»Minsk II Antlaşması«
Ukrayna’ya barışı getirecek mi?
12 Şubat 2015’de Almanya, Fransa, Rusya ve
Ukrayna’nın Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’te gerçekleştirdikleri zirve
sonuçlandığı andan itibaren burjuva medyasının propaganda bombardımanına tabi
tutuldu. »Minsk II Antlaşması« olarak adlandırılan zirve, bir taraftan Alman
şansölyesi Angela Merkel’in »kişisel başarısı« olarak takdim edilirken, diğer
tarafta zirvenin asıl »kazananının« Putin olduğu algısı yayılmaya çalışıldı.
Açık savaş çığırtkanlığı yapan burjuva
medyasının propagandalarını bir yana bırakırsak, zirvenin esas itibariyle
Ukrayna halkları için olumlu bazı yanları olduğunu vurgulamamız gerekir.
Öncelikle zirvede Ukrayna ihtilafının barışçıl çözümünün olanaklı olduğunun
konuşulur olması ve 15 Şubat’tan itibaren ateşkesin geçerli olmasının
kararlaştırılması, sivil halk için olumlu adımlardır. Zirveye, her ne kadar
başkanlar masasında olmasa da, Doğu Ukrayna halk cumhuriyetleri temsilcilerinin
de katılmış olması ve ağır silahların geri çekilerek, iç savaş tarafları
arasında bir tampon bölge oluşturulması kararı da olumludur. Çünkü top
ateşlerinin, roket ve tank saldırılarının asıl mağduru sivil halktır.
Aynı şekilde Donesk ve Luhansk bölgelerinde
yapılacak olan seçimlerin yöntemleri, bu bölgelerin özyönetim bölgeleri olarak
kabul edilmesi, »federatif yapının güçlendirilmesi« için anayasa reformunun
hazırlanması ve 2015 sonunda yeni bir anayasanın yürürlüğe sokularak, federatif
bir yapının oluşturulması üzerine konuşulmuş olması da olumlu adımlar olarak
değerlendirilebilir.
»Ama«lar olmasa...
Sivil halk için olumlu tarafları olan
»Minsk II Antlaşmasını« muğlaklaştıran »ama«lar olmasa, Merkel’in »barışçıl
çözümün alternatifi yok« demesine inanmak olanaklı olabilirdi. Hatta Merkel ile
Fransa başkanı Hollande’ın basın önünde »Atlantik’ten Pasifik’e kadar uzanan ve
BM Şartını temel alan ortak insani ve iktisadi bir alan yaratma vizyonuna
sahibiz« demelerini, barış iradesi olarak yorumlayabilirdik. Ancak »Minsk II
Antlaşmasının« uygulanışını »Normandiya Formatında« olan bir kurul ile, yani
ABD olmaksızın kontrol edeceklerini açıklayan Almanya ve Fransa
emperyalizmlerinin bu söylemlerine şüphe ile bakmayı gerektiren yeterince neden
var.
Bir kere somut adımlarla desteklenmeyen
barış »mesajlarıyla« böylesi bir ihtilafın çözülebileceğini zannetmek naiflik
anlamına gelmektedir. Ukrayna ihtilafını bir iç savaş olarak değil,
»Rusya-Ukrayna Savaşı« diye lanse eden ideolojik seferberlik sona erdirilmediği
ve Ukrayna yönetiminin Doğu Ukrayna’daki halk cumhuriyetlerinin temsilcileri
ile doğrudan ve dolaysız müzakerelere başlamadığı müddetçe, barışçıl bir çözüm
olanaksızdır.
Elbette Putin yönetimi altındaki Rusya
»demokrasi kalesi« olarak nitelendirilebilecek bir ülke değil. Kapitalist
restorasyonun Rusya’yı nasıl dönüştürdüğünü burada ayrıca vurgulamaya gerek
yok. Ancak Kiev’de gerçekleştirilen darbeyle başlayan ihtilaf ve iç savaşın
Batı emperyalizminin Rusya’ya karşı başlattığı ideolojik seferberlik ve dolaylı
müdahalelerle nasıl derinleştirildiğini de unutmamak gerekiyor. O açıdan bu
ideolojik seferberliğin köşe taşlarını oluşturan kimi masalları burada bir kez
daha anımsatmakta yarar var:
1.
Masal: »Rusya Ukrayna’ya savaş açtı«: Ukrayna’daki darbenin örgütlenmesinde ve güncel sonuçlarının ortaya
çıkmasında aktif rol oynayan AB’nin belirleyici merkezi güçleri olan Almanya ve
Fransa, güya aracılık rollerini gerekçelendirmek için bu söylemi
kullanmaktadırlar. Ukrayna ihtilafının barışçıl çözümü için »Putin ve Poroşenko
anlaşmalıdırlar« propagandası yapılarak, iç savaşın neden-sonuç ilişkisi
tersyüz edilmekte ve bu şekilde NATO’nun tehlikeli çifte stratejisi için
kamuoyu desteği yaratılmaya çalışılmaktadır.
Halbuki söz konusu olan bir Rusya-Ukrayna
savaşı değil, Rusya’nın önemli bir faktör olduğu Ukrayna iç savaşıdır. Kiev
yönetimi Doğu Ukrayna’daki halka savaş açmış ve kendi ülkesinin kentlerini
bombardıman altına almıştır. Tersi, yani »ayrılıkçı« olarak nitelendirilen halk
cumhuriyeti güçlerinin Batı Ukrayna’daki kentlere bomba atmaları söz konusu
değildir.
Ancak bu da gerçeğin sadece bir kısmıdır,
çünkü Ukrayna iç savaşına yabancı ülkeler – bir tarafta ABD ve AB, diğer
tarafta Rusya – siyasi, lojistik ve dolaylı seviyede askeri olarak
katılmaktadırlar. Ukrayna iç savaşı aslında modern bir vekalet savaşıdır. Gene
de, neden-sonuç ilişkisini ele aldığımızda, ihtilafın temel nedeninin ABD ve AB
emperyalizmlerinin Rusya’nın etki alanını sınırlama çabaları olduğunu
vurgulamak durumundayız. Rusya’nın Kazakistan, Beyaz Rusya ve Ukrayna ile
birlikte bir »Avrasya Ekonomik Birliği« oluşturma planı, savaş nedeni olarak
görülmüştür.
2.
Masal: »Rusya Kırım’ı ilhak etti«: İddiaya göre Rusya yürürlükteki BM Şartına aykırı olarak Kırım’ı ilhak
ederek, Avrupa’daki »barış düzenini« bozdu, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü
zedeleyerek, küresel savaş tehlikesinin ortaya çıkmasına neden oldu.
Gerçek ise biraz farklı: Kırım’ın Rusya
Federasyonu’na katılması Ukrayna iç savaşına yol açan bir neden değil, bu ihtilafın,
daha doğrusu Kiev darbesinin bir sonucudur. Kırım halkı, Kiev darbesinin
ardından gerçekleştirilen bir halk oylamasıyla Rusya’ya katılma kararını
onayladı. Bu kararın alınmasında Rusya’nın cesaretlendirici siyasetinden daha
çok, Kiev yönetiminin ülkede Rusçayı resmi dil statüsünden çıkarma adımı
yatmaktaydı.
Kırım’ın Rusya’ya katılmasının
nedenlerinden bir diğeri ise, ABD emperyalizminin 1990’dan bu yana sistematik
bir biçimde takip ettiği ve artık devlet aklı hâline getirdiği »Wolfowitz
Doktrinidir«. Bu doktrin, »Sovyetler Birliği benzeri bir stratejik rakip hâline
gelebilecek her ülkeyi engellemeyi« öngörmektedir. Doktrin çerçevesinde
geliştirilen »Full Spectrum Dominance« stratejisiyle Rusya’nın etrafını NATO
üyesi ülkelerle çerçeveleme planı uygulamaya sokulmuştur ve NATO ile AB’nin
Doğu Avrupa’da 1991’den bu yana attıkları »genişleme« adımları, Gürcistan,
Ukrayna ve Kırgızistan’da teşvik edilen sözde »renkli devrimler« (örneğin
»Portakal Devrimi«) ve Rusya’nın sınır ülkelerine roket sistemlerinin yerleştirilmesiyle
bu plan gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
3.
Masal: »Ukrayna’nın kendisini savunma hakkı vardır«: Bilhassa Ukrayna devlet başkanı Poroşenko
tarafından neredeyse her fırsatta Ukrayna’nın yabancı bir devlet tarafından
saldırıya uğradığı ve BM Şartı gereğince ülkesinin kendisini savunma hakkına
sahip olduğu söylemi kullanılmaktadır. Poroşenko bu çerçevede Batı’nın
Ukrayna’ya yardım etmesini ve silah göndermesini talep etmektedir.
»Rusya-Ukrayna Savaşı« masalına dayanan bu
propaganda Ukrayna’daki gerçekleri tersyüz etmektedir: Darbeden sonra iktidara
gelen yönetim »Ukrayna’nın Ukraynalılaştırılması« sloganıyla Ukrayna’da yaşayan
diğer halkların sahip olduğu anadil özerkliğini kaldırmaya çalışmış, her ne
kadar uluslararası protestolar nedeniyle bu konuda geri atmaya zorlanmış olsa
da, zor kullanarak »Ukraynalılaştırma« politikalarını sürdürmeye devam etmiş ve
diğer halklara karşı saldırgan bir tutum sergilemiştir. Aynı şekilde farklı
bölgelerdeki özerklik referandumlarını gayri meşru ilân ederek, Donesk ve
Luhansk bölgelerinde Ukrayna’nın özerk ve federatif bir yapıya kavuşturulması
için oluşturulan halk cumhuriyetlerini »terörist yapılar« olarak
nitelendirmiştir. İhtilafı diyalog yöntemi yerine, askeri şiddet kullanılarak
çözmeye çalışma politikası, halk cumhuriyetlerinin silahlı mücadele yöntemini
seçmeleriyle iç savaşa yol açmıştır. İç savaşın sonuçları biliniyor.
Poroşenko’nun »savunma hakkı« söylemi ve Batı’dan »öldürücü savunma silahları«
istemesi iç savaşı daha da körüklemekte ve çözümsüzlüğü derinleştirmektedir.
Halbuki Kiev yönetiminin Doğu Ukrayna’daki halk cumhuriyetleriyle başlatacağı
bir müzakere süreci kanlı iç savaşı bitirebilecek bir adımdır.
4.
Masal: »Ukrayna’da Batı’nın değerleri savunulmaktadır«: Gerek Kiev yönetiminin, gerekse de Batı
emperyalizminin sürekli kullandığı bu yalan, Batı Ukrayna ve Avrupa ülkelerinde
hâlâ yaygın olan antikomünizm üzerine kurulu bir »şeytanileştirme« ve
emperyalist politikalara kamuoyu desteği sağlama propagandasının bir
parçasıdır.
Gerçekte ise ilkel bir Ukrayna
milliyetçiliği ile bağlantılı olan neoliberal iktisat politikaları »Batı’nın
değerleri« olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Kiev yönetiminin uygulamaları
bunu kanıtlamaktadır: Özelleştirme programlarıyla yolsuzluk ekonomisi daha da
kökleştirilmekte, sosyal standartlar yok edilerek ülke uluslararası tekellere
ve Ukraynalı oligarklara peşkeş çekilmekte, »ulusal çıkarlar« kisvesi altında
demokratik ve sosyal haklar kısıtlanmakta, ülkenin içinde bulunduğu darboğazın
faturası emekçilerin ve yoksul halkın sırtına yüklenmekte, oluşturulan
»Enformasyon Bakanlığı« ile sansür yaygınlaştırılarak halkın haber alma hakkı
fiilen yok edilmekte, ulusal azınlıklar üzerindeki baskı ve ayırımcılık had
safhaya ulaştırılmakta ve sokaklarda terör estiren faşist çetelerin, »hükümet
ulusal devrime ihanet ederse, hükümeti deviririz« tehditlerini savurmalarına
göz yumulmaktadır. Adalet, eşitlik veya burjuva demokrasilerinin temelini
oluşturan burjuva demokratik hukuk devleti anlayışı yerine otoriterlik, ilkel
milliyetçilik, faşizan yöntemler ve neoliberal politikalar »Batı değerleri«
diye gösterilmektedir.
Uçuruma doğru
Kiev darbesiyle iktidarı ele geçiren güçler
ülkeyi son süratle uçuruma doğru sürüklüyorlar. Burjuva basınında kısa bir süre
önce yayınlanan ekonomik veriler, ülkenin içinde bulunduğu durumun vahametini
kanıtlıyor. Ukrayna’nın Şubat ortasında sadece 6 milyar Dolar döviz rezervi
kalmıştı. Bu miktar ile ithalat en fazla beş hafta daha ödenebilecek. Ukrayna
para birimi Griwna ise aşırı derecede değer kaybediyor. Merkez bankasının döviz
satışlarını durduğunu açıklamasıyla 1 Dolar 26 Griwna’ya yükseldi.
İç savaşın getirdiği yıkım ekonomiyi
olumsuz etkiliyor. Resmi rakamlara göre Kiev yönetimi iç savaşa her ay 250
milyon Dolar harcamak zorunda. Ülke ekonomisinin temel direğini oluşturan ağır
sanayiinin Doğu Ukrayna’da olması ve üretimin iç savaş nedeniyle durma
noktasına gelmesi, ülkenin batısındaki üretimi de durduruyor. Kiev yönetiminin
para basımını artırması da buna eklenince, enflasyon oranı yüzde 24’ü (2014) aşıyor.
Ukrayna dışarıdan para yardımı yapılmadığı
takdirde kısa zaman içinde iflasını ilân etmek zorunda kalacak. Borçlanma
katlanarak artıyor. Gerçi Rusya 2013 Aralık’ında Yanukoviç hükümetine verdiği 3
milyar Dolarlık krediyi geri istemedi, ama bu her an söz konusu olabilir. Buna
karşın IMF 2014’de dört yıllık bir süre için toplam 17,5 milyar Dolarlık yeni
bir kredi açtı, ama bu paranın kullanılması için »iktisadi reformların gerçekleştirilmesini«
zorunlu kıldı.
Ukrayna maliye bakanlığındaki bir çalışanın
basına sızdırdığı bilgilere göre IMF tarafından hazırlanan memorandum,
aralarında çok sayıda öğretmen ve doktorun bulunduğu 230 bin kamu çalışanının
işten çıkartılmasını, doğal gaz ve elektrik fiyatlarının bir kaç kat
artırılmasını ve ücretler ile emekli maaşlarının süresiz dondurulmasını
öngörüyor. IMF programı uygulanmaya başladı bile, ki şimdilik yüzde 24 – 25
olan enflasyon koşullarında bu durumun emekçiler ve yoksullar için ne anlama
geldiğini vurgulamaya gerek yok. Savaşın ve yolsuzluk ekonomisinin faturası
gene emekçilerin sırtına yüklenecek.
Poroşenko’nun, Avrupa burjuva basınının
iddiasının aksine, yolsuzluk ekonomisine »savaş açtığı« da söz konusu değil.
Tam tersine, devlet başkanı yolsuzluk ekonomisinin aktörlerini korumaya devam
ediyor. Örneğin Dnipropetrowsk’da vali olarak atadığı İgor Kolomoyskiy’in
isteği üzerine baş savcı Viktor Yarema’yı görevden aldı. Başsavcının hatası,
Kolomoyskiy’in yolsuzluklarını araştırmaktı.
Kötüleşen ekonomik durum doğal olarak
toplumsal ihtilaflara ve protestolara yol açıyor. Örneğin Kiev’de tramvay
kondüktörleri üç ay maaşlarının verilmemesi üzerine günlerce greve gittiler.
Binlerce öğretmen işten çıkartmalara karşı sokaklara dökülürlerken, Kiev
belediye başkanı Kliçko’nun konut kiralarını artırma kararı üzerine on binlerce
insan protestolara katılarak, Kliçko’nun istifasını istedi. Ancak bu protesto
ve grevlerin siyaset değişikliğine yol açacak bir dinamiği tetikleyeceğini
düşünmek yanıltıcı olur. Çünkü Ukrayna Komünist Partisi’nin ve bir dizi sol
örgütün yasaklanmasından bu yana protestoların öncülüğünü faşist Swoboda
partisi üstlenmeye başladı. Hükümetten çıkartılan Swoboda böylelikle sosyal
demagojiyi kullanarak haklı protestoları milliyetçi çizgiye çekmeyi başardı.
Bölünmeye doğru mu?
Minsk zirvesinden bir kaç gün sonra, uzun
süren çetin çatışmaların yaşandığı Debalzeve kentinin Doğu Ukrayna güçlerinin
eline geçmesi ve iç politikada belirginleşen huzursuzluk, Kiev yönetimi
içerisindeki çelişkileri derinleştirdi. Zaten aşırı milliyetçiler ve faşist
partilerce »ulusal devrime ihanetle« suçlanan Poroşenko, Debalzeve’nin
kaybedilmesinden sonra kendi ortaklarının da eleştiri oklarının hedefi oldu.
Poroşenko’nun Batılı destekçileri ise,
artık açık olarak ülkenin »bölünmesinin şart olduğunu« tartışmaya başladılar.
Alman sermayesinin organı FAZ gazetesi bir başyazısında, iç savaş öncesi
statüye dönülmenin olanaksız ve AB için »Rusya ile sürdürülen jeopolitik
ihtilafın Ukrayna’nın bölünüp bölünmemesinden daha önemli« olduğu gerekçesiyle,
Batı’nın »olanaklı olan en kısa sürede Batı Ukrayna’yı ekonomik olarak
desteklemesi, AB üyeliği haricindeki bir statüyle AB’ne bağlaması« gerektiği
savunuluyordu. Berlin, Paris ve Brüksel’den gelen haberler, hükümet ve komisyon
kulislerinde de benzer tartışmaların yürütüldüğüne işaret ediyor. Dahası,
fiilen bölünmüş olan Ukrayna’nın böyle kalacağı ve ihtilafın »dondurulmasının«
en uygun adım olacağı gerçeğinden hareketle, Batı dünyasının »Batı Ukrayna’ya
aynı Soğuk Savaş dönemindeki Batı Almanya gibi davranmasının zorunlu olduğu«
ifade ediliyor. Örneğin FAZ gazetesinin başyazısında şöyle deniliyor:
»Bugünlerde Berlin Duvarı örneğinden bahsedilir oldu. (...) Evet, bu Avrupa’nın
yeniden bölünmesi anlamına geliyor. Ama gerçekçi olursak eğer, son on altı
aydaki gelişmelerden sonra başka bir şey tasavvur edilebilir mi? ›Eski‹
hikâyenin sonu nasılsa biliniyor.«
Görüldüğü kadarıyla AB emperyalizmi şu an
için »en az zararla« bir geri adım atma kararını tartışıyor. Ancak böylesi bir
adımın AB’ne umulan rahatlamayı sağlayacağı şüpheli. Bir kere AB’nin, ama
özellikle Almanya’nın Rus doğal gazına olan bağımlılığı gibi engelleyici
faktörleri olmayan ABD’nin ihtilafı körüklemeye devam edeceğini unutmamak
gerekiyor. Obama yönetimi karşısında parlamenter çoğunluğa sahip olan
Cumhuriyetçi şahinler, uzun zamandır Kiev yönetimine »öldürücü savunma
silahları« verilmesini savunuyorlar. Obama yönetiminin bu baskıya daha ne kadar
dayanabileceği belli değil, ki zaten aralarında da çok büyük siyasi farklar
bulunmuyor. Bu açıdan ABD emperyalizminin NATO üzerinden ihtilafı
derinleştirici adımlara devam edeceğini beklemek gerekiyor.
Diğer yandan AB’nin sadece Batı Ukrayna’yı
kendisine bağlamasının getireceği maddi külfetin hayli yüksek olacağından hareket
ediliyor. Borç kriziyle boğuşan AB üyesi ülkelerin kamuoyunda Batı Ukrayna’ya yapılması
düşünülen mali yardımlar hayli tartışmalara yol açacak. Kaldı ki Yunanistan,
İtalya, İspanya ve Portekiz gibi AB üyesi ülkelerin kamuoyları, Almanya ve
Fransa’nın AB’ni salt kendi çıkarlarını korumak için kullanmalarından
rahatsızlar. Aynı şekilde Almanya kamuoyunda da Rusya ile olan ilişkilerin
»esnekleştirilmesi gerektiğini« savunan görüşler henüz azınlıkta değil.
Rusya ise doğal gaz ve petrol kaynakları
ile nükleer cephanesine güvenerek, Ukrayna ihtilafını – 2008 Kafkasya Savaşında
olduğu gibi – kendi lehine yönetebileceğinden emin görünüyor. Gerçi ABD ve
AB’nin uyguladıkları yaptırımlar Rusya ekonomisini zora sokuyor, ama Rusya’nın
devasa döviz rezervleri bu yaptırımların etkisini – şimdilik de olsa –
azaltabiliyor.
Kısacası Ukrayna ihtilafının derinleşerek
devam etmesi muhtemel görünüyor. Belli olan »Minsk II Antlaşmasının« Ukrayna’ya
barışı getirebilecek sonuçlara yol açmayacağıdır. Dahası, Batı’nın Kiev yönetimine
desteğini sürdürmesi ve ABD’nin istediği gibi silah göndermesi, Ukrayna iç
savaşının küresel bir savaş tehlikesine dönüşmesine neden olabilir. Ukrayna iç
savaşı, dünya çapında sürmekte olan emperyalist savaşları, ilân edilmemişten,
ilân edilen bir Üçüncü Dünya Savaşına dönüştürecek bir potansiyele sahiptir. Ukrayna,
kapitalist sömürü ve emperyalist yayılmacılığın insanlığı yok edebilecek bir
irrasyonaliteye yol açabileceğini göstermektedir.