Emperyalizmin sadık taşeronu Suudi
despotları, İran politikalarında gerginliği artırınca, tüm başkentlerde
teyakkuza geçildi. Burjuva basını ise, hemen her ülkede »mezhep çatışması«
teranesine devam ediyor. Hakim sınıfların egemenlik aracı olan »mezhep
çatışması« söylemi ile ilgili olarak M. Sinan Birdal’ın Çarşamba günü Evrensel
gazetesinde yayımlanan yazısı hayli aydınlatıcı olduğundan, tavsiye ederiz.
Biz, sorunun jeopolitik arka planına bakalım.
Suudi despotların İran’a karşı hasmane
tutumlarının temel nedeni mezhep farkı değil, Ortadoğu’daki bölgesel hegemonya
çatışmasıdır. Mezhepçilik sadece bunun bir aracıdır. »Kutsal toprakların« egemenleri,
çıkarları gerektirdiğinde, değil Şiilerle, İblisle bile işbirliği yaparlar.
Suudiler, İsrail ile sıkı işbirliğinde İran’ın bölgedeki etkinliğini kırmak,
emperyalist güçlerin öncelikli stratejik ortağı olmayı hedeflemektedirler.
İran’daki Molla rejimi ise, ABD’nin Pasifik Stratejisinin yarattığı fırsatı
kullanarak, yıllar süren izolasyondan kurtulma ve emperyalist tekellerle
işbirliğine girme hedefini gütmektedirler. Suriye, Irak ve en son Yemen’de
süren vekalet savaşlarını derinleştiren temel etmenlerden birisi, Vahhabi ve
Molla rejimleri arasındaki bu çelişkidir.
1 Mayıs 2015’de yayımlanan »Suudiler kılıç
kuşanıyor« başlıklı yazımızda Suudi despotu Selman’ın veliaht değiştirme
kararıyla rejimini konsolide ettiğini ve emperyalist güçler ile sıkı ittifak
içerisinde, içeride gerici-vahşi otokratik uygulamalar ve saldırgan dış
politikasıyla bölgedeki ihtilafları sertleştiren bir faktör olacağını
belirtmiştik. Nitekim gelişmeler o günkü öngörülerimizi teyit etmektedir.
Ancak Suudiler bu yola tek başlarına
girmediler. ABD ve AB emperyalizmleri uzun zamandan beri sadık taşeronlarına
arka çıktılar ve sistematik bir biçimde Suudi Arabistan’ın gelişmekte olan İran
karşısında engelleyici güç olmasını teşvik ettiler. Başta ABD ve Almanya olmak
üzere, tüm Batı Suudi despotlarını iktisadi ve askeri açıdan desteklediler,
rejimi olası ayaklanmaları bastırması için en modern güvenlik teknolojisiyle
donattılar. Karşılığını da aldılar elbet: Suudiler sadece 2004-2011 arasında
silah alımı için 73 milyar Dolar harcadılar.
ABD’nin stratejik ağırlığını Pasifik’e
vermesi ve Batı’nın İran nükleer programını kabul ederek, yakınlaşma
politikasına yönelmesi, Suudi çıkarlarını doğrudan etkiledi ve taşeron başına
buyruk davranmaya başladı. Bu ise şimdi emperyalist güçleri çetrefil bir
ikilemle karşı karşıya getiriyor: Öncelik, iştah kabartan bakir İran pazarı
için Molla rejimiyle yakınlaşmaya mı verilecek, yoksa günde 17 milyon varil
petrolün nakledildiği Hürmüz Boğazı’nı kontrol eden sadık taşerona mı.
Emperyalistler şüphesiz her iki tarafı da kontrol altında tutmak
isteyeceklerdir. Onu için iki tarafa da »çiçek« gönderiyorlar. Vahhabi ve Molla
rejimleri ise, doğrudan bir savaş yerine, vekalet savaşlarına hız verecekler,
bölgedeki kan gölünü büyütecekler. Öyle ya da böyle; Ortadoğu yangını daha da
alevlenecek. Geleneksel olarak Suudi despotlarının tarafında duran Türkiye
egemenlerinin bu yangında hangi rolü üsteleneceklerini ise önümüzdeki günlerde
göreceğiz. Ne yazık ki, bu rol, meşum bir rol olacağa benziyor.