1.)
‘Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu İhtilaflar Üçgeninin’ merkezinde bulunan
Türkiye’nin temel dış politik sorunları nelerdir?
Türkiye, jeopolitik açıdan “Çözümsüzlük
Üçgeni” olarak da nitelendirilebilecek bir coğrafyanın merkezinde
bulunmaktadır. Haritaya yakından bakıldığında, Türkiye’nin komşularıyla ciddi
sorunlar yaşayan bir ülke olduğu görülebilir. ABD ve İsrail ile stratejik
partner olan Türkiye, AB ile olan ilişkilerinde Almanya ile “güvenlik ve
istikrar” hedefli partnerlik kurmuştur. Almanya, halihazırda Türkiye’nin en
büyük ihracat partneridir.
Balkanlar, Ege ve Akdeniz’deki
temel rakibi, süreli devam eden etkinlik mücadelesi içerisinde olduğu Yunanistan’dır.
Bosna ve Makedonya’da üstünlük sağlama mücadelesi, Ege’de adalar sorunu ve
Kıbrıs sorunu, Türkiye’nin Yunanistan politikalarını belirlemektedir. Kıbrıs’ın
güneyinde, Doğu Akdeniz’de Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail ile doğal gaz aramaları
üzerine süren tartışmalar, deniz ticaret bölgesi ihtilafı, bu politikaları
ayrıca zora sokan faktörlerdir.
Rusya ile sürdürülen ilişkiler
ise, aynı İran ve Pakistan ile olduğu gibi, hem rekabet, hem de işbirliği
temelinde şekillenmektedir. Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Türki
cumhuriyetler ile petrol ve doğal gaz ithalatı, Türkiye’nin Rusya ve İran
politikalarını belirleyen temel faktörler hâline gelmişlerdir.
Türkiye’nin bir tarafta Suudi
Arabistan ve Körfez İşbirliği ülkeleri ile birlikte İran öncülüğündeki “Şii
yayını” geriletme çabası içerisinde olması, diğer yandan da Irak Kürdistan
Bölge Yönetimi ile yürütülen işbirliği politikası nedeniyle Irak merkezi
hükümeti Türkiye’nin önemli bir dış politika karşıtı olmuştur.
2.)
Irak Kürdistan Bölge Yönetimi (IKBY) ile olan ilişkiler bağlamında Türkiye’nin politikaları
açısından Suriye neden önem taşımaktadır?
Yılda yaklaşık 60 milyar
Dolar’ını petrol ve doğal gaz ithalatına harcayan Türkiye için IKBY merkezi
önem taşıyor. Türk şirketlerinin alt yapısının yüzde 75’ini inşa ettiği
IKBY’de, yani Kuzey Irak’ta toplam 45 milyar varil petrol ve 200 milyar
metreküp doğal gaz rezervi mevcut. IKBY, 2010 yılında yaptığı bir açıklamada
bir kaç yıl içerisinde günde 1 milyon varil petrol üretmeyi hedeflediğini
açıklamıştı. 2016’da ise üretim günde 2 milyon varile çıkartılması planlanıyor.
2 milyon varil ise yıllık yaklaşık 75 milyar Dolar gelir anlamına gelmektedir.
Şu anda faaliyette olan
Kerkük-Yumurtalık boru hattının kapasitesi, hedeflenen bu miktarları
taşıyabilecek düzeyde değil. Bu nedenle uluslararası enerji tekelleri IKBY
kontrolündeki petrol ve doğal gazın Batı ülkelerine nakledilmesi için yeni bir
boru hattı projesini geliştirdiler. Bu hattın Kerkük’ten çıkıp, Rojava (Kuzey
Suriye) üzerinden Ceyhan’dan dünya piyasalarına pazarlanmak üzere Yumurtalık’a
ulaşması planlanmaktadır.
3.)
AKP hükümetinin “Güvenli Bölge” veya “Tampon Bölge” talebinin asıl amacı nedir?
Hürriyet gazetesi, AKP
hükümetinin ABD ve koalisyon güçlerinden talep ettiği “Güvenli Bölge”
haritasını yayımlamıştı. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun her fırsatta “insani
trajediler” gerekçesiyle savunduğu “Güvenli Bölgenin” haritası ile uluslararası
enerji tekelleri tarafından hazırlanan yeni boru hattı planı üst üstte
konulduğunda, talep edilen bölgenin tam olarak yeni boru hattının geçmesi
planlanan yerleri içerdiği görülür.
AKP hükümeti, “insani trajedi”
gerekçesinin yanı sıra, Suriye’de bulunan ve Türkiye toprağı sayılan “Süleyman
Şah Türbesinin” korunmasını ve Halep’in Suriye hükümetinin eline geçmesi
durumunda söz konusu olabilecek mülteci akınını da gerekçe olarak
kullanmaktadır.
Suriye sınırındaki Akçakale
kasabasına 2012 yılında düşen bir havan topu nedeniyle yaşamını yitiren 5
sivili gerekçe gösteren AKP hükümeti, NATO Sözleşmesi’nin 4. Maddesine
dayanarak, yardım istemişti. NATO bunun üzerine, Adana’da bulunan ABD Patriot
Sisteminin yanı sıra, Gaziantep’e Hollanda ve Kahramanmaraş’a Almanya Patriot
Sistemlerini konuşlandırmıştı. Hava savunma sistemleri olan Patriot’lar “uçuşa
yasak hava sahası” oluşturma ve ilân edilecek bir “Tampon Bölgeyi” koruma
görevine sahipler.
4.)
Türkiye’nin, Suriye sınırını korumak için NATO güçlerine ihtiyacı var mı?
AKP hükümeti 2011 yılından bu
yana Suriye ve Irak sınırlarına 150 bin kişilik personele sahip olan 2. Orduyu
konuşlandırdı. Batman, Erhac, Diyarbakır ve İncirlik’teki askeri hava
limanlarında bulunan savaş uçaklarının yanı sıra, farklı askeri üslerde TSK’nin
saldırı helikopterleri, zırhlı birlikler, roket sistemleri ve özel komando
birlikleri bulunmaktadır. ABC-Silahlarına karşı oluşturulan özel birlik, ki
Türkiye’de tektir, Adana’ya konuşlandırılmıştır. Türkiye, bu devasa askeri güç
ile, ABD ve NATO güçlerine ihtiyaç duymaksızın, dış politikasını askeri
araçlarla dayatma yetisine sahiptir. Son yıllarda aldığı lisanslarla
askeri-sınaî kompleksini geliştiren Türkiye’nin bu askeri gücünü dış politik
taleplerini dayatmak için kullanmasının önündeki tek engel, NATO’nun stratejik
hedefleridir. Bu hedefler gerektirdiğinde Türkiye’nin elindeki askeri güç bölge
ülkelerine karşı kullanılacaktır.
5.)
Petrol ve doğal gaz rezervleri haricinde bölgeye yönelik stratejileri
belirleyen başka hangi faktörler vardır?
Balkanlar-Kafkaslar ve Orta Doğu,
enerji rezervlerinin yanı sıra özellikle içme suyunu kontrol etme mücadeleleri
açısından da merkezi önem taşımaktadır. Neredeyse çaylara ve küçük derelere
kadar tüm su kaynaklarını uluslararası tekellere peşkeş çeken Türkiye su
sorununda da merkezi rol oynamakta. HES ve baraj politikaları, 2002-2014
yılları arasında 50 milyar Dolar özelleştirme “gelirleri” sağlayan AKP hükümeti
açısından, su kaynaklarını hem kapitalist sermaye birikiminin hizmetine sunma,
hem de komşu ülkelere karşı bir “silah” olarak kullanma olanağını vermektedir.
Haritadan görülebileceği gibi,
Türkiye’nin komşu ülkelerinde de içme suyu ve su kaynakları üzerine çeşitli
ihtilaflar bulunmaktadır. AB, ABD ve NATO strateji belgelerinde “içme suyu” ve
“su kaynaklarının” 21. Yüzyıl’ın temel ihtilaf nedenlerinden birisi olacağını
ve emperyalist güçlerin stratejilerini bu ihtilafa göre “şekillendirmeleri
gerektiği” okunabilir. Bu açıdan Türkiye hükümetleri uzun yıllar öncesinden bu
gelişmeye yanıt olarak geliştirdikleri “Güney Anadolu Projesi” ile ellerine
stratejik önemi olan bir silah geçirmişlerdir.
6.)
Uluslararası enerji tekellerinin planladıkları yeni Kerkük-Yumurtalık boru
hattının su kaynakları ve bölgedeki stratejilerle nasıl bir bağlantısı vardır?
Planlanan yeni Kerkük-Yumurtalık
boru hattı IKBY ve Suriye haricinde, İsrail ve Katar için de önem taşımaktadır.
Bunun bir nedeni doğalgazdır: 2010 yılında Doğu Akdeniz’de, Levante Havzası’nda
toplam 3,5 trilyon metreküp doğal gaz rezervi bulunmuştu. İsrail, kıyısından
yaklaşık 100 km uzaklıktaki “Tamar Alanında” doğal gaz çıkartmaya başladı. 2019
yılında rezervleri daha yüksek olan “Leviathan Alanında” doğal gaz çıkartmaya
başlayacak. Böylelikle Mısır’a olan doğal gaz bağımlılığından kurtulmayı
planlayan İsrail, aynı zamanda çıkardığı gazı da ihraç etmek istiyor.
BOTAŞ tarafından yapılan ve
Türkiye basınında yer alan bir açıklamaya göre, İsrail doğal gazını Ceyhan’dan
pazarlamayı planlıyor. Ancak Ceyhan’a ulaşacak bir boru hattı, kısa yol olan
Lübnan’dan geçmeyecek, çünkü Lübnan, İsrail egemenleri için “istikrarsız” bir
ülke. Önceki yıllarda Kilis’e ulaşacak bir boru hattı için planlar yapılıyordu.
Şimdi ise Batı Şeria ve Golan Tepelerinden geçip, Suriye üzerinden, planlanan
yeni Kerkük-Yumurtalık boru hattına bağlanacak bir proje geliştirildi.
Enerji şirketlerinin internet
sitelerinde benzer bir projenin Katar tarafından da geliştirildiği
bildirilmekte. Katar, likit doğal gaz satışında dünya lideri. Ancak doğal gazın
likitleştirme işlemi hayli pahalı ve nakliyat için özel tankerlere ihtiyaç var.
Ayrıca alıcı ülkelerin limanlarında da likit doğal gazı alıp, dönüştürecek
rafinelerin kurulmuş olması gerekiyor. Bu nedenle planlanan yeni
Kerkük-Yumurtalık boru hattına bağlanmak Katar için hem giderleri azaltacak,
hem de daha fazla doğal gaz satışını sağlayacak.
Planlanan yeni Kerkük-Yumurtalık
boru hattına bağlanan bir hat kurulmasının İsrail’e ayrı bir getirisi olacak:
Fırat ve Dicle’nin suyu. Kurulduğu günden beri kronik su sorunu çeken İsrail,
paralel bir boru hattı ile Fırat ve Dicle’den su nakledebilecek. Daha önce
Manavgat Projesi çerçevesinde Türkiye ile su antlaşması yapan İsrail, bu
şekilde hem stratejik partneri, hem de bölgedeki etkinlik mücadelesinde rakibi
olan Türkiye’ye daha fazla bağımlı olmaktan kurtulacak. Bu açıdan bakınca,
İsrail başbakanı Benjamin Netanjahu’nun “Bağımsız Kürdistan çabalarına destek
vermeliyiz” açıklaması ayrı bir anlam kazanıyor.
Sonuç
yerine:
Türkiye’nin merkezinde bulunduğu coğrafyadaki ihtilafların arka planını
açıklamak için şüphesiz daha bir çok sorunun yanıtı aranabilir. Ancak sadece bu
altı soru dahi, emperyalist güçlerin uzun vadeli stratejileri için yaşamsal
önem taşıyan coğrafyadaki kimi ihtilafı açıklamaya yetiyor. Burada eksik kalan
nokta ise, küresel stratejilerin bölgeye olan etkilerine bakmaktır. ABD’nin
Pasifik’e yönelme politikası, Pasifik bölgesinde suların ısınmasına neden
olurken, Ortadoğu’nun kaynamasına da neden oluyor. Bu konuyu ise başka bir
yazıda ele alalım.