Petrol kaynakları ve petrol
üretiminin yol açtığı jeostratejik sorunlar üzerine
Petrol fiyatlarının düşüşü ile bağlantılı
olarak burjuva medyasında yürütülen tartışmalar, uzmanlar arasında bilinen, ama
kamuoyunda pek tanınmayan kimi verilerin gazete sayfalarında yer bulmasına
neden oluyor. Bir çok detayın okunabildiği bu verilerde enerji kaynaklarının ve
enerji taşıyıcılarının nakliyat yollarının kontrol altında tutulması için
geliştirilen küresel stratejileri farklı açılardan okumak için çok sayıda ipucu
bulunuyor.
Enerji kaynaklarına yönelik stratejiler,
Ortadoğu gibi dünyanın en büyük rezervlerinin bulunduğu bir coğrafyada, bir
örümcek misali enerji nakil hatları ağlarının üstünde konumlanan Türkiye açısından
son derece önemli. Bu stratejileri dikkate almadan Türkiye üzerine analiz
geliştirmek olanaksız, çünkü iç ve dış politika, ekonomik ve toplumsal
gelişmeler bu küresel stratejiler ile birebir bağlantılı. Bu açıdan, okuduğunuz
bu makale ile »Sığ sularda manevra çabaları« başlıklı ve AKP hükümetinin dış
politikasının arka planını ele alan makalemizi peş peşe okumanızı salık vermek
isteriz.
Konumuza dönelim: Almanya’da yayımlanan
muhafazakâr Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) 16 ralık 2014 tarihinde »Petrol
zengini yoksul ülke« biçiminde Türkçeye çevrilebilecek başlık altında
Venezuela’nın düşük petrol fiyatları nedeniyle içine düştüğü zor durum hakkında
bir makale yayınlamıştı. Makalede, tabii ki son derece taraflı bir biçimde,
Venezuela hükümetinin panik içinde olduğu ve muhtemelen 2015 Mart’ında – geri
ödenmesi gereken 1,07 milyar Euro’luk borç nedeniyle – iflasını ilân edeceği
vurgulanıyor.
Aslında makalede ilgimizi çeken mesele,
gazetenin tarafgir yorumları değil, başlıkta yer alan tespitti: »Petrol zengini
yoksul ülke«. Venezuela teyit edilmiş 298 milyar varil rezervi ile dünyanın en
büyük petrol kaynaklarına sahip. Peki, nasıl oluyor da, böylesine zengin
kaynakları olan bir ülke iflasın eşiğine gelebiliyor? İşte asıl soru budur.
Rezerv-üretim orantısızlığı
Bu ve başta Rusya olmak üzere, çeşitli
petrol üreticisi ülke için de geçerli olan benzer soruların yanıtlarını bulmak
için, petrol kaynaklarını ve üretim oranlarını yakından irdelemek gerekiyor.
Uzman olduğunu iddia eden kesimler on
yıllardır petrol gibi fosil enerji kaynaklarının tükeneceğine ve »en fazla 40
yıl içinde enerji darboğazı oluşacağına« dikkat çekiyorlar. Bu kötümser
tespitin fazlaca yüzeysel olduğunu belirtmemiz gerekir, çünkü bu genellemeci
yaklaşım »petrol farklılıklarını«, yani üretimi ucuz veya pahalı olan petrol
türlerinin farklarını dikkate almıyor. Bilim insanları petrol rezervleri
konusunda doğru öngörülerde bulunabilmek için, en başta yoğunlukları,
viskositeleri (yapışkanlıkları) ve üretim şekli farklı olan petrol türlerini karşılaştırmak
gerektiğini belirtiyorlar. Teknolojik gelişme sayesinde petrol türlerinde de
değişiklikler oluyor. Günümüzde, eskisi gibi kuyu kazarak ulaşılamayan
»katranlı kumlar« veya »kaya petrolü« gibi kaynaklardan petrol
çıkartılabilmektedir. Örneğin ABD son yıllarda »Fracking« tekniği ile petrol
üreticisi ülkeler arasında ilk sıralara çıkabilmiştir (Bu tekniğin doğa için
son derece zararlı olduğu biliniyor, ama konumuz bu değil).
Ancak teknolojik gelişmenin bir diğer
sonucu da, önceden ulaşılamayan kaynakları ulaşılabilir kılmak için uygulanan
işlemler temelinde bir varil (159 litre) başına harcanan paranın, konvansiyonel
petrol üretimi için harcanandan çok daha fazla olmasıdır. Bu açıdan sorulması
gereken asıl soru, petrol kaynakları ne zaman tükenecek değil, »düşük masrafla
üretilen petrol ne zaman bitecek« sorusudur. Yeni petrol kaynakları bulunmasına
rağmen, ucuz petrol üretiminin 2005’den bu yana artmadığı gerçeği bu sorunun
öneminin altını çiziyor.
Demografik tahminlere baktığımızda – gerçi
demografi her zaman izafîdir, çünkü büyük savaşları, ekolojik felaketleri vs.
dikkate almaz –, ki tahminler bugün 6,8 milyar olan dünya nüfusunun 2050
yılında 9 milyar olacağını öngörüyorlar, araba kullanmayı, uçağa binebilmeyi,
konutların ısıtılmasını ve sınaî üretim süreçlerini düşük veya ödenebilir
masraflarla sürdürebilir kılmak için gerekli olan »ucuz petrolün« yeterli
olamayacağına işaret etmektedir. Çin ve Hindistan gibi ülkelerin hem
nüfuslarının, hem de enerji gereksinimlerinin rekor kıracak biçimde arttığı göz
önünde tutulursa, enerjinin giderek pahalılaşacağı ve insanlığın büyük bir
bölümü için ulaşılabilir olmaktan çıkacağı söylenebilir. Aynı şekilde enerji
kaynaklarına ulaşım, tüketici ve üretici ülkeler arasındaki ilişkileri şimdiye
kadar olmadığı biçimde belirleyecektir. Bilhassa 1990 sonrası dünyada vuku
bulan ihtilafları göz önünde tutarsak, günümüzde»Dünya Savaşı« olarak ilân
edilmemiş, ama fiilen »Üçüncü Dünya Savaşı«na dönüşmüş ve enerji, hammadde ve
içme suyu kaynaklarının hakimiyeti üzerine yürütülen bir savaş yaşadığımızı
vurgulamalıyız.
Bu tespitimizi derinleştirerek ele
alabilmek ve jeostratejik sorunları irdeleyebilmek için önce çıplak sayılara
bakmalıyız. Teyit edilmiş petrol rezervleri ve reel üretim oranlarına göre
yapılan bir alfabetik sıralamada şöylesi bir tablo ile karşılaşmaktayız:
Ülke
|
Petrol rezervleri
(milyar varil)
|
Toplama göre oranı
|
Günlük reel üretim
(milyon varil)
|
Toplama göre oranı
|
ABD
|
44
|
% 3,21
|
12,2
|
% 22,80
|
Birleşik
Arap Emirlikleri
|
98
|
% 7,16
|
2,7
|
% 5,05
|
Irak
|
150
|
% 10,96
|
3,3
|
% 6,17
|
İran
|
157
|
% 11,48
|
2,8
|
% 5,23
|
Kanada
|
174
|
% 12,72
|
4,0
|
% 7,47
|
Kuveyt
|
102
|
% 37,50
|
2,7
|
% 5,05
|
Libya
|
49
|
% 3,60
|
0,9
|
% 1,68
|
Nijerya
|
37
|
% 2,70
|
1,9
|
% 3,55
|
Rusya
|
93
|
% 6,80
|
10,9
|
% 20,37
|
Suudi
Arabistan
|
266
|
% 19,44
|
9,6
|
% 17,94
|
Venezuela
|
298
|
% 21,80
|
2,5
|
% 4,67
|
Kaynaklar: Wikipedia ve çeşitli
internet siteleri. Tablo ve oran hesaplamasını yazar yapmıştır.
|
Şimdi
bu sayılara yakından bakalım: Aralık 2014 itibariyle bu 11 ülkede resmen teyit
edilmiş petrol rezervlerinin toplamı yaklaşık 1,4 trilyon varildir. Uluslararası
petrol birimlerine göre 1 varil 0,136 tona eşit olduğuna göre, toplam 190,4
milyar ton petrol rezervinden bahsediyoruz demektir. Bu 11 ülkenin bir günde
ürettiği petrol miktarı Aralık 2014 itibariyle 53,5 milyon varildir. Bu da
yılda – günlük üretim miktarı aynı düzeyde kalırsa – yılda 19,5 milyar varil
reel petrol üretimi anlamına gelmektedir. Yıllık petrol üretimini de temel
alırsak, petrol rezervlerinin en fazla 70 yıl sonra tükeneceği söylenebilir.
Ancak bu genelleme de yanıltıcıdır, çünkü
rezervlerin ne zaman tükeneceğini tahmin edebilmek için, hesabı tek tek
ülkelerin rezervlerine ve yıllık üretim oranlarına bakarak yapmak zorundayız.
Bu durumda ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır:
Ülke
|
Petrol rezervleri
(milyar varil)
|
Yıllık üretim
(milyon varil)
|
Rezervlerin tükeneceği yıl sayısı
|
ABD
|
44
|
4.453,0
|
9,9
|
Birleşik
Arap Emirlikleri
|
98
|
985,5
|
99,4
|
Irak
|
150
|
1.204,5
|
124,5
|
İran
|
157
|
1.022,0
|
153,6
|
Kanada
|
174
|
1.460,0
|
119,2
|
Kuveyt
|
102
|
985,5
|
103,5
|
Libya
|
49
|
328,5
|
149,2
|
Nijerya
|
37
|
693,5
|
53,4
|
Rusya
|
93
|
3.978,5
|
23,4
|
Suudi
Arabistan
|
266
|
3.504,0
|
75,9
|
Venezuela
|
298
|
912,5
|
326,6
|
Kaynaklar: Wikipedia ve çeşitli
internet siteleri. Tablo ve oran hesaplamasını yazar yapmıştır.
|
Ülkelere
göre petrol rezervleri ve üretim oranları karşılaştırıldığında bir çok soruya
yanıt bulabiliriz. Venezuela örneğinde kalırsak: Venezuela 1950-1970 yılları
arasında dünyanın en fazla petrol üreten ülkeleri arasındaydı. Hugo Chavez’in
iktidara geldiği 1999 yılında ise, günde sadece 3,5 milyon varil üretiyordu.
Venezuela burjuvazisi ve uluslararası tekeller üretimi azaltarak, yeni
hükümetin olanaklarını daraltmak istiyorlardı. Venezuela bugün günde sadece 2,5
milyon varil üretebiliyor. Chavez yönetimi »Petroles de Venezuela« şirketini
kamusallaştırdıktan sonra, hem yurt içindeki petrol ürünleri yoksulların lehine
sübvanse edildi, hem de petrol satışından elde edilen gelirlerle sosyal
politikalar hız verilerek, 2002 yılında yüzde 49 olan yoksulluk oranı 2011’de
yüzde 29’a indirebildi.
Petrol
satışı Venezuela için yaşamsal önemde: ihracat gelirlerinin yüzde 80’i, devlet
gelirlerinin üçte biri ve döviz gelirlerinin yüzde 90’ı petrol satışından
sağlanıyor. Ancak hükümetin kamuya ait olan petrol şirketinin yatırım
politikalarında kısıtlamaya gitmesi ve rafinelerin zorunlu modernizasyonunu
aksatması, üretimin bugünkü düzeye düşmesine neden oldu. Basında yer alan
bilgilere göre, Venezuela petrol şirketinin 2019 yılına kadar en az 200 milyar
Dolarlık bir yatırımla modernizasyon işlemlerini tamamlaması gerekiyor.
Petrol fiyatları ile siyaset
Ancak Venezuela’nın temel sorunu, petrol
fiyatlarının kısa zaman içerisinde varilinin 100,00 Dolar’ın üstünden 58,00
Dolar’a düşmüş olmasıdır. Venezuela, borç ödemelerini yapabilmesi ve sosyal
sübvansiyonlara devam edebilmesi için, varil fiyatının en az 97,00 Dolar olması
gerekiyor.
Son OPEC Zirvesi’nde Suudi Arabistan
fiyatların artırılması için üretim oranlarının düşürülmesine karşı çıktı ve
üretimin aynı yüksek düzeyde kalmasını sağladı. Suudi Arabistan petrolünü
konvansiyonel yöntemlerle çıkartıyor ve bu nedenle üretimini ucuza
getirebiliyor. Gerçi fiyatların düşük olması Suudilerin kârdan zarar etmesine
neden oluyor, ama bu durumun stratejik getirisi de az sayılmaz.
Bir kere üretimi pahalıya gerçekleştiren
rakip ülkelerin gelirlerinin düşmesi sonucunda zorlanmaları, piyasaya hakim
üretici olan Suudilerin işine geliyor. Bu aynı zamanda ABD ve diğer Batı
ülkeleri için de olumlu sonuçlar taşıyor. ABD ve Avrupa ekonomileri, enerji
giderlerini azaltarak yeni ivme kazanıyorlar. Sonuçta ucuz petrol, gelişmiş
kapitalist ülkelerin ekonomileri için güçlü bir konjonktür programı ve doping
tedbiri anlamına geliyor.
İkincisi ise, Batı emperyalizminin
stratejik rakip olarak gördüğü Rusya, Venezuela ve İran gibi petrol
üreticileri, gelir kaybı nedeniyle dar boğaza düşme tehlikesiyle karşı karşıya
kalıyorlar. Örneğin enflasyonun yüzde 9’u aştığı Rusya’da Ruble’nin aşırı değer
kaybı, Rusya’dan sermaye çıkışına neden oluyor. Aynı zamanda Rusya tekellerinin
2016 ortasına kadar yurt dışına yapacakları 117 milyar Dolar’lık ödemeyi geciktirme
olasılığı, alacaklı bankaları paniğe sürüklüyor. Ancak şu an için 416 milyar
Dolar ile dünyanın dördüncü büyük döviz rezervine sahip olan Rusya, Ruble’nin
değer kaybının bir kısmını, Dolar ile yapılan petrol ve doğal gaz satışıyla
tazmin edebiliyor. Diğer yandan Rusya 3 Aralık 2014 tarihli verilere göre bu
yıl sonunda 1,3 trilyon Ruble (yaklaşık 27 milyar Euro) bütçe fazlası realize
edecek. Yani kısacası, Rusya için alarm zilleri henüz çalmıyor – Rusya
sermayesinin keyfi şimdilik yerindeyken, emekçilerin ve yoksul halk kitlelerin
durumu ise giderek kötüleşiyor.
Üçüncüsü, fiyat düşüşü Suudi Arabistan
açısından bölgedeki hakimiyet mücadeleleri için önem taşıyor. Stratejik
ağırlığını Pasifik bölgesine kaydırma kararı alan ABD ile bölgedeki Şii yayının
önderi İran arasındaki yakınlaşma politikası, Suudi despotlarını fazlasıyla
kaygılandırıyor. İran’ın bölgedeki etkinliğini sınırlamak isteyen Suudiler,
ABD-İran yakınlaşmasının ve Batı’nın İran nükleer programına izin vermesinin,
İran’daki molla rejimini stabilize edeceğini ve böylelikle İran’ın Arap
Yarımadası’ndaki Şii nüfus üzerindeki etkisini güçlendirebileceğini, bunun ise
Suudi iktidarına yönelik iç istikrarsızlık tehlikesini artıracağını
hesaplıyorlar. Henüz İran’a yönelik ambargoların ve yaptırımların devam ettiği
ve devlet gelirlerinin önemli bir bölümünün petrol ve doğal gaz satışından
sağlandığı bir dönemde, petrol fiyatlarının düşük kalmasının İran ekonomisinde
daralma yaratacağı açık. Sonuç itibariyle Suudiler, ellerindeki kaynaklara,
ucuz petrol üretme olanaklarına ve sermaye birikimine güvenerek, stratejik
çıkarlarını korumak için, fiyatların bilinçli olarak düşük kalmasını
sağlayarak, siyaset yapıyorlar.
Petrol ve Jeostrateji
Üretim oranlarına yakından baktığımızda,
Türkiye’nin merkezinde bulunduğu coğrafyanın önemi ortaya çıkıyor. ABD 44
milyar varil petrol rezervlerine sahip olmasına rağmen, ekonomisinin bir gereği
olarak yüksek düzeyde enerji taşıyıcılarına gereksinim duyuyor. Güncel sayılara
göre yılda yaklaşık 4,45 milyar varil petrol üreten ABD, üretimin bu düzeyde
kalması durumunda yaklaşık 10 yıl sonra kaynaklarının tükenmesi tehlikesiyle
karşı karşıya kalacak. Enerji gereksinimini gelecekte de güvenli bir biçimde
karşılayabilmesi için bütün stratejilerini bu temelde şekillendirmek zorundadır.
ABD’nin Avrupalı müttefiklerinin durumu ise
daha vahimdir: Örneğin Almanya petrol gereksiniminin yüzde 97’sini ithal etmek
zorundadır. Bu oran Uran maddesinde yüzde 100, doğal gazda yüzde 84 ve taş
kömüründe yüzde 72’dir. Avrupa’daki diğer gelişmiş kapitalist ülkelerde de
(Norveç istisna) benzer durum söz konusudur. AB bu nedenle 2000 yılında
gerçekleştirdiği Lizbon Zirvesi’nde aldığı bir kararla, »enerji ve hammadde
kaynaklarına engelsiz ulaşımı« güvence (!) altına almak için dış politikasını
militarist dönüşüme tabi tutmuş ve jeostratejik hedeflerini enerji tedariki
temelinde şekillendirmeye başlamıştır.
Dünya çapındaki petrol rezervlerinin büyük
bir bölümü, toplam 773 milyar varille Ortadoğu’da bulunmaktadır. Petrol üretimi
– tam kapasite ile olmasa da – yılda 7,7 milyar varili bulmaktadır. Sadece Irak
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin planları temel alınırsa, üretim oranlarının
önümüzdeki yıllarda büyük ölçüde artacağı söylenebilir. Irak petrolünün büyük
bir bölümü Türkiye üzerinden dünya piyasalarına pazarlanmaktadır.
Ortadoğu sadece Batılı ülkeler için önem
tanımıyor. Son on yıl içerisinde »Global Player« konumuna yükselen Çin, müthiş
enerji açlığının yüzde 50’sini Ortadoğu’dan karşılıyor. Çin’in Ortadoğu’dan
ithal ettiği toplam petrol miktarının yüzde 20’si Suudi Arabistan’dan, yüzde
11’i ise İran’dan geliyor. Alman basınında 2010 Mart’ında yer alan haberler,
Çinli şirketlerin Irak’taki petrol rezervlerinin yüzde 18’ine ulaşabildiği
belirtiliyordu.
Çin genel olarak Batılı emperyalist
güçlerden farklı bir strateji izliyor. Örneğin İran’daki »Yadavara« petrol
alanının ihalesini, İran’ın nükleer programına siyasî destek çıkarak alan Çin,
aynı zamanda İran’dan ithal edeceği petrol için kendi para birimi Renminbi ile
ödeme yapıyor. İran bunun karşılığında Renminbi ödemelerini Çin ürünlerini
ithal etmek için kullanıyor. Çin, ki sadece Ortadoğu’da değil, enerji
taşıyıcısı satın aldığı ülkelere BM Güvenlik Kurulu’nda siyasî destek, askerî
yardımlar, silah satışı, düşük faizli gelişme kredileri ve altyapı projelerinde
destek gibi çeşitli kolaylıklar sağlayarak güven kazanıyor.
Bu güven verici strateji, Çin’in Ortadoğu,
Afrika ve Latin Amerika’da önemli mevziiler kazanmasına yol açtı. Devletin
elindeki devasa döviz rezervleri Çin’in kamuya ait enerji tekeli dünya çapında
enerji projelerine yatırım yapmasını ve uluslararası tekellerle stratejik
ortaklıklara girmesini kolaylaştırıyor. Sayılar Çin stratejisinin başarısını
teyit ediyor: 2011 yılında Çin enerji şirketleri 50 ülkede 200 projeye ortak
oldular. Bu ortaklık içinse toplam 78 milyar Dolar yatırım yaptılar. Gerçi
petrol piyasasının ana payı uluslararası kapitalist tekeller arasında
bölüştürülmüş durumda, ama Çin, Batının siyasî veya güvenlik gerekçesiyle
yatırımdan çekindiği Etopya, Fildişi Sahili, Filipinler, Kenya veya Tayland
gibi ülkelere yatırımlar yaparak, küresel konumunu yavaş, ama emin adımlarla
güçlendiriyor.
Sonuç yerine...
Emperyalist ülkelerin giderek artan enerji
gereksinimi, stratejik rakipleri olarak değerlendirilen Rusya, Çin ve İran’ın
enerji kaynakları üzerinde giderek güçlü bir konuma gelmeleri ve Ortadoğu’nun
zengin kaynakları, Ortadoğu’ya yönelik emperyalist strateji ve politikaların
arka planını oluşturuyor. ABD’nin devlet aklı ve güvenlik stratejisi, AB’nin
Lizbon Stratejisine dayanan Güvenlik, Komşuluk ve İşbirliği politikaları,
NATO’nun yenilenen stratejileri ve Almanya’nın »Federal Ordu Beyaz Kitabı«,
uzun vadeli hedef olarak Ortadoğu’nun, enerji kaynakları üzerinde tam hakimiyet
sağlanana dek, yeniden düzenlenmesini öngörüyor. Emperyalist ülkelerin, ister
AB ve NATO gibi ittifakların, ister tek tek ülkelerinki olsun, stratejik
belgelerinde yazılı olan temel hedef aynıdır: »Enerji, hammadde ve içme suyu kaynakları ile dünya piyasalarına
engelsiz ulaşımın ve enerji kaynaklarının istikrarlı biçimde Batılı ülkeler
nakli için enerji güvenliğinin sağlanması, silahlı kuvvetlerin en önemli
görevidir.«
Ortadoğu’nun yeniden düzenlenmesinde
Türkiye merkezi rol oynamaktadır. NATO üyesi Türkiye, enerji nakil hatlarının
geçtiği bir transfer ülkesi ve dünya piyasalarına dağıtım yapan limanlara sahip
stratejik ekonomi mevkiidir. Karadeniz, Boğazlar, Ege Denizi ve Akdeniz’deki
deniz yolları, petrol ve doğal gaz boru hatları, zengin su kaynakları ve
barajları ile jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik konumu emsalsiz olan
Türkiye, aynı zamanda NATO ve fiilen AB’nin bölgedeki sınırı olarak,
emperyalizm için önemli bir köprü işlevini görmektedir.
Tüm bu nedenlerden dolayı, Türkiye’nin iç
ve dış politikası emperyalist stratejiler temelinde şekillenmektedir. Türkiye’deki
farklı sermaye fraksiyonlarının bölgesel emperyalizm hevesleri peşinde koşan
AKP hükümetini desteklemeleri ve Türkiye’deki karar vericiler ile emperyalist
merkezler arasında kimi çelişkilerin varlığı, Türkiye’nin gelecekte de
emperyalist senaryolarda baş rollerden birisini oynayan aktör olacağı gerçeğini
değiştirmemektedir. O açıdan ülkenin barış, demokrasi, eşitlik, sosyal adalet
ve hatta sosyalizm hedefiyle geleceğini şekillendirmek isteyen muhalif
kesimlerin önünde duran ivedi görev, ülke sınırları içinde düşünmekten
vazgeçmek ve kafalarını önlerinden kaldırıp, küresel bakışla siyasetlerini
şekillendirmektir. Petrol ve jeostratejik gelişmeleri dikkate almayan hiç bir
siyasî yönelim, başarı gösteremeyecektir.
Petrol kaynakları ve petrol üretimi verilerinin
ortaya çıkardığı çıplak gerçek bu kadar basittir.