TTIP serbest ticaret antlaşmasının
askeri-stratejik arka planı üzerine
Politika gazetesinde yayımlanmıştır
Avrupa’daki küreselleşme karşıtı
hareketler son dönemlerde “Transatlantik Ticaret ve Yatırım Partnerliği”
(Transatlantic Trade and Invesment Partnership – TTIP) olarak adlandırılan ve
kapalı kapılar ardında ABD ve AB yönetimleri tarafından hazırlanan yeni serbest
ticaret antlaşmasına karşı kampanyalar geliştiriyorlar. Kampanyalar genellikle
tüketici koruma standartlarının düşürülmesi, tekellerin devletlere karşı dava
açabilmeleri veya görüşmelerin gizlilik içerisinde yürütülmesi gibi sosyal ve
ekolojik etkileri ön plana çıkartıyor.
AB, ABD, Kanada ve Meksika’yı
içerecek olan TTIP’ye yönelik eleştirileri beş maddede toparlamak olanaklı:
- TTIP yürürlüğe girdiği andan itibaren hukuk devleti kuralları uluslararası tekeller için geçerliliklerini kaybedecekler. Örneğin tekeller, çıkartılan yasalar nedeniyle olası kârlarının azalması durumunda, ilgili devletlere karşı tahkim mahkemelerinde dava açabilecekler. Duruşmalarını gizli yapacak olan mahkemeler devletleri yüksek tazminatlar ödemeye mahkum edebilecek.
- Özelleştirmeler genişletilecek. Antlaşma özellikle içme suyu, sağlık ve eğitim-öğrenim alanlarının uluslararası tekellerin eline geçmesini, ama masrafların kamu tarafından karşılanmasını öngörüyor.
- Tarım ve hayvancılık tamamen uluslararası tekellere bırakılacak. AB’nde yasak olan kaya gazı (Fracking) veya genetiği değiştirilmiş gıda maddeleri ve hormonlu et satışları serbest bırakılacak, küçük ve orta büyüklükteki tarım teşekküllerine tanınan sübvansiyonlar kaldırılacak.
- Hak ve özgürlükler kısıtlanacak. Kamusal yaşamın her alanı daha geniş şekilde kontrol ve gözlem altına alınacak, internet kullanımı kısıtlanabilecek, telif haklarının genişletilmesiyle kültüre, öğrenim ve bilime ulaşım ticarileştirilecek.
- Antlaşma, imzalanmasından itibaren feshedilemeyecek. Ülke parlamentolarının TTIP konusunda hiç bir tasarruf hakkı olmayacak. Mutabakat kuralı işlerlik kazanacağından, antlaşmanın feshi için tarafların hepsinin onayı gerekli olacak. AB Komisyonu antlaşma tarafı olacağından, AB üyesi ülkelerin söz hakkı olmayacak.
TTIP’in sadece bu etkileri bile,
refah coğrafyasındaki burjuva demokrasilerinin içinin ne denli oyulacağını
göstermekte. Avrupalı küreselleşme karşıtları bu gerçeği kampanyalarının
merkezine oturtuyorlar, ancak TTIP’in emperyalist stratejiler için hangi anlama
geldiğine ve olası jeopolitik etkilerine pek değinmiyorlar. TTIP ile ulaşılmak
istenilen hedeflere ve bu jeopolitik etkilerin ne olduklarına baktığımızda,
öncelikle şunları görebiliriz: En başta Batılı emperyalist blok, Çin ve Rusya
gibi stratejik rakipler karşısında daha güçlü bir konum almak istiyor.
Böylelikle, ikincisi, küresel çapta neoliberal standartları dayatarak, “devlet
kapitalizmini” geriletmek ve neoliberal modeli yaygınlaştırmak istiyorlar.
Üçüncüsü, AB ve ABD arasındaki enerji işbirliği geliştirilerek, bilhassa AB’nin
Rusya’dan “bağımsızlaştırılması” ve küresel çapta enerji kaynaklarının kontrol
altına alınması hedefleniyor. Ve nihâyetinde TTIP üyeleri arasında zaten var
olan silahlanma işbirliği derinleştirilerek, AB’nin küresel “görevleri”
üstlenebilecek bir silahlanma düzeyine getirilmesine çalışılıyor.
Transatlantik
reformasyon
Küresel güç dengelerindeki
değişimler ve ekonomik gelişmeler, ABD’nin hegemonik konumunun zayıflamakta
olduğuna işaret ediyor. Dahası, küresel iktisatın ağırlık merkezinin Batı
Avrupa ve Kuzey Amerika’dan Uzak Asya’ya doğru kaydığını gösteriyor. Çin’deki
ekonomik veriler bu tespiti kanıtlıyor: 1999 yılında en büyük 500 şirket
arasında sadece Çin menşeili 10 şirket yer alıyordu ve bunlar toplam cironun
sadece yüzde 1,6’sına sahipti. 2012’de ise 89 Çinli şirket, toplam cironun
yüzde 16,3’ü ile listede yer aldı. Bugün ise Çin’in sadece ekonomik açıdan
değil, aynı zamanda siyasi ve askeri açıdan da zirveye yerleşmekte olduğunu
görmekteyiz.
ABD’nin “Pasifik’e yönelme
stratejisinin” ardında bu gelişme yatmaktadır. 2023 yılında donanmasının üçte
ikisini Pasifik’te konuşlandırmak isteyen ve yılda 600 milyar Dolarlık (2013)
silahlanma harcaması ile kapitalist dünya düzeninin “koruyucu gücü” olan
ABD’nin bu stratejisini gerçekleştirebilmesi için, ABD ordularının Avrupa,
Afrika, Yakın ve Orta Doğu’daki “görevlerini” üstlenecek bir temsilci aktöre
gereksinimi vardır, ki tek potansiyel aktör AB’dir. Kısacası AB ve ABD
arasındaki siyasi, iktisadi ve askeri işbirliğinin tarihte olmadığı ölçüde
derinleştirilmesi gerekmektedir.
TTIP bu planların
gerçekleştirilmesinde merkezi rol oynayacak. Avrupa’daki burjuva medyası
şimdiden TTIP sayesinde “800 milyondan fazla bir nüfusa sahip ve küresel ürün
ve hizmet ticaretinin üçte birini kontrol eden devasa bir merkez oluşacak”
propagandasını yapmaktadır. TTIP her iki tarafa da yaramaktadır: ABD bu
antlaşma ile Avrupa’yı daha çok yakınına çekebilecek, AB ise ABD’nin 11 Pasifik
ülkesi ile imzaladığı “Transpasifik Partnerliği” TPP’nin sağlayacağı piyasa ve
iktisadi işbirliği kolaylıklarından faydalanabilecek. Sonuçta TTIP sayesinde
gerçekleştirilecek olan gümrük indirimleri, sağlık-güvenlik-sosyal ve çevre
koruma standartlarının asgari düzeye çekilmesi ile aralarındaki ticaret hacmini
artırarak, transatlantik ortaklığın güçlendirileceğini hesaplayan AB ve ABD, bu
şekilde hem stratejik rakipleri Çin ve Rusya’yı geri püskürtmeyi, hem de
hegemonik konumu yeniden elde etmeyi hedefliyorlar.
TTIP ve NATO: Siyam
İkizleri
Aslına bakılırsa hegemonik konumu
ele geçirme çabası yeni bir strateji değil. 1990’ların başında kaleme alınan
“Wolfowitz Doktrini” ve diğer strateji belgeleri, TTIP’nin öncülleri veya daha
doğru bir deyimle, TTIP’nin üzerinde geliştiği temeller sayılabilir. Bugün de
geçerliliğini koruyan doktrinler ve stratejik belgeler, Batı emperyalizminin
karşısında Sovyetler Birliği benzeri stratejik rakip olabilecek ülkelerin henüz
oluşma aşamasında engellenmelerini öngörüyorlar.
Diğer yandan Batılı tekellerin dünya
çapında bütün enerji ve hammadde kaynaklarına ve piyasalarına engelsiz ulaşımı,
enerji ve ürün nakil yollarının güvence ve kontrol altında olması ve sermaye
trafiğinin hiç bir engele takılmadan akması, emperyalist orduların en temel
görevi olarak görülmekte. AB ve NATO’nun strateji belgeleri, ABD’nin “güvenlik
stratejileri” ve AB üyesi ülkelerin savunma politikalarını belirleyen siyaset
belgeleri, kelimesi kelimesine bu görevi ifade etmektedirler. Aynı zamanda
emperyalizmin yaşamsal hedefi olan bu görevin gerçekleştirilebilmesi için
gerekli olan ön koşullardan birisi, emperyalist güçler arasındaki çelişkilerin
azaltılması ve işbirliğinin genişletilmesine yönelik adımlardır. Bugüne kadar
yapılan çeşitli zirvelerde alınan kararlarla “transatlantik partnerliğin”
vurucu gücü olan NATO adım adım dönüşüme uğratıldı. NATO yeni üyelerle
güçlendirildi, üye ülkelerin farklı coğrafyalarda ittifak görevlerini
üstlenmeleri sağlandı, eşik ülkeleri ile askeri işbirlikleri geliştirildi ve
militaristleşme teşvik edildi.
TTIP, NATO konusunda da merkezi
bir rol oynayacak. 2014 Eylül’ünde Wales’de gerçekleştirilen NATO Zirvesi,
Ukrayna krizini gerekçe göstererek Rusya’ya karşı kontrollü ihtilaf kararını
aldı, böylece NATO’nun yeni bir “meşruiyet” zeminine kavuşmasını sağladı.
TTIP’in oynayacağı rol de bu zemin üzerinde kurgulandı.
TTIP, AB ve ABD’nin siyasi,
iktisadi ve askeri işbirliğini derinleştirerek, NATO’nun güçlendirilmesini ve
uluslararası silah tekellerinin stratejik karar alma mekanizmalarına katılımını
sağlayacak. TTIP’in askeri-jeostratejik mantığı Avrupa’lı silah tekellerinin
hem kendi aralarında birleşerek, tek merkezde yoğunlaşmalarını, hem de ABD’li silah
tekelleriyle birlikte bir “küresel silahlanma ağı” kurarak, NATO’nun
genişlemesine katkı sağlamalarını öngörüyor. Buna karşın NATO, emperyalist
güçlerin dayattığı neoliberal iktisat politikalarına, serbest ticaret, gümrük
indirimleri, tahkim zorlamaları vb. adımları kabul etmeyen ülkelere karşı ciddi
bir askeri güç tehdidi olarak kullanılacak. NATO aynı zamanda “Full Spectrum
Dominance” stratejisi temelinde Rusya ve Çin’in NATO üyesi ülkelerle
çevrelenmesi veya kuşatılması için önemli bir enstrüman olacak.
Burjuva basınındaki TTIP
savunucuları, antlaşma sayesinde “Batı medeniyeti ile yaşam tarzının ve Batının
değerleri ile çıkarlarının” iktisadi ve siyasi birlik sağlanarak “Batının
stratejik ve kültürel rakiplerine” karşı korunabileceği ve böylelikle “Batının
refahının sürdürülebilir” kılınabileceğini vurguluyorlar. AB’nin 2000 yılındaki
Lizbon Zirvesinde alınan kararlar kamuoyu önünde savunulurken, Robert Cooper ve
Xavier Solana “iyi huylu emperyalizm” savını kullanıyorlardı. Görüldüğü
kadarıyla bugünün emperyalist basını hiç güzelleme yapma gereğini görmeden, her
şeyi açıkça ifade ediyor.
Öyle ya da böyle; emperyalist
güçler dünya çapındaki değişimlere hemen uyum sağlamaya ve stratejilerini bu
değişimlere uyarlamaya çalışıyorlar. Resmen ilân edilmemiş bir “Üçüncü Dünya
Savaşı” koşulları altında jeoekonomik, jeopolitik ve jeostratejik çıkarlarını
korumak, kapitalist sömürüyü ve emperyalist yayılmacılığı sürekli kılabilmek
için var güçleriyle çaba gösteriyorlar. Ama umutların tümüyle kaybolmasını
engelleyen çok neden var. Devasa askeri güçlerine, saldırı savaşlarına,
işbirlikçi rejimlerine ve kamuoyu görüşünü manipüle eden araçlarına rağmen,
istediklerini gerçekleştiremiyor, zaman zaman geri adım atmak zorunda
kalıyorlar. Suriye-Türkiye sınırındaki küçük bir kent olan Kobanî örneğinde
olduğu gibi, küçücük “kum taneleri” devasa motorun çalışmasını
aksatabiliyorlar. Evet, kapitalizm gelişiyor, emperyalizm değişimlere uyum
sağlayarak güçleniyor belki, ama bilimsel yasallık gereğince kendi mezarlarını
da birlikte kazmaya devam ediyorlar.