Saldırganlığı giderek artan Alman
emperyalizmi kronik birikim fazlası krizini hafifletmek, derinleşen sosyal ve
ekonomik sorunların faturasını çalışan sınıfların sırtına yüklemek, sömürüyü
kökleştirmek amacıyla zaten kırıntıları kalmış sosyal ve demokratik kazanımları
ortadan kaldırmak, toplumsal direnç mekanizmalarını kırmak ve dünyanın yeniden
emperyalist paylaşımındaki avantajlı konumunu genişletmek için bir dizi
stratejik zorunluluğu yerine getirmeye çalışıyor. Bu zorunluluklardan bir
tanesi, işbirlikçi ülkelerdeki gerici devlet yapılarını teşvik etmektir.
Dün Berlin’de gerçekleştirilen
»Almanya-Türkiye hükümetleri konsültasyonu« bu gerçeğin altını bir kez daha
çizdi. Ancak bu buluşma aynı zamanda emperyalist güçler ve işbirlikçileri
arasında belirli bir »işbirlikçilik hukukunun« işlediği, işbirliğinin
çelişkisiz yürümediği ve emperyalist güçlerin mutlak hakimiyete sahip
olmadıkları gerçeğini de göstermektedir.
Örneğin AKP rejimi Türkiye’deki yaklaşık 2,5
milyon mülteciyi »siyaset silahı« olarak kullanmaktadır. Avrupa toplumlarında
refah şovenizmini ve ırkçılığı tetikleyen güncel »mülteci krizi«, AKP rejiminin
bilinçli olarak başlattığı kitlesel mülteci akınının bir sonucudur. Burhan
Kuzu’nun da itiraf ettiği gibi, AKP rejimi mülteci kitlelerini »şartlı rehin«
olarak kullanmış ve Avrupalı emperyalist güçleri kendisine destek çıkmaya
zorlamıştır.
Elbette Alman emperyalizmi mülteci akınını
kapitalizmin merkezlerinde de otoriter-neoliberal uygulamaların yürürlüğe
sokulması, toplumsal ve ekonomik sorunların gerçek nedenlerinin üstünün
örtülerek olası direniş potansiyellerinin boşa çıkartılması ve yayılmacılığa
toplumsal rıza sağlanması için kullanmaktadır. Ama aynı zamanda »meşruiyetini«
koruyabilmesi için, »mülteci krizini« kontrolü altına aldığını göstermesi
gerekmektedir. AKP rejimine gereksinim duymasının bir nedeni budur.
Türkiye ve Kürdistan’da yürütülen kirli
savaşa, faşizan uygulamalara, kıyımlara, Kürt halkına yönelik kolektif
cezalandırmalara, kent ve kasabaların yerle bir edilmesine ses çıkarmaması,
aksine AKP rejimine tam destek çıkması bu gereksinimden kaynaklanmaktadır.
Ancak bu gerçek, AKP rejiminin her isteğine boyun eğeceği anlamına da gelmemektedir.
Aksine, Alman emperyalizmi AKP rejiminin
handikaplarını çok iyi bilmekte ve bunları kendi çıkarlarına kullanmaya
çalışmaktadır. AB’nin 29 Kasım 2015’de aldığı »üyelik görüşmelerini
hızlandırma« kararı, sadece AKP’ye siyasi destek değil, aynı zamanda üyelik
sürecinin hiyerarşisi içinde AB’nin – dolayısıyla Almanya’nın – AKP
politikalarını kontrol altına sokma çabasıdır.
Alman emperyalizmi, dış politikası fiyaskoyla
sonuçlanan AKP rejimini kendi çıkarlarını kollamak için desteklemekte ve
yönlendirmeye çalışmaktadır. Bu açıdan Almanya veya AB’nin AKP politikalarına
karşı çıkmasını veya Türkiye ve Kürdistan’da demokrasi güçlerine destek
vermesini beklemek, ham hayalden ibarettir. Emperyalizmin stratejik
zorunlulukları, savaşları ve faşizmi dayatmaktadır. Bu da gerçek demokrasi ve
barışın, ancak sosyalizmle, ancak ezilen ve sömürülenlerin kendi eseri
olduğunda olanaklı olacağını göstermektedir.