Podemos hareketi ve İspanyol
»demokratik devrimi« üzerine
2014 Ocak’ında
kurulan ve 11 Mart 2014’de siyasi parti olarak kaydolan Podemos (Türkçesi
»Başarabiliriz«) hareketi, Yunanistan’da sol liberal hareket Syriza’nın
zaferiyle yeni bir ivme kazanarak, İspanya siyasetini altüst edebilecek ve AB
elitlerini kara kara düşündüren bir faktör hâline geldi. Son kamuoyu
araştırmaları Podemos’un en güçlü parti olduğunu gösteriyor. Süper seçim yılı
2015 İspanya için bir kader yılı olacak gibi.
Bu yıl çeşitli
seçimler yapılacak: Mayıs’ta 17 özerk bölgenin 13’ünde ve Eylül’de Katalunya’da
bölge hükümet seçimleri ile çok sayıda yerel seçimin yanı sıra Kasım’da
parlamento seçimleri yapılacak. Seçim sonuçlarının İspanya burjuva
demokrasisinde depreme yol açması bekleniyor. Podemos, salt mutlak çoğunluğu
elde etmeyi değil, aynı zamanda esaslı bir dönüşüm sürecini başlatacağını
şimdiden ilân etti bile.
Türkiye’de kimi
kesimler Syriza ve Podemos’u HDP’ne benzetiyorlar. Bu açıdan Podemos’u yakından
incelemek, benzerlikleri gözden geçirmek, hareketin olanaklarını, sorunlarını
ve sınırlarını irdelemek yararlı olacak – her ne kadar Türkiye ve İspanya’daki
koşullar tamamen farklı ve benzerlikler izafî olsa da...
Radikal
sol mu, uysal devrimciler mi?
Burjuva medyası
gerek Syriza’yı, gerekse de Podemos’u tamınlarken »radikal sol« kavramını
kullanıyor. Aslında kelime anlamı »sorunun köküne inmek« olan radikallik, bu
şekilde »aşırılık« olarak lanse ediliyor, içeriği boşaltılmış bir radikalizmden
bahsederek, »reform« olarak adlandırılan sermaye yanlısı tedbirlere karşı
çıkanları, sistemi sorgulamasalar dahi, marjinal ve aykırı düşünenler olarak
göstermeye çalışılıyor.
Kendisini »sol-sağ
şeması dışında« konumlandıran Podemos’u »radikal sol« olarak nitelendirmek pek
gerçekçi bir tahlil değil. Podemos’da radikal veya aykırı sayılabilecek yegâne
yan, partinin harekete geçirebildiği toplumsal mobilizasyon ve örgütlediği
yerel gruplardır. Şu anda ülke çapında 900’den fazla yerel grup oluşmuş durumda
ve bunlar (Gezi forumları gibi) katılımcı örgütlenmeyi önceliyorlar. 2014
Ekim’indeki parti kurultayına on bin kişinin katılmasıyla ve mahallelerde
»komşu toplantıları« örgütlemesiyle dikkat çeken Podemos, bu yapılanmasıyla
İspanya partilerinden tamamen farklı.
Podemos’un
1990’lardan bu yana artarak devam eden »temsilîyet« krizinin bir sonucu olduğu
söylenebilir. Podemos her ne kadar kısa bir sürede kitleselleşmiş ve çoğunlukla
önceleri siyasi aktivitesi olmayan kesimleri taşıyıcıları hâline getirmiş olsa
da, »gökten zembille inen« bir hareket değil. Özellikle 2011’den bu yana süren
çeşitli toplumsal direniş hareketlerinin oluşturduğu bir maya üzerine kurulu.
Örneğin kapitalizm
eleştirisiyle demokratik talepleri bağlayarak burjuva demokrasilerinin sistemsel
sınırlarını zorlayan »15M-Hareketi«, 2011 protestolarının zayıflamasıyla
ortadan kalkmamış, aksine farklı toplumsal alanlarda kendine yer edinerek,
»Mareas« olarak adlandırılan ve kamusal öğrenim ve sağlık alanını koruma veya
ipoteklerini ödeyemedikleri için zorla evlerinden çıkarılanların direniş
platformu »PAH« gibi oluşumları ortaya çıkartmıştı. Sonuçta bu oluşumlar 2014
ilkbaharında ülke çapında protestolar ve Madrid’de 1 milyon insanın katıldığı
bir mitingi örgütleyebilmişlerdi.
Bu gelişme iki
gerçeği ortaya çıkardı: Birincisi, siyasi – bilhassa sol partilerin ötesinde ve
bu partilerden bağımsız geniş bir toplumsal direnç potansiyelinin varlığıydı.
Ancak, ikincisi, neoliberal rejim kitlesel protestoları uysallaştırabiliyordu.
Örgütlü işçi sınıfı hareketine dayanmayan ve izin alıp, kapitalizmin gündelik
işleyişini rahatsız etmeden yapılan yürüyüşler, rejimi de rahatsız etmiyordu.
Dikey
hiyerarşi ile katılımcı örgütlenme deneyi
İspanya’daki sosyal
hareketlerin karşı karşıya bulundukları bu iki gerçek, iktisadî sistem
sorgulanmadan halkın geniş katılımının sağlanacağı bir iktidarın kurulup
kurulamayacağı sorusunu güncelleştirmektedir. Podemos bu soruya »sadece
iktidarı değil, siyasi alanın yeniden belirlenmesini hedefliyoruz«, yani
kurumsal çerçevenin esaslı dönüşümü iddiasıyla yanıt veriyor.
Podemos’un bu
iddiası, Barcelona’da katılımcı yerel yönetim oluşturmak isteyen »Guanyum
Barcelona« gibi 15M-Hareketinin ardılı örgütlenmeler arasında geniş yankı
buluyor. Ancak Podemos dikey yapılanma ile oluşan bir parti. Podemos, katılımcı
demokrasiyi savunan, ama yönetimi de elden bırakmamakta kararlı 5 siyaset
bilimcisi, Pablo Iglesias, Juan Carlos Monedero, Carolina Bescansa, Luis Alegre
ve Iñigo Errejón tarafından kuruldu.
Kısmen Venezuela ve
Bolivya’da çalışmış olan kurucu grup, Latin Amerika deneyimlerini içeren bir
strateji geliştirerek, toplumsal hoşnutsuzluğu alternatif bir siyasi
hegemonyaya dönüştürme ve böylelikle klasik reformist politikaların ötesine
gidebilecek bir toplumsal mobilizasyonu hedefliyorlar. Latin Amerika
ülkelerindeki kalkışmaların ve protesto hareketlerinin neoliberal politikaları
on yıl boyunca engellemelerinin ötesinde, anayasa değişiklikleriyle farklı
dönüşüm süreçlerini tetikleyebildikleri gerçeği, Podemos kurucuları için önemli
bir örnek oluşturuyor. O nedenle programatik söylemde siyaset kurumlarını
kökünden değiştirecek bir »demokratik devrimden« bahsediliyor.
İspanya’nın özgül
sorunu olarak nitelendirilebilecek demokratik devrim programının çerçevesini
ise iki temel unsurla çizmeye çalışıyorlar: İlk göze çarpan izafî
belirsizliktir. Neoliberalizm eleştirisi çok açık bir şekilde ifade edilirken,
bu eleştiriden çıkartılması gereken sonuçlar belirsiz kalıyor. Kendisini
»sol-sağ şeması dışında« konumlandırarak »yeni olanı« temsil ettiğini iddia
eden Podemos, toplumsal ihtilafları sınıf sorunu olarak ele almayarak, bu izafî
belirsizlikle »aşağıdakiler« olarak tanımladığı farklı toplumsal katmanlara
ulaşabiliyor. Burada öne çıkan ayrım, toplum ve yolsuzluklara bulaşmış »eski
siyasi kastlar« ayrımıdır, ki bu yaklaşım neoliberal tedbirlerin sonuçları
altında ezilen geniş toplumsal kesimlerin duygu dünyasına tercüman olmaktadır.
Belirsizlikle birlikte kavramlara yeni içerikler katılmaya çalışılıyor. Örneğin
Podemos lideri Iglesias İspanya’da son derece sorunlu olan »yurtseverlik«
kavramına sahip çıkarak, olumlu içerik katmaya çalışıyor: »Yurtsever olmak,
demokratik kaderini tayin hakkını her alana yaymak ve kamusal olanı savunmak
anlamına gelmektedir« diyor ve peşinden de Katalanlar ile Baskların İspanyollar
ile beraber yaşama sorusuna ancak kendilerinin karar verme hakkı olduğunu
savunuyor.
İkinci temel unsur
ise, »eski« sisteme karşı başarılı olabilecek bir »alternatif proje« sahibi
olma iddiasıdır. Bu nedenle partinin bütün enerjisi 2015 seçimlerinde
geleneksel »iki parti sistemini« alaşağı etmeye yoğunlaştırılıyor. Bu öylesi
bir inançla ifade ediliyor ki, Syriza zaferinden sonra »başka alternatif yok«
gerekçesiyle mutlak çoğunluğu hedeflediklerini söylüyorlar bile. Burada da
Latin Amerika deneyimlerinin temel alındığı görülmektedir: izafî belirsizlik ve
mutlak çoğunluk hedefiyle, reel karar alma mekanizmalarından dışlanmış
toplumsal çoğunluğa siyasi bir alan açılarak, yeni bir kuruluş sürecinin
başlatılacağı iddia ediliyor.
Projenin
handikapları
Podemos’un
programatik belirsizliğinin parti içerisindeki farklı akımlar arasında
ideolojik ihtilaflara yol açmamasının tek nedeni, tüm enerjinin »iki parti
sistemini« yıkmaya yoğunlaşmış olmasıdır. Bu hedefe ulaşıldıktan sonra veya
yenilgiyle karşılaşılması durumunda böylesi ihtilaflar, hatta bölünmeler
kaçınılmaz görünüyor. Çünkü parti son derece heterojen: Zamanında Irak savaşını
destekleyen ve neoliberal partiler içerisinde yer alan Avrupa parlamenteri
Pablo Echenique gibi farklı siyasetçilerden, politikadan uzak durmuş kesimlere,
sosyal hareket aktivistlerine ve sosyalistlere kadar çok renkli parçalardan
oluşan parti tabanının ortak hedef olmadığı takdirde bir arada kalabilmesi
olanaksız.
Projenin diğer bir
handikabı ise, kurucu grubun elitist yönetici çevresi olarak tabandan kopma
olasılığıdır. 2014 Ekim’inde kabul edilen parti tüzüğü, partinin yapılanmasını
aşırı derecede Pablo Iglesias’a bağımlı kılmış durumda. Gerçi Iglesias şu ana
kadar hep etik bir birleştirici gibi davrandı ve bütünleştirici bir politika
izledi. Aynı zamanda son derece heterojen yapıların her zaman birleştirici
güçlü sembollere ve kimlik oluşturucu figürlere ihtiyacı olur. Ama bu
gerçekler, bugünün iyi niyetli bütünleştiricilerinin, yarının despotik
yöneticileri olamayacakları anlamına da gelmez. Aksine – Alman Yeşiller
örneğinde olduğu gibi – programatik belirsizliğe sahip ve önder şahsiyetlerce
bir arada tutulan heterojen yapılarda oportünist kültürün yerleşmesi ve farklılıkların
despotik yönetimler lehine kullanılması tehlikesi son derece reeldir.
Ancak sorulması
gereken asıl soru başka: Podemos, şu andaki parlamenter yapıyı değiştirmenin
ötesine giden bir dönüşüm gücüne ve programa sahip midir? Önce Podemos’un vaatlerinden
hareketle yapabileceklerine bakalım: Bir kere ilk yapılması gereken, İspanya
halklarının büyük tepkisine yol açan yolsuzluğun sona erdirilmesidir. Bunun
için örneğin kamu projeleri ve idare toplumsal kontrol altına alınmalı,
yöneticilerin maaşlarına üst sınır getirilmeli ve kararlara halkların doğrudan
katılımı yasal olarak güvence altına alınmalıdır.
İkincisi, kamusal
hizmetlerin özelleştirilmesi ve zorla evden çıkarma politikaları sona
erdirilmeli, şimdiye kadarki uygulamalar ile özelleştirmeler iptal edilerek,
kilit sanayiler ve mali sektör toplumsallaştırılmalıdır. Kârların
özelleştirilmesine, ama buna karşın zararların toplumsallaştırılmasına karşı
çıktığını söyleyen Podemos’un inandırıcılığı için bu adımlar turnusol işlevini
görecektir.
Üçüncüsü, sosyal
hareketlere ve özellikle bağımsızlık hareketlerine karşı yürütülen inkâr ve
baskı politikaları durdurulmalı, tüm antidemokratik yasalar değiştirilmelidir.
Örneğin Katalanlar ile Baskların kendi kaderlerini tayin hakkını
kullanabilecekleri koşullar yaratılmalıdır.
Ve nihâyetinde,
dördüncüsü, İspanya’da Latin Amerika ülkelerindekine benzer yeni bir kurucu
anayasa süreci başlatılmalıdır. 1978 anayasası frankocu, bölgeci,
sosyaldemokrat ve euro-komünist parti yönetimlerinin üzerinde anlaştığı ve
bugüne kadar demokrasi açığını kapatamayan bir elitler projesiydi. Gerçi 1978
anayasası 40 yıllık diktatörlük sonrasında ülkeye nefes aldırabilmişti, ama
Frank faşizminin devlet ve ekonomideki taşıyıcıları ile gerçek bir hesaplaşmayı
da engellemişti. Esaslı bir dönüşüm sürecini başlatacağını iddia eden
Podemos’un bu nedenle yapması gereken, salt hukukçular ve siyasetçilerden
oluşan bir anayasa koyucu meclisini açmak değil, İspanya halklarının geniş
katılımını garanti eden, milliyetler sorununu çözmeyi ve toplumsal adaleti
hedefleyen bir toplumsal anayasa tartışmasını en geniş mutabakatla
sonuçlandırmak için kolları sıvamak olacaktır.
Kamuoyu
araştırmalarının gelecek seçimlerde, mutlak çoğunluk dahil, büyük başarı elde
edebileceğini öngördüğü Podemos’un iktidara geldiğinde bu vaatlerini yerine
getirmesi, şüphesiz tüm Avrupa’yı etkileyecek önemli adımlar olacaktır. Ancak
Podemos’un bu adımları atabileceğine dair ciddi şüpheler var.
Öncelikle
unutulmaması gereken, İspanya’nın AB ve NATO üyesi bir ülke olduğudur. AB’nin
Euro Bölgesinde uyguladığı politikalara uymakla yükümlü, NATO üyeliği
çerçevesinde emperyalist güçlerin küresel stratejilerine dahil olan ve İspanya
burjuvazisinin devleti ve kurumlarını mutlak kontrolünde tuttuğu bir ülkede,
tüm bunlara temel oluşturan egemen iktidar ve mülkiyet ilişkilerini
sorgulamadan anılan adımların ne kadarının gerçekleştirilebileceği,
yanıtlanması gereken en temel sorudur. Podemos’un programatik belirsizliğinin
toslayacağı ilk duvar, bu soru olacaktır.
Bununla birlikte,
aralarında İspanya Komünist Partisi’nin de yer aldığı sol birlik »Izquierda
Unida«nın yaşadığı sorunlar, Podemos’un karşılaşabileceklerine de işaret
etmektedir. Sosyaldemokrat PSOE ile defalarca farklı düzeylerde koalisyonlar
kuran sol birlik Izquierda Unida, bir tarafta partiyi yegâne »amaç« hâline
getirmiş, diğer tarafta da yolsuzluklara bulaşmıştı. Gerçi Podemos şu an için
sol birlik gibi bürokratik bir korseye sıkışmış durumda değil, ama parlamento
bürokrasisi, parti aparatı gerekliliği, profesyonel kadro çalıştırma
zorunluluğu ve parti içindeki akımların örgütsel çıkarları siyasi yönelim
hâline getirme yatkınlığı, benzer sonuçlara yol açabileceklerdir.
Gene de; tüm bu
olumsuz olasılıklara ve sistemsel sınırlara rağmen, Podemos gibi bir partinin
iktidara gelmesi, İspanya halklarının ve emekçi kesimlerin lehine olacaktır.
Gerek parlamenter, gerekse de parlamento dışı mücadele olanakları artacaktır.
Sermaye iktidarının, burjuvazinin egemenliğini yıkmadan kalıcı olarak hiç bir
sorunun çözülemeyeceğine inanan bir komünist olarak, işçi sınıfı ile ezilen ve
sömürülenlerin yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirecek her adımı olumlu adım
olarak görmekteyiz. Bizim için önemli olan sınıf mücadelesini yükseltecek
olanakları sonuna kadar kullanmaktır. Podemos şu an için bu olanakları
sağlayabilecek önemli bir mevzi olarak görünüyor. Daha ötesini sağlamak,
İspanya halklarının komünistlerinin görevi olacaktır.