Berlin günlerce 24 Nisan’da
yapılacak olan resmi açıklamada Soykırım tanımı »yapılmalı mı, yapılmamalı mı«
tartışmalarına kilitlenmişti. Bu yazı kaleme alındığı saatlerde açıklama henüz
yapılmamıştı. Ancak, ne denilirse denilsin, Almanya’nın 1915 Asuri-Süryani ve
Ermeni Soykırımı suçuna ortak olduğu gerçeğinin üstü artık örtülemeyecek.
Aslında bu tartışma Alman
devletinin işlediği insanlık ve savaş suçlarının genel olarak tanımlanması ve
izafileştirilmesi için yürütülmektedir. Tartışmaların yönünü belirleyen asıl
etken Almanya sermayesinin iktisadi ve jeostratejik çıkarları ile Kaiser
Wilhelm döneminden bu yana kesintisiz sürdürülen »Türkiye politikalarının«
gereğinin yerine getirilmesidir.
Almanya’nın Soykırım suçuna ortak
olduğu gerçeğini kanıtlayan yeterince tarihsel belge ve bilimsel araştırma
mevcut. Yeni araştırmalar, bilhassa Alman gazeteci Jürgen Gottschlich’in
yayımlanan son kitabı, Almanya’nın Soykırımı sadece pasif olarak izlemekle
kalmadığını, aksine aktif bir biçimde örgütlenmesine ve uygulanmasına
katıldığını kanıtlıyor. 1880’li yıllardan itibaren Osmanlı İmparatorluğu ile
askeri ve iktisadi işbirliğini geliştiren Almanya için Anadolu-Mezopotamya
coğrafyası, Almanya’nın dünya gücü olmasını destekleyecek önemli bir faktör
olarak görülüyordu. Ve bunun önüne geçecek her engel yok edilecekti.
»Soykırıma yardım – Ermenilerin
yok edilmesinde Almanya’nın rolü« başlıklı kitapta bu Almanya’nın aktif
katılımının nasıl gerçekleştiğini gösteren çokça örnek var. Gottschlich örneğin
27 Mayıs 1915 tarihli »Tehcir Yasasının« bizzat Bronsart von Schellendorf
komutasındaki genelkurmay tarafından hazırlandığını belirtiyor. Aynı şekilde
Alman subaylarının tehcir emirlerini verdiklerini de: Örneğin Osmanlı
genelkurmayında demiryolu ve nakliyat tümeninin sorumlulusu olan Karl Anton
Böttrich isimli subay, Bağdat Demiryolu inşasında çalışan Ermeni işçilerin
tehcir edilmelerini emrediyor ve emrin yerine getirilişini bizzat takip ediyor.
Veya binbaşı Wolffskeel 4. Ordunun Zeytun Ermenilerine karşı 1915 Mart’ında
giriştiği operasyon ile 1915 Ekim’inde Urfa’daki direnişin bastırılmasına aktif
subay olarak katılıyor.
Nitekim Almanya’nın Soykırıma
ortak olma suçunu Rayh şansölyesi Theobald von Bethmann-Hollweg, Ermenileri
kurtarmak için çaba gösterilmesini isteyen büyükelçi Paul Graf Wolff
Metternich’in görevden alınmasını istediği mektubunda şöyle itiraf ediyor: »Tek
hedefimiz, Türkiye’yi savaşın sonuna kadar yanımızda tutmaktır; Ermeniler bu
nedenle yok edilseler de«.
Elbette bu gerçekler, Türk
devletinin ve Müslüman nüfusun suçunu izafileştirmez, ama suçluların sadece
onlar olmadığını da bilmek gerekir. Sonuç itibariyle günümüz Almanya
emperyalizminin, 1915 Almanya’sından farklı olduğu gösteren bir emare yok. Tam
aksine; yıllardan beri Almanya’nın Kürt kurumlarına yönelik uyguladığı
kriminalizasyon, Türkiyeli devrimci örgütlere, en son ATİK’ yönelik saldırılar,
Almanya egemenlerinin Türkiye’deki sınıfdaşları ile eşgüdümlü hareket
ettiklerini kanıtlıyor. Almanya’nın Soykırıma Soykırım demesiyle bir şeylerin
değişeceğini zannedenlere duyurulur.