Görünen köy, kılavuz istemez derler: HDK/HDP’nin gösterdiği performans, farklı toplumsal kesimlerden aldığı desteğin artması, sınıf sorununu söyleminde belirginleştirmesi ve kuşkusuz seçim barajını yıkacak olması, Türkiye egemenlerini ürkütüyor. Dahası, gelişmeler »Kürt sorununu çözemeyen, çözülür« tespitini teyit ediyor. Türkiye önlenemez biçimde tarihsel bir yol ayrımına sürükleniyor: ya çözüm, ya da çözülme!
Kimi okur bu tespitimizi abartılı bulabilir. Ama gerek Anadolu-Mezopotamya coğrafyasında, gerekse de Ortadoğu’daki gelişmeler birbirleriyle bağlantılı olarak ve doğru okunursa, bahsettiğimiz yol ayrımının kaçınılmaz olduğu görülebilir. Bu sürecin ne tür tehlikeler içerdiğini vurgulamaya gerek yok.
Türkiye karar vericilerine baktığımızda, egemen blok içerisinde, henüz asıl şiddeti dışa vurmayan bir çatışma olduğunu görebiliriz. Bu çatışmanın bir temel nedeni, iktidar partisinin toplumsal desteğinde meydana gelen gerileme ise, diğer nedeni de artık sümen altı edilemeyecek derecede belirginleşen ekonomik buhran tehlikesidir. Hane başına düşen borçlanmanın on yıl içerisinde 4,5 milyardan 150 milyar Dolar’ı aşan seviyeye geldiği, hane başı gelirin yüzde 70’inin bankalarda kaldığı, büyümenin gerilediği ve ithalata bağımlı ihracatın sürdürülemez olduğu bir ortamda, uluslararası mali piyasalardaki en ufak rüzgâr belirtisi Türkiye’de yıkıcı fırtınalara neden olacaktır. İhracatın yapıldığı en büyük beş ülke ortalamasındaki yüzde 24,5’lik gerileme alarm sinyalleri anlamına gelmektedir. Sermaye fraksiyonları, açıkça ifade etmeseler de, gerek yönetim krizi, gerekse de ekonomik durumdan ciddi şekilde kaygılanmaktadırlar.
Diğer yandan milliyetçiliği ve militarizmi teşvik edip, toplumsal kutuplaşma ile Sünni-muhafazakâr çoğunluğun desteğini konsolide etme çabaları, »AKP’den nefret etme« olarak tanımlanabilecek bir tepkiye yol açmaktadır. B. Arınç’ın deyimiyle, »halkın yarısı AKP’den nefret etmektedir«. Böylesi bir toplumsal iklimde »ekonomik istikrarı« sağlamak olanaksızdır.
Tüm dış politika hedefleri fiyasko ile sonuçlanan, bütün komşularıyla sorun yaşayan, »dün tükürdüğünü, bugün yalayarak« en yakın müttefiklerinin dahi güvenini sarsan ve ömrü emperyalist hamilerinin »insafına« kalan iktidar, giderek irrasyonel davranmaktadır. Ama egemen blok içerisindeki irrasyonalite, aslında son derece rasyonel biçimde krizden çıkışı savaşta aramak anlamına gelmektedir. Mevzii kaybedeceğini hisseden burjuva devleti, her türlü provokasyona hazır durumdadır. Sözde »çözüm sürecinin« darbe sürecine dönüşmesi, an meselesidir.
Türkiye ve Kürdistan’daki devrimci-demokratik güçlere düşen en ivedi görev ise, burjuvazinin bu planlarını boşa çıkartmaktır. HDK/HDP’nin güçlenmesi, tüm devrimci-demokratik güçlerin ortak iradesi burjuvaziye geri adım attırabilir. Erich Fried’in bir sözünü anımsatalım: »Faşist olmaktan başka bir şey olmayan faşist, faşisttir. Ama antifaşist olmaktan başka bir şey olmayan kişi, antifaşist değildir«. Yani, kendine komünistim, sosyalistim diyen, ama AKP karşıtı olmaktan başka bir niteliği olmayan kişi, ne komünist, ne de sosyalisttir. HDP’ye oy vermemek için bin dereden su getirenlerin dikkatine...