batının Ortadoğu, Rusya ve Orta Asya stratejilerinin şekillendirilmesinde büyük rol oynuyor.
AB açısından LNG’nin enerji »güvenliğini« sağlaması için küçümsenemeyecek bir alternatif hâline geldiği söylenebilir. Ancak bu alternatifin özlenen bağımsızlığı kısa vadede sağlayabilmesi olanaklı değil. Çünkü -160 Santigrat derecenin altına soğutularak nakledilebilen LNG’yi kullanmaya hazır hâlde depolayabilecek terminaller AB’nde yeterince bulunmuyor. AB ülkeleri bu terminalleri inşa etmek için kolları sıvamış durumdalar.
Örneğin Polonya bu yıl sonunda Świnoujście limanında yıllık 7,5 milyar kübik metre kapasiteli ilk terminalini faaliyete geçiriyor. Terminalin kapasitesi ihtiyaca göre artırılabilir, çünkü Polonya komşuları Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, hatta Hırvatistan’a bile, doğal gaz satabilecek konuma gelmek istiyor. Son hükümet ve devlet başkanları zirvesinde »enerji tedarikini farklılaştırma« kararını alan AB için stratejik bir önem taşıyabilme fırsatı gören Polonya başbakanı Tusk, AB’nin en kısa zamanda bir »enerji birliği« kurmasını talep etti bile.
Aynı şekilde Litvanya da bazı atılımlar atıyor. Doğal gazının yüzde yüzünü Rusya’dan karşılayan Litvanya, Güney Kore’ye dev bir yüzer terminal ihalesi verdi. Yüzer terminal teorik olarak Litvanya’ya LNG sayesinde yıllık 3 milyar kübik metrelik doğal gaz ihtiyacını Klaipeda limanı üzerinden karşılama fırsatını verecek – pratikte bu olanaklı olabilecek mi, o henüz belli değil.
Bu gelişme her halükarda gerek Ortadoğu’yu, gerekse de Pasifik alanını ilgilendiriyor. Çünkü sıvılaştırılmış doğal gazın nakliye yolları şu an için Katar’dan Uzak Doğu’ya uzanıyor. AB ve ABD enerji nakliyat yollarının kontrolleri altına kalabilmesi için tüm güçlerini seferber etmiş durumdalar. O açıdan Ukrayna ihtilafına salt jeopolitik bakış açısıyla bakmak yanılgıya yol açabilir. Küresel ilişkilerin yönünü belirleyen öncelikle emperyalist güçlerin jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik çıkarlarıdır. Bunları dikkate almadan Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesinde siyaseti şekillendireceğini sanmak ise büyük bir ahmaklık olacaktır.