AKP-Rejimi Asuri-Süryani/Ermeni Soykırımının 100. yıldönümünün yaklaşmasını, »başkanlık referandumuna« dönüştürdüğü seçim sürecinin ırkçı, milliyetçi-şoven ve inkârcı dozunu artırmak için kullanıyor. Görüldüğü kadarıyla da bu strateji toplumsal çoğunluğu oluşturan Sünni-muhafazakâr kitlelerde karşılığını buluyor. Hiç kuşku yok; AKP-Rejiminin tartışmasız lideri Erdoğan başarılı bir biçimde toplumsal bölünmeyi derinleştiriyor ve kendi seçmen kitlesinin çok iyi »anladığı« bir dilden konuşuyor.
Türkiye’deki çoğunluk toplumu, Erdoğan’ın toplumsal infiale yol açması gereken açıklamalarına, karşı çıkma anlamında kayda değer bir reaksiyon göstermedi. Erdoğan’ın bilinçli olarak kullandığı »deport« kelimesi anlaşılmadı diye değil. Kökü »deportasyon«, Türkçesiyle »tehcir« olan »deport« kelimesinin ne anlama geldiği iyi biliniyor. O açıdan devletin başında bulunan makamın bu kelimeyi kullanması, 1894’lerde başlayıp 1915-1917’de zirveye ulaşan Soykırım politikalarının hâlâ devlet aklı olduğunu kanıtlamakta, Türkiye’de yaşayan farklı milliyetlerden Müslüman nüfusunun 20. Yüzyıl’ın başlarındaki zihniyetinin hâlâ değişmediğini göstermektedir. Nasıl 100 yıl öncesinde Osmanlı devletinin kararlaştırdığı ve organize bir biçimde gerçekleştirdiği Soykırım, Müslüman nüfusun doğrudan veya dolaylı katılımı ve onayı olmadan olanaksız olurduysa, bugünkü ırkçı inkâr politikaları da Sünni-muhafazakâr kitlelerin onayı olmadan yürütülemezlerdi. Türkiye’nin toplumsal gerçekliği budur ve bu gerçeklik kapitalist sömürü sistemine »İslam zırhını« giydiren AKP-Rejiminin en önemli dayanaklarından birisidir.
Bu nedenle salt anket sonuçlarına ve burjuva liberallerinin »oy vereceğiz« vaatlerine bakarak HDP’nin seçim barajını aşabileceği zannına kapılmak, 8 Haziran’da büyük hayal kırıklığına yol açabilir. Aynı şekilde burjuva parlamentarizminin nimetlerine (!) aldanıp, »sokağın gücünü« yadsımak da, gaflet anlamına gelir. Bunları engellemenin yolu devrimci reel-politikadır, »neyin, ne olduğunu söylemekten« geri kalmamaktır. Devrimci reel-politika ise kimlik ve emek siyasetinin, »sokak« ile parlamenter çalışmanın eşgüdümlü yürütülmesini gerekli kılar. Seçim barajını aşmak önemli bir hedeftir, ama baraja takılmak da »dünyanın sonu« olmayacak, aksine yeni mücadele biçimlerini zorunlu kılacaktır.
7 Haziran yolunda HDK/HDP’nin önünde iki önemli sınav duruyor: 24 Nisan ve 1 Mayıs! 24 Nisan’da devlet aklı ve çoğunluk toplum karşısında alınacak doğru tavır ve 1 Mayıs eylemlerine verilecek kitlesel desteğin büyüklüğü, seçim ve ittifak taktiklerine kurban edilemeyecek tarihsel önemdedir. Belki muhafazakâr Kürt seçmeni bunları yadırgayacaktır, ama kazanılacak inandırıcılığın değeri paha biçilmez olacaktır.
***
15 Nisan’da ATİK derneklerine yapılan saldırılar, Almanya ve İsviçre devletlerinin AKP-Rejimi ile işbirliğinin bir sonucudur ve Alman emperyalizminin gerçek yüzünü göstermektedir. Bu, ATİK şahsında tüm demokratik göçmen hareketine yönelik bir saldırıdır. Tutuklanan ATİK’li yoldaşlarımıza sahip çıkalım, dayanışmamızı gösterelim ve bu kriminalize etme tutumlarına karşı protestomuzu yükseltelim.